Ndura. Ormanın Oğlu. Javier Salazar Calle
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ndura. Ormanın Oğlu - Javier Salazar Calle страница 5

Название: Ndura. Ormanın Oğlu

Автор: Javier Salazar Calle

Издательство: Tektime S.r.l.s.

Жанр: Приключения: прочее

Серия:

isbn: 9788835429838

isbn:

СКАЧАТЬ – 27 derece olsa gerekti ve bayağı nemliydi, bu da basıklık ve sıcaklığı daha da hissedilir kılıyordu. Gömleğimi bir süre çıkardıysam da üşüşen sivrisineklerin ısırıklarından dolayı tekrar giymek zorunda kaldım. Yer yer orman öyle sıklaşıyordu ki önceden bulduğum bir sopayı pala niyetine kullanıp yol açmak durumunda kalıyordum. Bu tür durumlarda resmen yerimde sayıyordum çünkü elimdeki sopayla en fazla geçtiğim yerdeki dalları itebiliyordum ama kesemiyordum. Bir de kıyafetlerimin kapatamadığı yerlerde dizlerimden ve dirseklerimden aşağısı ormandaki bitkilere sürtündüğü için yara bere içinde kalmıştı. Yüzümde bile birkaç yerin kaşınması bana yüzümde de kesikler olduğunu düşündürdü.

      Zemin kâh tahrip olmuş ağaç dal ve gövdeleriyle dolu kâh yapraklarla kaplı ve yumuşaktı, dolayısıyla bir çukura girip ya da kayıp bileğimi burkmamak için dikkatle yürümek zorunda kalıyordum çünkü bileğimi burkmak ölümcül olurdu. Bazı yerlerde ağaç tepeleri o kadar sıklaşıyordu ki gün ışığını engelleyerek oldukça kasvetli bir atmosfer yaratıyorlar, bazen de ağaçların boylarına bağlı olarak farklı tonlarda ışık katmanları oluşturuyorlardı. O bölgelerden korka korka geçtim çünkü ormanın yeşil tavanında estiğini tahmin ettiğim rüzgârla hareket eden dallardan ve bunların çıkardığı dört yanımı sarıp bana huzursuzluk veren bitmek bilmez korkunç uğultudan dolayı sanki sürekli hayaletlerin saldırısına uğruyormuş gibi hissediyordum. Kimi zaman orman inanılmaz sıklaştığı için geçit vermez hâle geliyor, ben de ilerleyebilmek için çok uzun dolambaçlı yollara girmek zorunda kalıyordum. O kadar farklı türde bitkinin bir arada bulunabileceğini hiç düşünmezdim. Artık kâşifler gibi orman yürüyüşleri yapmanın romantikliğini geçmiş, bir an önce oradan çıkmak istiyordum. Üstüne üstlük, her zamanki gibi çok gürültü yaptığımdan eğer takip ediliyorsam yerimi bulmalarının çok kolay olacağı düşüncesiyle içim sıkılarak yürüyordum.

      Geceleyin dört bir yanı bitmek bilmez bir gürültü sarıyordu ama tek bir ses değildi bu gürültünün kaynağı; böcek vızıltılarını, ağaç tepelerindeki garip kuşların şakımalarını ve maymunların ya da onlara benzer bir şeylerin çıkardığını farz ettiğim çığlıkları duyuyordum. En azından o huzursuz edici kükremeler duyulmuyordu, muhtemelen gece ortaya çıkan bir avcı hayvan çıkarmıştı onları ya da en azından ben öyle düşünmek istiyordum. Aslında çok hayvan görmesem de hepsini hissedebiliyordum.

      Kolumdaki saate baktım. Saat sabahın onuydu. Bir saattir yürüyordum ve daha fazla yürüyecek takatim kalmamıştı. Zaten dizim de uyarı sinyalleri vermeye başlamıştı, şöyle bir baktığımda hafi şişmiş olduğunu fark ettim. Çoğu zaman dizimdeki lifler yerlerinden oynamış, benim de hafif ama kararlı bir şekilde ovalayarak onları yerlerine oturtmam gerekiyormuş gibi hissediyordum. Biraz dinlenmek için yere oturup normalden uzun bir ağacın gövdesine yaslanarak dizimi ovdum. Sıcak hava dizime biraz iyi geliyordu. Bayağı açık bir alandaydım. Bir ağacın dalında papağana benzer bir kuş gördüğümde bir süredir orada oturuyordum. Mat mavimsi tüyleri vardı ve renk bütünlüğünü bir tek kırmızı kuyruğu, gözlerinin etrafındaki beyaz halkalar ve âdeta bir insandan çıkıyormuşçasına çığlıklar atan siyah gagası bozuyordu7. Vücudunu oynatmadan kafasını neredeyse tüm yönlere çeviriyordu, bu da bana Şeytan filmindeki kızı hatırlattı. Süzülerek bir ağacın meyvesine doğru uçtu ve meyveyi gagalamaya başladı. Meyve kızılımsı turuncu renkte, bir yumruk büyüklüğünde ve balkabağı şeklindeydi.

      Yer yön tayin etme kabiliyetimi düşünerek “Tabi canım, nerde olduğunu biliyorsun" dedim kendi kendime, "bilmez olur musun hiç!"

      Yarım saat kadar dinlenip tekrar yürümeye koyuldum. Ne zaman bir açıklığın kenarından dolanıp güya doğru yöne tekrar yönelsem belki de yıllar boyu farkında bile olmadan aynı yerde daireler çizebileceğimden biraz daha emin oluyordum. Her şey gözüme aynı görünüyordu ve güneş de artık işe yaramıyordu. Güneşin gökteki konumunu kontrol edip saatime bakarak doğruluğunu teyit ettim ve ne yaptığıma dair en ufak bir fikrim olmadığı sonucuna vardım. Tüm sabah bir saat yürüyüp bir süre mola vererek aynı hızda ilerledim. Mola verdiğimde belki olur ya biriyle karşılaşırsam iletişim kurmama yardımı dokunur ümidiyle kafamı meşgul etmek adına Svahilice konuşma kılavuzunu ya da seyahat rehberini okuyordum. Her molada yerimden kalkıp ilerlemek biraz daha zorlaşıyordu, dizim yüzünden topallıyordum ve saat öğlen iki civarında bitkin düştüm.

      Her şeyin sorumlusu bendim, arkadaşlarımı bu cehenneme sürüklemenin suçu da bendeydi ölmelerinin suçu da. Onların sözünü dinleseydim şimdi elimizde bir sürü Venedik fotoğrafı ve birkaç Toskana kart postalıyla İtalya’dan dönüyor olurduk. Hata bendeydi, her şeyin suçlusu bendim.

      Susamıştım, karnım da gurul guruldu. İkileme düşmüştüm: Gücümü toplamak için güzelce yemeli mi yoksa kısıtlı yiyeceğimin olduğunu hesaba katarak sonraya saklayıp sağlığımı riske mi atmalı? Ormanda yiyecek ve su bulmanın kolay olacağını umuyordum, en azından o zaman öyle düşünmüştüm ve karnım çok açtı. Dolayısıyla meşrubatlardan birini içmeye ve üzerindeki karıncaları üfleyerek zaten ısırılmış olan kurabiyelerle sandviçi yemeye karar verdim. Bu bitmek bilmez iştahımı biraz dindirdi. Bir süre daha çürümeden dayanır düşüncesiyle ayvayı sonraya sakladım. Sonra hem bitkinlikten hem de bir önceki gece uyuyamadığımdan oracıkta uyuyakaldım.

      Uyandığımda yakınlarda bir yerde bir tıslama sesi duydum. Etrafta bir yılan olsa gerekti. Sesin nereden geldiğini kestirebilmek adına dikkatle kulak kabartmak için çıtımı çıkarmadım. Korkudan karnıma ağrı saplandı, nefes almakta zorlanmaya başladım. Bir keresinde bir belgesel izlemiştim, adı “İki Adımlık Yılanlar”dı çünkü sizi ısırdıklarında düşüp ölmeden önce ancak iki adım yürüyebiliyordunuz. İçinde bulunduğum durum düşünülürse hiç de kötü bir fikir gibi gelmemişti ama ya delilik nöbetleri geçirmeden önce azar azar kontrolümü kaybedip saatlerce acılar içinde kıvranmama sebep olacak bir tanesi tarafından ısırılırsam diye düşündüm. Istırap çekmekten çok korkuyordum ve acının düşüncesi bile paniklememe yetiyordu. Sonunda kesin öleceksem çabucak olsun bitsin istiyordum. İçinde bulunduğum durumdan kurtulmak için neredeyse ölümü diler vaziyetteydim. Ben ölmeyi hak ediyordum zaten. Tıslamanın her geçen saniye yaklaştığını hissediyor, sesi çıkaran şeyin ağırlığı altında yaprakların çıtırdadığını duyabiliyordum; bana doğru geldiğinden emindim. Neredeyse üzerimde usulca gezinip bacağımdan boynuma doğru kaydığını hissedebiliyordum, hedefe varmak üzereydi, beni ısıracaktı. Gözlerimi kapatıp kendimi yatıştırmaya çalışarak derin bir nefes aldım. Sonra gözlerimi açıp yerimden santim kıpırdamadan gözlerimle dört bir yanı tarayıp nerede olduğunu bulmaya çalıştım. Sonunda gördüm onu. Sağ tarafta üç metre ötede, yerden iki üç metre yüksekteki bir dalda kıvrılmış hareketsiz duruyordu. Sanki bir şeyi izler gibi sadece kafasını sağa sola hareket ettiriyordu. Gövdesi hafif mavimsi yeşil renkte yan tarafları sarımtıraktı, kuyruğu uzun, boyu da bir metre kadardı, vücudu sanki yanlardan bastırılmışçasına inceydi ve yaprakların arasında neredeyse görünmez oluyordu8. Dalda süründüğünde karnının beyazımsı renkte olduğunu görebildim.

      Duyduğum şeyin bu yılan olduğuna ve gerisini benim kafamda kurduğuma ikna olana kadar hareket etmeden, sadece etrafı dinleyerek aynı yerde biraz daha bekledim. Yavaşça doğrulup başka bir yılan var mıdır diye zemini dikkatle inceledim ama o gördüğümden başka yılan yoktu ortalıkta. En azından benim görebildiğim tek oydu. Önce kenardan dolaşıp yılandan uzaklaşmayı СКАЧАТЬ