İslâm Bey – Ben de Allah’ım…
Zekiye – (Sözünü keserek): Sus! Yemin edeceksen istemem. Ağzından bir yalan çıkabileceğini bir dakika düşünsem, o dakikada çıldırırım. Ah! Bilsen seni gözüm nasıl görüyor? Gönlüm nasıl biliyor? Yüzüne baktıkça Allah’ın ihsanı canlanmış önümde geziyor zannediyorum. Sen erkeksin… Belki böyle şeyler hatırına gelmez. Seni gördükçe ne düşünüyorum bilir misin? Buradan gittikten sonra zihninde kalacak hayalimi kıskanıyorum da beni bütün bütün unuttuğunu düşünüyorum. Delilik… Değil mi?
İslâm Bey – Allah aşkına biraz gayret bırak ki veda edebileyim. Benim gönlümü demirden mi zannediyorsun? (Kendi kendine): Vazife yolunda her şeyi feda etmeye dünyada herkesten çok kendimi lâyık bilirken on yedi yaşında bir kız kadar olamadım. Ben kederimden ağlamamaya çalışıyorum, o merhametinden gülmeye uğraşıyor. (Biraz düşündükten sonra):
Bundan sonra ölürsem, hatta senin için bile gam yemeyeceğim… Vatanda senin gibi bir kız görmek, gözümde sana sahip olmaktan da büyüktür. (Uykudan uyanır bir hâlle): Hem… Emin ol… Düşman üzerime gelse değil yanardağlar, kuyruklu yıldızlar atsa yine ölmeyeceğim.
Zekiye – Ümit… Hayal…
İslâm Bey – Sen Allah’ın adaletini bilmez misin?
Zekiye – Bilmekle ne olur?
İslâm Bey – Bir kere düşün. Vatan ki herkesin hakkını, hayatını muhafaza ederken onun muhafazası lâzım gelince vatan evlâtlarını sınırda kırbaçla sürüyorlar. Vatan ki, herkesin hakikî validesiyken birçok adam sağlığında sütünden, hastalığında ilacından geçinmeye çalışıyor! Vatan ki her karış toprağı ecdadımızdan birinin kanıyla yoğrulmuşken kimse üzerine iki damla gözyaşı dökmek istemiyor! Vatan ki, kırk milyon can besliyor, hâlâ uğrunda isteyerek can verecek kırk kişiye sahip olmamış! Vatan ki bir zaman kılıcının sayesinde birkaç devlet yaşarken şimdi birkaç devletin yardımıyla kendini muhafaza edebiliyor! Vatan ki, hâlâ erkeklerimiz manasını bilmiyor, kadınlarımız adını işitmemiş; işte, kibir say, gurur say, delilik say. Her ne sayarsan say! Ben o vatanı sana, bana muhtaç görüyorum. Ben yürekte asker, ister ki, fikrinde ne kadar ümidi, gönlünde ne kadar arzusu varsa, vatan sözü meydana çıkar çıkmaz hepsi birden sabaha rast gelmiş yıldız gibi görünmez olsun. Sen karakterine valide ister ki, vatana benim gibi çocuk yetiştirsin. Ya Cenabı Hakk’ın adaletine, hikmetine nasıl yakışır ki bu yüce fikri memleketimizde daha anasının karnına yeni düşmüş çocuk gibi küçücük bir şeyken seni, beni dünyadan alsın da o fikrin de o fikir sahiplerinin de vücudunu anlamsız bıraksın? Estağfurullah… Bir kadının karnını yarıp da içindeki saçı bitmedik masumu paralamak, Kalabaka2 haydutlarına yakışır… Kader öyle zalimlerden uzaktır… Elbet de uzaktır; hem yaşayacağız hem vatanın gelecekteki talihini göreceğiz hem dünyada vatan yoluna ölmeyi bin yıl yaşamaktan hayırlı bilir çocuklar bırakacağız. Çok zaman geçmez beni karşında süngü, kurşun yarasından yapılmış nişanlarla süslü görürsün…
Zekiye – Hayal! Hayal! Babam da böyle şeyler söylermiş! Babam da böyle ümitlerde bulunurmuş! Annem her gece anlatırdı… Neticesinde ne oldu. Öldüğü yeri hâlâ kimse bilmiyor.
İslâm Bey – Öldüğüne neden karar verdin?
Zekiye – Hiç sağ olan adam on beş yıl sevgili haremine, sevgili oğluna, sevgili kızına bir haber olsun göndermez mi?
İslâm Bey – Kim bilir! İnşallah selâmetle şu savaştan dönmek nasip olsun, ben sana elbet de babandan bir haber alırım.
Zekiye – Ölmüş adamın ne haberi olacak?
İslâm Bey – Mezarını olsun öğreniriz a! Vakit yaklaşıyor. Gel seninle mertçe bir veda edelim. O nurdan parlak, gülden açık ağzınla vatanına dua et… Elbet de Allah kabul eder. (Kendisini tutarak ve tebessüm etmeye çalışarak): Gözlerinden dökülen inci taneleri nedir ya? Hani tahammül edecektin? Hani ağlamayacaktın? Biraz gülmez misin? Gül yüzün tebessümden ayrıldıkça baygın gözlerinden daha mahzun duruyor. (Kendi kendine): Mertçe veda buysa âşıkanesini Allah kimseye göstermesin. Gayret… Biraz gayret edelim… Seni Allah’ın birliğine emanet ettim… Vatanına duayı unutma. İşte… İşte… Ben gidiyorum… Ben gidiyorum… (Şiddetli bir arzuyla): Gidiyorum… Gidiyorum… Yaşasın vatan!
(Zekiye oturduğu yere yığılır, İslâm Bey çıkar.)
ÜÇÜNCÜ MECLİS
Zekiye – (Bir iki dakika o hâlde kaldıktan sonra odanın her tarafına göz gezdirerek): Sonunda gitti! Yoksa rüya mıydı? Ah… Sevinecek bir şey olaydı, belki rüya çıkardı… Beni de kendi gibi tahammüllü zanneder değil mi? Gösterdiğim gayrete inanır öyle mi? Ah, gönlümde ne ateşler yanıyor! Ciğerime ne hançerler vuruluyor! Gözümden ne zehirler akıyor. Bilseydi, belki beni böyle bırakacağına acırdı da öldürür öyle giderdi… Beyim! Sen beni vatanın için terk ettin. Ben seni kimin için terk edeyim? Benim vatanım da sendin, canım da sendin. Topu iki kerecik görmek nasip oldu. Gördüğüm vakitlerin dakikası geri dönebilse yerine, olanca ömrümü feda ederim. Şimdi gözümün önündeydi. Kaybettim. Sesimi işitecek… Sanki gönlümün eli var… Pençesini atıyor da boğazımı sıkıyor, nefesime yol vermiyor! Hâlâ koşsam arkasından yetişeceğim, sanki gönlümün zinciri var… Vücudumu sarıyor da takatimi kesiyor. Ayaklarımı birbirine dolaştırıyor. Hicran… Hicran… Yine ayrılık… Yine ayrılık, ah sanki? Nefes mi alıyorum? Canımın bir parçası kopuyor, yere dökülüyor. (Biraz düşündükten sonra): Niçin ölümü bekleyeyim, durayım? Zaten her nefeste bütün ömrüm gidiyor, zaten ben bu durumda üç gün yaşamam. Bugün ölüversem ne olur? Gönlümün yaralanmadık neresi kaldı? Varsın üzerinde bir de bıçak yarası bulunsun.
(Biraz düşünüp taşındıktan sonra): Ya o… O yaşayacak… Eğer duyar da benden sonra kendini öldürürse… Niçin? Niçin öldürsün… Onun vatanı var… Vatanına hizmet edecek… Vatanını benden fazla sevmeseydi gitmezdi… Sanki öldükten sonra daima hayalinde mi kalacağım? Annemi gözümün önüne getirmek istiyorum da mümkün olmuyor. Bîçare kadının belki mezarda gözlerine baksalar hâlâ bebeğinde Zekiye’si bulunur. O, niçin daima beni düşünsün? Kara toprak neleri örtmez! Yokluk içinde neler kaybolmaz! (Biraz düşündükten sonra): Ya benden sonra… Ya benden sonra bir… Bir başkasını severse… Dünya bu ya… Kim bilir? Yemin de etmedi… Ben ettirmedim… (Hayalet görmüş gibi korkarak ve minderin üstüne yığılarak): Yok… Yok… O dünyada benden başka kimseyi sevmez… Kimseyi sevmez… Severse mezarımı parçalayıp kanlı kefenimle önüne çıkarım… (Öfkeyle acı acı gülerek): Ben onun yoluna öleyim de o başkasını sevsin! Ah! Kendimi öldürüp de düşmanımı düşmansız mı bırakayım? (Mindere yine kapanarak): Ya Rabbi! Ya Rabbi! Ben mezarın yılanlarına, СКАЧАТЬ
2
Yunanistan’da bir şehir