Название: Zemheri Kadinlari
Автор: Hamza Nuh Özer
Издательство: Hayy Kitap
isbn: 978-625-8222-51-7
isbn:
Odadaki kuzine bir süredir sönmüş olmalı. İs kokusu oradan gelmiş. İçerisi bir hayli serin. Başucumda benim için bırakıldığı anlaşılan yün içlikleri ve fanilayı görüyorum. Kıyafetlerim de özenle katlanmış. Bana aitler ama hangi arada yıkandılar, hangi arada kurudular? Arap sabunun kokusu buradan geliyor.
Üstümdekiler ise berbat halde, nemliler ve ter kokuyorlar. Pis kokunun kaynağı da bu. Yastığımda siyah bir kafa izi, utanç verici…
Yemekten hemen sonra ateşlenmiş olmalıyım. Yatağa geldikten sonrasına dair bir şey hatırlamıyorum. Aslında geldiğimi de, taşımışlar beni. Havaleli rüyalarıma dair bir anı yok. Kütük gibi bir uyku…
Bu odanın camındaki kar da temizlenmiş. Dışarıda açık bir hava var. Masmavi gökyüzünün parıldaması gözlerimi alıyor. Üstümü değiştirmeye başlayınca, çay bardağında dönen kaşığın şıkırtılarını duyuyorum. Yıkansam iyi olacak ama çaresizce yün pantolonumu ve kazağımı üstüme geçiriyorum, eskiye göre daha temizim en azından.
Odamın yarı aralık kapısı gece boyunca rahatsız edilmeden kontrol edildiğimi anlatıyor. Eski ahşap bir komodin var, marangoz usulü kötü işçilikle yapılmış. Üzerinde su dolu çinko kaplama bir kap, bezler ve gül suyu şişesi. Ateşimi düşürmeye çalışmışlar.
Sofa buz gibi, kesiyor tabanlarımı. Çıplak ayaklarım hafif ıslak toprak zeminde bıçakla kesilir gibi üşüyor. Üç adımda diğer odaya atıyorum kendimi. Yine is, reçine ama bu defa tereyağı, hafif de yanan kozalak ve tezek kokusuyla. Fazlasıyla sıcak. Kuzine gümbür gümbür, üstteki deliğinden alevlerin ışıltısı tavana vuruyor.
Yaşlı kadın yine aynı yere kurulmuş. Sanki tüm gece o sacın başından hiç ayrılmamış. Bazlama yapıyor bu defa, fark etmiyor beni.
“Günaydın!”
Seslendiğimi duymuyor. Minderin köşesine kurulmuş yaşlı adamı fark ediyorum, beni görür görmez hopluyor ayağa, kendine çeki düzen verirken yanıtlıyor, “Hayırlı sabahlar. Gel sobaya ver arhanı, otur hele!” Sanki evin her zamanki adamıyım.
Çocuk oralı değil. Yine, manzarası kardan sıyrılmış pencerenin bir metrelik pervazında oturuyor, elinde tahtanın üzerine çivi çakılarak oluşturulmuş bir oyuncakla uğraşıyor.
Bacaklarım titriyor halsizlik ve açlıktan. Gösterdiği yere devriliyorum. Ağzındaki büyük lokmayı yanağının kenarına sıkıştırıyor, “Goyün muhtarıyım. Esmim Ahmet,” bir yandan da sofradakileri önüme iteliyor. “Bazlamaları soğutma!”
“Sağ olun, ben de yeni atanan köy öğretmeniyim. İsmim Muzaffer, kusura kalmayın, yol ve hava çarpmış biraz, gece rahatsızlık verdim size,” nasırları dikenleşmiş sert kemikli ve soğuk elini sıkıyorum. Benim ellerim bunların yanında bakımlı, yumuşak, kadın eli gibi.
“Çoh hestaydın, eki gecedir eteşin düşmedi,”
İki gece mi? Şaşkınlıktan bir şey diyemiyorum.
“Buranın havası çarpmaz, sen yol yorgunu olmuşsun. Terlemişsin garda. Eteşlendin, havale geçirdin. Nuriye’ye galsa dihecekti seni ahşam vahti. Suya basacahtı ki ebe geldi. O olmayaydı ayvayı yemiştin. Geldi getti seni düzeltti.”
Sanrılarım olduğunu sandığım şey ebeymiş meğer. Beni kendime getirdiği için müteşekkirim.
“Nuriye! Çay goy!” diye bağırıyor. Kadın beni ondan sonra görüyor, telaşla fırlıyor yerinden, “Yavrum eyisin ya, gorhtum biraz, ateş gibi yandın eki gün.”
Muhtar ekliyor, “Nene de başından ayrılmadı ateşin düşesiye gadar,” onun da nene diye hitap etmesi ilginç geliyor yaşlı karısına. Bunca yıldan sonra kardeş gibi olmuşlar.
Benim için girdikleri zahmetten dolayı mahcubiyet duyuyorum, işe yarayacağıma iş olmuşum onlara, “Eksik olmayın. Çok iyiyim şimdi. Kıyafetler için de sağ olun. Zahmet vermişim size,” Nene çayımı veriyor, ince belli bardak. Camın kenarından belli belirsiz bir koku geliyor, koyun gibi.
“Ne zahmeti! Ehtiyarın eskilerinden de verecem sana. Eşyalarını çıhardım. Islahtılar.”
Muhtar kızarak lafı kesiyor, “Senin çenen yoh mu, bir soraydın hocaya önce. Zahmeti yoh, sen galhıp o gaddar yol geleceksin cocuhlara ders vermeye, biz seni buralarda hasta edecez he mi? Heç olacah eş mi? Sen gussura galma asıl, garşılamaya gelemedik, cenezemiz vardı.”
Şimdi aklıma geliyor. Konuşulanları hatırlıyorum. Bazlamayı çiğnerken, çok da yerinde olmuyor ama “Ha, nene söylemişti, başınız sağ olsun, çok kötü olmuş diye anlattı,” nasıl hitap edeceğimi bilemiyorum. Çocuğun hitap biçimi en uygunu gibi geliyor. Nene güzel bir isim.
“Ya ya, gencecik gelin. Ehmal, ahılsızlık işte… Gecenin bir vahti suya mı gedilir? Hayvanların aç zamanı. Adama da saldırırlar.”
“Kimse yok muymuş yardıma gidecek?”
“Beyi Gamal. Ama şehre gettiler, tüccarlardan goyün parasını alıp öte beri getirmeye. Haydarlan, Demirlen bereber. Gar bastırdı ondan gelemediler. O tarafın yolu kötü, araç gelmez. Getmeyin bu zamanda dedim, dinlemediler. Zor gelirler tirenden buraya. Gar, gış, gıyamet. Tiren yolundan buraya yarım gün sürer yayan ama bu havada yörünmez. Biz bağırtıyı duyduh ama gidene gadar eş eşten geçmişti. Parçalamışlar gızı.” Anlattıkları çok vahşice, yine de hiç etkilenmemiş gibi yemeye devam ediyor. Kanıksanmış bir yaşantının izleri bunlar.
“Başka yetişkin erkek yok mu?”
Nene yine lafa atlıyor, “Yoh yavrum! Coluh cocuh, garılar, bir de deli Mamomuz var… Hele yeyin hele!” patates, soğan ve yumurtayla hazırladığı piyazı çinko kapta önümüze bırakıyor. Yediğim her şey kendi kokusuna ek olarak bir de koyun kokuyor yine.
Muhtar ters ters bakıyor Nene’ye, “Şu adama deli diye diye deli ettiniz,” çay tabağında duran kalın tuzdan bir tutam alıp piyaza serpiyor, “Gendimize zor sahap çıhıyoh, elden ne gelirse.” Kardeşlikleri didişmekle eğlenceye dönüşmüş belli ki.
Teneke kaşığı piyaza daldırıyorum, tuz taneleri dişlerimin arasında çatırdayıp ekşi ekşi yayılıyor damağıma, “Her yer birbirinin aynı Nene, kaybımız çok olsa da devletin eli kuvvetli, bak bizi size gönderdi işte…” diyorum, sonra patavatsızlık ettiğimi düşünerek kızarıyorum. Muhtarın iş gören bedeni yaşına rağmen kuvvetini kaybetmemiş görünüyor. Az önce elimi biraz daha sıksaydı kemiklerimi çatırdatacağına eminim.
O da bozuluyor sanki biraz lafıma, “Yemeği bitirek, eğer toparladıysan ohula giderik,” sesinde, bende iş var, der gibi bir iğneleme seziyorum, “Goyü de olduğu gadar gezerik. Vahit bol nasıl olsa. Sana galacah yer olarak goy odasını ayarladıh. Orası daha golay, ohulun binası tek oda, hazırlığı da yoh. Hem ohulun dibinde sayılır. Yine de bir başıma şimdi zor olur den, o zamanı başımızın üstünde yerin var. İstediğin zamana gadar misafirsin.”
СКАЧАТЬ