Название: Kanaldaki Kadın
Автор: Пер Валё
Издательство: Ayrıksı Kitap
Серия: Martin Beck
isbn: 978-625-99813-5-2
isbn:
Martin Beck kendine çekidüzen verdi. “Unutma, bir polisin sahip olabileceği en önemli erdemlerden üçüne sahipsin,” diye düşündü. “İnatçısın, mantıklısın ve tümüyle sakinsin. Duruşunu değiştirmiyorsun ve hangi dava olursa olsun, profesyonel davranıyorsun. Tiksinç, iğrenç ve canavarca gibi kelimeler ancak gazetelere yaraşır, sana değil. Katil de bir insan ama daha talihsiz ve dünyada yerini bulamamış biri belki.”
Motala’daki City Oteli’nde kaldığı son geceden beri Ahlberg’i görmemişti ama sık sık telefonlaşıyorlardı. Geçen hafta telefonda konuşmuşlardı ve Martin, Ahlberg’in son yorumunu hatırladı: “Bu olayı çözmeden tatil falan yok. Yakında tüm bilgi ve belgeleri toplayacağım ama bütün Boren’i sorguya çekmem gerekse bile devam edeceğim.”
Ahlberg bu aralar işi iyice inada bindirdi, diye düşündü Martin Beck.
“Lanet, lanet, lanet olsun,” diye mırıldanıp alnını yumrukladı.
Ardından masasına geçip oturdu, sandalyesini bir çeyrek sola döndürüp daktilodaki kâğıda donuk donuk baktı. Kollberg elinde Interpol’den gelen mektupla içeri daldığında ne yazmak istediğini hatırlamaya çalıştı.
Altı saat sonra, saat beşe iki kala, şapkasını takmış, paltosunu giymiş ve birazdan bineceği, güneye hareket edecek olan kalabalık metro treninden nefret etmeye başlamıştı bile. Hâlâ yağmur yağıyordu ve Martin daha trene binmeden ıslak giysilerin küfümsü kokusunu almaya başlamıştı ve tanımadığı bedenlerle tıka basa dolu bir yerde ayakta dikilmek zorunda kalmanın verdiği korkunç hisle baş başaydı.
Saat beşe bir kala Stenström geldi. Her zamanki gibi kapıyı tıklatmadan açtı. Sinir bozucuydu ama Melander’in ağaçkakan tempolu tıklatmalarına ve Kollberg’in sağır eden kapı yumruklamalarına kıyasla tahammül edilebilirdi.
“Kayıp kızlar departmanı için bir ihbar var. Amerikan Büyükelçiliği’ne bir teşekkür notu göndermelisin. Onlar yolladı.”
Stenström açık kırmızı telgraf sayfasını inceledi.
“Lincoln, Nebraska. En son neresiydi?”
“Astoria, New York.”
“Hani üç sayfa bilgi gönderdikleri ama kızın siyahî olduğunu söylemeyi unuttukları sefer miydi?”
“Evet,” dedi Martin Beck.
Stenström ona telgrafı verip, “Elçilikten bir adamın numarası. Arasan iyi olur,” dedi.
Metro işkencesini ertelemek için her bahaneye sarılacağından masasına geri döndü ama geç kalmıştı. Elçilik çalışanları gitmişti.
Ertesi gün çarşambaydı ve hava bundan daha kötü olamazdı. Sabah gazetelerinde, İsveç’in güneyinde Räng diye bir yerde kaybolan yirmi beş yaşındaki bir hizmetçi kızın haberi vardı. Tatilden dönmemişti.
O sabah boyunca Kollberg’in eşkâli ve rötuşlu fotoğraflar Güney İsveç polisinin yanı sıra Cinayet Masası’ndan Komiser Elmer B. Kafka, Lincoln, Nebraska, ABD adresli birisine gönderildi.
Öğle yemeğinden sonra Martin Beck boynundaki lenf bezlerinin şişmeye başladığını hissetti. Eve döndüğünde yutkunmakta güçlük çekiyordu.
“Yarın Ulusal Polis’in sensiz de idare edebileceğine karar verdim,” dedi karısı.
Martin cevap vermek için ağzını açtı ama çocuklara baktı ve bir şey dememeyi tercih etti.
Karısı, kazandığı zaferi daha da ilerletmek için vakit kaybetmedi.
“Burnun tamamen tıkalı. Sudan çıkmış balık gibi nefes alıyorsun.”
Martin çatal bıçağını elinden bırakıp, “Yemek için teşekkürler,” diye mırıldandı ve kendini gemi maketinin eksiklerini tamamlamaya verdi. Bu işle uğraşırken yavaş yavaş ve sonunda tamamen sakinleşti. Martin gemi maketi üstünde ağır ağır ama ve sistemli bir şekilde çalışıyordu ve aklında hiçbir nahoş düşünce yoktu. Yan odadan televizyon sesi kulağına geliyorsa bile duymuyordu. Biraz sonra kızı somurtuk bir yüz ifadesi ve çenesinde ciklet kalıntılarıyla kapı eşiğinde belirdi.
“Sana telefon var. Tam da vaktiydi ha, Perry Mason’ın ortasında.”
Hay lanet, odaya telefon çektirmeliydi. Hay lanet, çocuklarının yetiştirilmesiyle daha fazla alakadar olmalıydı. Hay lanet, Beatles’ı çok seven ve çoktan gelişmiş on üç yaşında bir çocuğa ne denilebilirdi ki?
Martin, oradaki varlığı için özür dilercesine oturma odasına girdi ve büyük savunma avukatının televizyon ekranını dolduran bitkin yüzüne mahcup bir bakış attı. Telefonu alıp koridora çıktı.
“Merhaba,” dedi Ahlberg. “Bir şey buldum sanırım.”
“Nedir?”
“Hani yazın buradan gündüz saat yarımda ve dörtte geçen kanal teknelerinden bahsetmiştik, hatırlıyor musun?”
“Evet.”
“Bu hafta küçük tekne ve yük gemisi trafiğine bakmaya çalıştım. Geçen tüm tekneleri kontrol etmek neredeyse imkânsız. Ama bir saat önce karakol polislerinden biri geldi ve geçen yaz bir ara, gecenin bir vakti Platen hendeğini geçerek batıya doğru giden bir yolcu gemisi gördüğünü söyleyiverdi. Saat kaçta olduğunu bilmiyordu ve ben sorana kadar bunu hiç düşünmemiş. Birkaç gece üst üste o bölgede özel görevdeymiş. Bana hiç inandırıcı gelmedi ama doğru olduğuna yemin ediyor. Ertesi gün izne çıkmış ve sonra da tamamen unutmuş.”
“Geminin hangisi olduğunu görebilmiş mi?”
“Hayır ama dinle. Göteborg’u arayıp gemicilik işletmesinden birileriyle konuştum. İçlerinden biri bunun kesinlikle doğru olabileceğini söyledi. Geminin adının Diana olduğunu söyledi ve kaptanın adresini verdi.”
Ardından kısa bir sessizlik oldu. Martin Beck, Ahlberg’in bir kibrit çaktığını duydu.
“Kaptana ulaştım. Adam net bir şekilde hatırladığını söyledi ama unutmuş olmayı yeğliyormuş. Önce yoğun sis yüzünden Hävringe’de üç saat durmak zorunda kalmışlar, sonra motordaki bir buhar borusu bozulmuş…”
“Tekne.”
“Ne dedin?”
“Teknede. Motorda değil.”
“Ah, evet, her neyse, sonuç olarak tamirat için Söderköping’de sekiz saatten uzun kalmak zorunda kalmışlar. Dolayısıyla yaklaşık on iki saat gecikmişler ve Borenshult’tan gece yarısından sonra geçmişler. Motala ya da Vadstena’da durmamış, doğrudan Göteborg’a gitmişler.”
“Bu ne zaman olmuş? Hangi gün?”
“Yaz СКАЧАТЬ