Rikalda yahut Amerika'da Vahşet Âlemi. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Rikalda yahut Amerika'da Vahşet Âlemi - Ахмет Мидхат страница 15

Название: Rikalda yahut Amerika'da Vahşet Âlemi

Автор: Ахмет Мидхат

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6486-18-8

isbn:

СКАЧАТЬ anlamış olsaydı korkusundan tüyleri ürpereceği kesindi.

      Kızcağız mağaranın büyük kapısından dışarıya çıkıp da kedisini gayet latif bir orman içinde bulunca mağara içinde gözünü gönlünü istila etmiş bulunan ağırlık birdenbire bir ferahlık ve neşeye dönüştü. Şurada burada bazı Aztek vahşilerini gördü ki küme küme oturmuşlar ve sohbet ediyorlar. Miss Johnsonser’i gören Aztekler dün doya doya seyredememiş bulundukları acayip mahluku bugün daha yakından doya doya görüp tatmin olacakları için pek ziyade güler yüz göstermiştiler. Ancak bir ağacın dibinde manga kurmuş olan Fardiç, Rikalda, Aralda ve Kadagoz vardı. Aralda ve Kadagoz yeni misafiri görünce rüyada görülse hayra yorulmamak lazım gelen bir çirkin mahluk görmüşler gibi ikisi de kaşlarını çatıp suratlarını ekşitmişlerdi.

      Kadagoz neyse ne ama Aralda şu beyaz derili hakkında neden fikrini değiştirmişti? Zira malumumuzdur ki Aralda Johnsonser’i ilk gördüğü zaman şu beyaz derili kızın kendi gözüne pek hoş göründüğünü itiraf eylemişti. Sonra kocası Rikalda bu kızı övgüye layık bulduğu için fikrini değiştirmiştir.

      Zaten kayınvalidesi Kadagoz de sadece kendi kocası Fardiç’in beyaz derili kızı beğenmeye şayan gördüğü için kıskanmış değil miydi? Bu vahşi gelin ve kaynananın zavallı Miss Johnsonser’i bu surette kıskanmaları pek tehlikeli hâllerden idiyse de kızcağızın acemilik hasebiyle bu durumlardan haberdar olmaması, zikredilen tehlikeyi azaltıyordu.

      Rikalda kızın mağaradan çıktığını görünce muktedir olabildiği kadar nezaketli bir tavırla yanına koşup bir şeyler söylemeye başladıysa da Miss Johnsonser vahşinin lisanını bilmiyor ki ne demek istediğini anlayabilsin. Bununla beraber herif sert bir suratla kendisini tehdit edeceğine mülayim bir tavır ve nezaket gösterdiği için memnuniyetini gizleyememişti.

      Nihayet Rikalda iki avucunu yüzüne çarparak güya bir yerden su alıp yüz yıkadığını taklit edince Miss Johnsonser herifin meramını anladı ve muvafık bir tavır gösterdi. Rikalda kızın önüne düşüp orman içinde yüz adım kadar mesafede bulunan bir kaynağın yanına götürdü. Miss Johnsonser sabah ihtiyaçları için suya muhtaç olduğundan vahşinin bu delaletinden memnun kaldı. Kendisini orada yalnız bırakıp çekilmesini Rikalda’ya işaret ediyor idiyse de bir türlü anlatamıyordu. Geldiği yeri ve uzakta bıraktığı arkadaşları gösterip, eliyle de oraya gitmesini işaret ettiği hâlde Rikalda tam tersine oradaki adamları çağırıyor zannederek ettiği nidalarla birçok kimseleri oraya çağırıyordu.

      İnsan yaşamak zorunda kaldığı başka insanlar arasına karışınca ve yaşamak zorunda kaldığı ve beraber olduğu halkın lisanını da bilmeyince çok zor durumlarda kalır. Meramını anlatmak için o kadar taklitler yapar ki bu sırada gayet gülünç bir hâle girer. İnsan küçük bir arzusunu anlatmak için çok gülünç hâller yaşar.

      Rikalda’nın nidaları üzerine birçok kimseler kaynak başına koştukları gibi Moşamol da koşup gelerek Miss Johnsonser’i orada bulunca ve kız ile birkaç laf edince meselenin neden ibaret bulunduğunu anladı. Bu gibi hususi ihtiyaçlarda bir kadının yalnız kalmaya muhtaç olduğunu vahşilere anlatmaya başladıysa da o zamana kadar bu gibi medeni durumlarla hiç karşılaşmamış bulunan vahşilerin Moşamol’dan işittikleri ilk sözü kolay kolay anlayabilmeleri muhtemel midir?

      Bunlar için tabii olan hâllerin tamamı makbul görülür. Bir ahırda bağlı olan ineklerin, öküzlerin, buzağıların tabii ihtiyaçlarını gidermek için hiç sakınmadıkları gibi, vahşîler de buna benzer ihtiyaçlarını gidermek için birbirlerinden pek de sakınmazlar. Yani tuvalet gibi ihtiyaçlarını giderirken gizlenmeye pek ihtiyaç hissetmezler. Hem Aztekler kadim bir medeniyete sahip oldukları hâlde bile böyledirler. Bunların dışında pek de medeniyet görmemiş diğer birtakım vahşiler daha vardır ki, onlarda hayvani hâllerin hiçbir kısmı ayıp karşılanmaz. Hayâ denilen şey hatır ve hayallerinden bile geçmez.

      Ne dersiniz? Bunlar beyaz derili kızın şu sakınmasını çirkin ve sakat olan vücutlarını başkasına göstermek istememesine bağlarlarsa şaşmaz mısınız? Bu zanna hakikat derecesinde kuvvet vermiş olduğu muhakkaktır. Zira Moşamol’un ihtarı üzerine vahşiler oradan çekilmiş idiyseler de cümlesi âdeta bu kızdan iğrenerek çekilip gitmişlerdi. Bu iğrenme durumu bir dereceye kadar Rikalda’da bile müşahede olunmuştu.

      Miss Johnsonser billur gibi kaynak suyuyla elini yüzünü yıkayarak saçlarını topladı. Tarağı yok idiyse de ince uzun beş on dikeni parmakları arasına dizdi. Kaynağın berrak suyunu ayna gibi kullanıp imkânlar dâhilinde tuvaletini de bu şekilde tamamladı. Vahşilerde saçlara hizmet âdeti tamamıyla yok olmamıştı. Etlerden temin ettikleri yağlarla bazen saçlarını yağlamak âdetti. Beyaz derili kızın bu alışkanlığı kendi âdetlerine benzer olduğu için beğendilerse de böyle yıkanmak ve taranmak nevinden şeyleri âlemden saklamakta bulunması hakkındaki hayretlerine yine devam ettiler.

      Vahşet âlemine düçar olduğu şu ilk gün içinde vahşilerin her hâli Miss Johnsonser’in ve onun her hareketi de vahşilerin garibine gidiyordu. İki tarafın birbirlerini nasıl garipsediklerini ayrıntılarıyla anlatırsak âdeta ciltlerce kitap yazmamız gerekir. Zira beyaz derili kız nasıl yemek yiyor, nasıl oturuyor, kalkıyor, nasıl gülüyor, nasıl konuşuyor gibi en küçük hareketleri bile onların hayretlerinden kaçmıyordu. Aynı durum Miss için de geçerliydi. Dolayısıyla biçare Moşamol bunlar arasında tercümanlık edeceğim diye âdeta nefesini tüketiyordu.

      Miss Johnsonser’in hepsinden ziyade hayretini çeken şey o gün Kadagoz’a aşçılık hizmetini eden bir vahşi karının kuşluk yemeği için pişirip ortaya koymuş bulunduğu toy kuşu olmuştu. Evvela bu yemek tuzsuz pişirilmiş, ikincisi kuşun içi ayıklanmak şöyle dursun tüyleri bile yolunmaksızın bir kazığa saplanıp ateş üzerinde ütülenmek suretiyle dışı yakılıp içi öylece haşlanmıştı.

      Miss Johnsonser zaten manzarası hiç de iştah çekmeyen bu yemeğe bir kerecik elini uzatmış bulunduğuna pişman olarak geri çekilmişti. Bu civarlarda tuz bulunup bulunmadığını ve pişirilecek avların ne hikmetten dolayı temizlenmediğini Moşamol’dan öğrenmek istemişti. O da bazı dağlarda kaya tuzları bulunsa da vahşilerin tuz kullanımına alışmadıklarını ve pişirilecek hayvanların içleri çıkarılsa ateş üzerinde dışları büsbütün yandığı hâlde içleri hiç pişmeyeceğini ve tüyleri zaten yanıp ütüleneceği cihetle onları yolmak zahmetine hacet de bulunmadığını anlatmıştı. Bütün olarak pişirilecek olan hayvanın karnı açılmaksızın ateş üzerine konulmasının, pişmesine yardım edeceği bazı Arnavut dağlılarının da kazıkta kuzu, koyun pişirmelerine vâkıf olanlarca da malumdur. Bu dağlılar pişirdikleri hayvanın karnını hiç deşmezler ve içini çıkarmaz değildirler. Hayvanın karnını temizlerler ise de kazığa geçirdikten sonra yine dikip kapattıkları gibi tulum çıkardıkları pöstekisini de tekrar üzerine geçirip o şekilde pişirirler ki pişmesi tamamlanınca da pöstekiyi yırtıp kebabı ortaya çıkardıkları zaman ilik gibi pişmiş olan kebabın manzarasıyla herkesin iştahını kabartırlar. Bunların itikadına göre şişteki kuzu içinden pişmeye başlar. Karnı açık olsa kuzunun dışı yandığı hâlde içi yine çiğ kalır. Bizim kendi tecrübelerimiz de bunu tasdik eder.

      Ama vahşiler her şeyde geri ve yeni oldukları gibi yemek pişirme konusunda da çok basit olduğundan, onların pişirdiği etlerin en güzeli işte bu toy kuşu iken o bile bir medeninin iştahına mazhar olamamıştır. Moşamol’un anlattığına göre diğer yemekleri parça parça etleri veyahut balıkları ateş üzerine bırakıp yarı СКАЧАТЬ