SERGÜZEŞT. Samipaşazade Sezai
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу SERGÜZEŞT - Samipaşazade Sezai страница 5

Название: SERGÜZEŞT

Автор: Samipaşazade Sezai

Издательство: Автор

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8035-61-2

isbn:

СКАЧАТЬ bir iskemlenin üzerine çıkarak demiri yukarı doğru itti. Mümkün değil! Kızgınlık ve ümitsizlikle titremeye başlayan elleriyle bir kere daha denedi. Mümkün değil! Demir, hanımıyla Taravet’in kalbi gibi hissiz duruyordu. Ümitsizliğin verdiği olanca kuvvetiyle bir kere daha itince demir, yerinden kımıldadı. İskemlenin üzerine ara sıra oturup, nefes alarak işine devam etti. Yarım saatlik bir çalışma sonrasında engelleri kaldıran kapı açıldı. Kapıyı tekrar kapatmayı düşünmeden kendini sokağın ortasında buldu.

      Gece, bütün sessizlik ve karanlığıyla ortalığı sarmıştı. Ne gökte bir yıldızın ne yerde bir kandilin ışığının göründüğü bu koca gecenin içinde hiçbir ses işitilmiyor; sadece uzaktan uzağa havlayan köpeklerin sesleriyle, ara sıra şiddetli bir şekilde esen soğuk, etkili bir rüzgârın eski Bizans harabelerinden çıkardığı korkunç yankılar, korkan kulaklarına ulaşıyordu. Korkusundan önüne bakarak ve adımlarını sık sık atarak mahalleyi geçti. Bir tarafında yangın harabesine rastlayınca oradaki bir evin kapısının önünde birdenbire durdu. Yaşamak için yumuşak huyluluğa, okşanmaya ve korumaya muhtaç olan bu varlığın küçücük kalbi, o büyük gecenin korkunç sessizliğiyle harabelerden çıkan müthiş seslerden ve kuzeyin buzlu dağlarından dökülüp gelen o etkili rüzgâr, en ince sinirlerine kadar yayılarak bütün vücudunu titretmeye başladığı zaman, Taravet’in zulüm ve eziyetinin hatırası canlandı. Soğuğun etkisi ve korkunun şiddetiyle özgürlüğünü ve rahatlığını kaybettiği, kalbine ve zihnine hücum ederek hayalindeki dehşet ve korkunun da kuvvetiyle özgürlük ve baskı bütün gücüyle etkisini göstermeye başlayınca da bulunduğu yere birdenbire oturdu.

      Yorgun olan gözleri varlıkları rüya gibi gördüğü zaman ta karşıda, siyah bir kadifeyle örtülü gibi görünen karanlık gökyüzünün ufuklara yakın bir köşesinde, sise benzer bir ışık ortaya çıktı. Bu ışığın ortaya çıktığı gökyüzüne daha dikkatli bakınca o ışığın içinde anneciğinin gülümseyen yüzünü gördü. İşte orada… Kendisine gülüyor! Sözlerini işitecek. Ah, üzerine doğru geliyor. Gücünün erişemediği şeyleri taşımaktan iskelete dönmüş kollarını anneciğini kucaklamak için gökyüzünün o tarafına doğru uzatarak, “Aman, imdadıma yetiş!” dedi, sonra şiddetli bir feryatla arka üstü düştü, bayıldı.

      2

      Derin bir uykudan uyandığı zaman kendisini, bilmediği bir evin, bilmediği bir yatağın içinde buldu. Karşısında, zamanın geçerken bıraktığı izlerle buruşmuş ihtiyar bir yüz, ihtiyar bir kadın, kendi ışığı biterken, ruhunun hafif ışığının yansımaya başladığı yumuşaklık ve şefkatle dolu gözlerini çocuğa dikmiş, titreyen elleriyle ilaç veriyordu. Hiç şüphe yok ki o merhametli bakış bu küçük için ilaçtan çok, kederli kalbinin dermanıydı. Siyah olduğu zaman sevdayı, beyazladığı zaman merhameti uyandıran saçları, yatağın içinde Dilber’in üzerine döküldüğü zaman ona, pek yakışmıştı. O uyuyan ve acı çeken ruhun yorganı da böyle nurani olmalıydı. Yattığı odada bir minderle onun köşesinde yine küçük bir minder vardı. Odanın ötesinde berisinde birer küçük şilteden ve bundan elli altmış sene önce yapılmış bir dolabın içinde Çanakkale testisiyle bardağından başka bir şey yoktu. Çocuk, yatağın içinde kalkıp da arkasını yastığa dayadığı ve yanına koydukları bebeği kucağına aldığı zaman, ihtiyar kadın konuşmaya başladı:

      “Yavrucuğum, sen kimin kızısın?”

      “Ben halayığım.”

      İhtiyar kadın biraz düşündükten sonra o yumuşak ve titrek elleriyle Dilber’in saçlarını okşayarak, “Kimin halayığısın?” diye sordu.

      “Hanımın.”

      “Hangi hanımın?”

      “Atiye Hanım’ın annesinin…”

      İhtiyar kadın bir asırlık başını eline dayayarak biraz daha düşündükten sonra:

      “Sen dün gece öyle geç vakit niçin sokağa çıkmıştın, kızım?”

      Dilber, cevap veremedi.

      “Öyle gece yarılarında çıkan hayaletleri düşünmeden, yaramaz çocuklara görünen umacılardan14 korkmadan buralara nasıl geldin yavrucuğum?”

      Dilber yine cevap vermedi.

      “Dün gece yatakta anneciğini sayıklıyordun. Annen kimdir? Şimdi nerede? Söyle evladım.”

      “Bilmem…”

      İhtiyar kadın gözlerinin yaşını sildi.

      “Dur, sana torunumu göndereyim de beraber oynayın,” diyerek kapıdan çıktı.

      Bir iki dakika sonra odanın kapısında bir çocuk göründü, yüz yüze baktıktan sonra çocuk yatağa doğru koştu, birbirlerinin boynuna sarıldılar. Dilber, bu çocuğun mektep arkadaşı Latife Hanım olduğunu yatağın yanına yaklaşana kadar anlamamıştı.

      “Dilber sana ne oldu?”

      “Hiç, ben kaçtım.”

      “Niçin kaçtın?”

      “Beni çok dövüyorlar. Çok hizmet ettiriyorlar. Sonra her dakika, ‘Pis Çerkes, pis halayık diyorlar.’ Oyun oynasam yasak. Üşüdüğüm zaman mangalın kenarına otursam Taravet, maşayla elimi yakıyor. Bak koluma!” dedi.

      Gerçekten, yorganın içinden çıkardığı esmerleşmiş, katılaşmış kolunun üzerinde bir yanık izi vardı, sonra yine sözüne devam ederek:

      “Bu yatağı aşağıya indirin de ben sizin esiriniz olayım. Sana su taşırım. Bebeklerini giydiririm, odanı süpürürüm, beni bırakma,” dedi.

      Latife, “Seni burada dolaba saklarım, kimse bulup götüremez,” diye cevap verdi.

      Bir çocuğun bir çocuktan yardım istemesini, diğerinin insanlık sevgisine açık olan küçücük, sevgi dolu kalbinin arkadaşça yönlendirmesiyle tek kurtuluş çaresi olarak, “Ben seni dolaba saklarım,” yolundaki masum ve koruyucu vaadini işitmek ne dokunaklı şeydir!

      Bu gizli konuşmayla verdikleri kurtuluş kararı, ikisinin de meleklerin ağzıyla öpülmeye layık olan masum, temiz yüzlerinde sevinç ışığı olarak görünmeye başladı.

      Zavallı çocuklar! Sizin o mini mini elleriniz, Asya’nın eski vahşetinin kullandığı ve birkaç asırdan beri insanlığın zorbalığı altında inlediği esaret zincirlerini kırmak için değil, belki kendiniz gibi küçük kuşları, güzel çiçekleri okşamak içindir.

      Latife, koşarak büyükannesine bu kızın kimin halayığı olduğunu ve nasıl keder ve acı içinde bulunduğunu yanıp yakılarak, gücünün yettiği derecede tarif etti.

      İhtiyar kadın, çok defa bu yaştakilere özgü ilahi tevekkül ve vicdan rahatlığından doğan yüce bir sessizlikle Dilber’in yanına geldi.

      “Sen korkma benim güzel evladım,” dedi.

      Sona yaklaşan bir ömür, yeni başlayan СКАЧАТЬ



<p>14</p>

Umacı: küçük çocukları korkutmak için uydurulmuş, korkunç bir biçimi olduğu düşünülen düşsel yaratık