Ölen Arkadaşa Mektuplar. Knyaz Protsent
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Ölen Arkadaşa Mektuplar - Knyaz Protsent страница 3

Название: Ölen Arkadaşa Mektuplar

Автор: Knyaz Protsent

Издательство: Издательские решения

Жанр:

Серия:

isbn: 9785006293533

isbn:

СКАЧАТЬ ve tatlı dilli olurlar. Hem de bacağını kırmış erkek arkadaşını gördükten sonra ne yapabilirdi ki? Kafasına tava mı geçirseydi?

      Yu. asla tatlı sözlere meyilli olduğunu düşündürecek bir şey yapmazdı. Ölüm haberini öğrendiğinde senin N.‘nin sözlerini tekrarlarken duyduğun coşkuyu hatırlayıp hatırlamadığını bilmiyorum. Yu.‘nun hafızası iyidir, hatırlıyordur belki. Bu durumda, o kelimeleri acıyla, ama aynı zamanda alaycı bir tavırla düşündüğünü sanıyorum. Benim gibi o da senin çocuk sahibi olmanın tehlikeli hobine son vereceğini umuyordu. Ancak Yu.‘nun birkaç hafta önce ifade ettiği gibi N. de “bu saçma şeyle uğraşıyordu” ve hobini değiştirme şansın çok zayıftı.

      N. ile yaşadığınız aşktan önce ciddi bir ilişkin olmuş muydu bilmiyorum. Ondan önce bir kız arkadaşının olduğundan bile emin değilim. Üniversite yıllarındayken bana hiç ilişki yaşamamış bakir biri gibi görünüyordun.

      Bu yazdıklarım bizi hiç tanımayan birinin eline geçse, özellikle de düğününe katılmadığım gerçeğini göz önünde bulundurarak o kadar da yakın arkadaş olmadığımız sonucuna varabilir. Düğününü dağcı arkadaşlarınla mı yapmıştın yoksa hiç yapmamış mıydın, hayal meyal hatırlıyorum.

      Yine de seninle yakın bir ilişkimiz vardı. Ben böyle hatırlıyorum. Ve bu ilişkinin yaşayan tek katılımcısı ben olduğum için, yalnızca benim fikrim önemli.

      Arkadaş grubumuzda kadınlarla ilişkileri tartışmaktan kaçınma eğilimi, muhtemelen Yu.‘nun, sınıf arkadaşları arasında ilişki kurulmasına olumsuz bakmasından kaynaklanıyordu. Bunun doğuştan gelen bir utangaçlıktan mı, katı yetiştirilme tarzından mı, acı bir deneyimden mi yoksa hepsinden birden mi kaynaklandığını bilmiyorum. Sanırım arkadaşlarım hakkında gerçekten pek bir şey bilmiyorum.

      Bununla birlikte sen kızlara ilgi duyuyordun ve benim de benzer ilgimi fark ediyordun, bu da sana, kendi ifadenle beni şakayla karışık “şehvetli” olarak suçlama hakkı veriyordu. Bu suçlamalar kendimce bana bir Don Juan ağırlığı kazandırıyordu, senin ise sadece “şehvet” kelimesinin anlamı ve tınısı hoşuna gidiyordu.

      Yu.‘nun gözetiminde olmadığımız zamanlarda, sana iki sınıf alttaki kardeşinin kız arkadaşı Ye.‘yi tavlamanı tavsiye ediyordum. Şirin ve neşeli Ye. senin hoşuna gidiyordu, kardeşin ise ondan çekiniyordu. Üçünüz de aşk konusunda acemiydiniz ve garip bir izlenim bırakıyordunuz. Ye. senden etkileniyordu, birbirinize âşık gözlerle bakıyordunuz ve yemeğe gidip gelirken ya da yemekhanede otururken sanki tesadüf eseriymiş gibi yan yana duruyordunuz.

      Yine bir öğle yemeğinden sonra ana binanın11 balkonlarından birine çıkmıştık. İkinci katın balkonuydu. Gruptaki arkadaşların çoğu bahar güneşinin tadını çıkarırken, Ye. korkuluklara tırmandı ve balkonun dış tarafına çıktı, sen de onu ellerinden tuttun. Sen zaten dağcılıkla uğraşıyordun ve görünüşe göre kendi gücüne güveniyordun, ama zihinsel değil fiziksel gücüne, çünkü sonuçta Ye. asla senin olmadı. Ye. geriye doğru yaslandı, neredeyse havada süzülüyordu, sen onun sırt üstü aşağı uçmasına izin vermedin. Bu anlamsız risk gösterisi beni balkondan koridorun serin ve rutubetli karanlığına itti ve senin dağcılık tutkunun adrenalin bağımlılığının bir sonucu olup olmadığını düşünmeye sevk etti.

      Güneşli bir cumartesi günü sen, Ye. ve ben, bizim binadan metroya doğru yürüyorduk. Gölgesi, kusurlu ve kısa ömürlü mutluluğunuzun üzerine düşen kardeşinle buluşmaya gidiyordunuz (bu kurgusal bir metin olsaydı, bu pasajı karalardım). Durmadan espri yapıyorduk. Sonunda dedim ki:

      “Evlatlarım, sizi kutsuyorum…”

      Ama Ye. bundan kısa bir süre sonra kardeşinden ayrılsa da kutsanmadınız.

      Birkaç yıl önce onu metroda gördüm. Ye. beni tanımadı veya benimle konuşmak istemedi, zaten benim de ona söyleyecek bir şeyim yoktu. Ye.‘nin sağ elinin yüzük parmağındaki alyansı fark ettim, bu yüzden eğer yazdıklarım edebi bir kurgu olsaydı, senin kararsızlığına rağmen Ye.‘nin mutluluğu bulduğunu yazabilirdim, bu nedenle rahat uyu, eski dostum. Ancak edebi metinler dışında parmaktaki yüzük, mutluluğa bu sınırlar içinde olduğundan çok daha seyrek olarak işaret eder. Her iki durumda da rahat uyuyabilirsin.

      Üniversiteye başladıktan sonra aileni ilk ziyarete gidiş hikâyeni hatırlıyorum. Bu anıyı benimle üçüncü sınıfta paylaşmıştın. Baba ocağına yaptığın o ziyaretin üzerinden geçen iki sene, olayı ironi katarak anlatmana olanak sağlamıştı.

      “Yurtta azgınlık yapacağımı düşünüyordum,” diye anlatmıştın bana, ana binada Yu. olmadan öğle yemeği yerken. “Yurda yerleşmeden önce bir paket prezervatif almıştım. Ama hovardalık yapamadım… O paket sırt çantamda duruyordu, unutmuşum… Eve gittiğimde annem onu buldu, acayip utandım…”

      Sanırım eve gitmeden önce çantanı ve ceplerini kontrol etmeyi öğrenmiş oldun. Belki de annene eşyalarını karıştırmanın kaba ve uygunsuz bir davranış olduğunu söylemişsindir.

      Evet, bizim ebeveynlerimizin kuşağındaki insanlar, öğrenci oğullarının üzerinde prezervatif bulduklarında genellikle dehşete düşerlerdi. Ama bana kalırsa yetişkinliğe adım atan oğluna ilk doğum kontrol hapını alarak bunun nasıl kullanılacağını anlatan her anne baba, istenmeyen gebeliklerin, bunların mecbur bıraktığı evliliklerin ve kürtajların ve ayrıca tek ebeveynli aile sayısının en aza indirildiği normal bir toplumun gelişimine katkıda bulunmuş olur.

      Madem ortalıkta kitaplar dolaşıyor ve sohbet seks konusuna döndü, Italo Calvino’nun “Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu” adlı romanından bir cümleyi hatırlatmak yerinde olur. Alıntı şöyle: “Sevişme ve okumanın en benzeştiği nokta, içlerinde ölçülebilir zaman ve mekândan farklı bir mekân ve zamanın açılmasıdır”.

      Öğrenciyken bu gözlemi takdir eder miydin emin değilim, ama iki çocuğunun olması her durumda cinsel deneyim edindiğini gösteriyor.

      Teze hazırlanırken senden Puşkin’in Silvio’su12 gibi kendimden emin bir şekilde ödünç aldığım kitapları yıprattım ve hâlâ ofisimdeki dolapta duruyorlar. Bunlar Lev Gumilyov’un13 “Eski Rusya ve Büyük Bozkır” kitabı ile Arnold Toynbee’nin “Tarihin Oluşumu” kitabının kısaltılmış baskısıydı. Artık kitaplar benim, çünkü sen daha hayattayken bile pek çok kez zaman aşımına uğramışlardı.

      Senden kalan eşyalardan biri de dizüstü bilgisayarın. On yıl önce bile arada bir açılıyordu. Sen onu çoktan unutmuştun, benim de pek aklıma gelmiyordu.

      Üniversite yıllarında bilgisayarını Yu. senden ödünç almıştı. Sen maaşından biriktirerek yenisini almıştın, Yu.‘ya da onu kullanmaya devam etmesine izin vermiştin.

      Birkaç yıl sonrasında bir haftalık iş seyahatine çıkmam gerekti. Dizüstü bilgisayarım yoktu, bu yüzden Yu. bana seninkini vermişti, böylece İrkutsk ve Çita’da14 yazı çalışmalarımı yapabilecektim. Senin örneğini izleyerek Yu. da kendisine bir dizüstü bilgisayar aldı, eskisini bana bıraktı. Ben ise yeni bilgisayar almadım. Sanırım varislerime СКАЧАТЬ



<p>11</p>

Rusya’nın en eski (1755 yılında kurulan) ve en prestijli üniversitesi olan Mihail Lomonosov Moskova Devlet Üniversitesi’nin ana binası kastedilmektedir.

<p>12</p>

Silvio, Aleksandr Puşkin’in “Atış” adlı öyküsünün bir karakteridir.

<p>13</p>

Lev Gumilyov (1912—1992), her ikisi de şair olan Nikolay Gumilyov (1886—1921) ile Anna Ahmatova’nın (1889—1966) oğlu ve ünlü Sovyet tarihçisidir.

<p>14</p>

Sibirya’da bulunan Rus şehirleridir.