Название: Demir Bey yahut İnkişaf-ı Esrar
Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-94-5
isbn:
İşte Mustafa Kamerüddin Bey, pederini bu derecelerde takdir ettiği, sevdiği hâlde pederi kendisini bu nispette sevmez mi zannedersiniz?
Gerçi Frengistan’a gönderildiği zaman validesi oğlunun iştiyakına tahammülü tükendikçe:
“Oo! Artık sen de ben de evladımızın hasretine dayanamayacak valideler pederler hududundan çıktık. Bu olur ama evladı henüz kucağında bulunan genç valideler ve pederlerde olur. Bundan sonra Mustafa bizim oğlumuz olmaktan ziyade başlı başına bir adamdır. Vazifesi bir çift anaya babaya evlatlık yapmak değil; bize torun olacak çocuklara baba olmaktır. Validesinin dizinin dibinden ayrılmasın diye herifi tahsilinden, eğitiminden, terakkisinden, tekemmülünden menedecek değiliz ya?” diye oğlu hakkında zevcesinin soğukluğa hamledeceği yolda fikirler beyan ettiği çok olur idiyse de, bu mülahazalar da Demir Bey’in çok hikmetli hareket ettiğini gösterir. Her ne kadar zevcesi:
“Sen oğlunu benim kadar sevmezsin de onun için böyle söylersin!” diye muahezeden yüz çevirmez ise de Demir Bey zevcesinin bu hâli âdeta bir bencillik eseri olduğunu pekâlâ bilir. Zira kendisi de oğlunu nefsinden ziyade severdi. Zaten bundan sonra kendi hayatı oğlunun şan ve şerefle geçireceği hayattan ibaret kalacağını hükmederek Mustafa Kamerüddin hakkındaki sevgisini bu şekilde gösteriyordu.
İşte bugün birisi gemiden ve diğeri ölüm yatağından çıkarak birbiriyle kavuşmuş bulunan baba oğul şöyle bir çift baba oğuldurlar.
Mustafa Kamerüddin babasının kansızlıktan cansızlıktan buz gibi soğumuş olan solgun elini ateşli dudaklarıyla kızdırırcasına bir iştiyak ve istekle öptüğü sırada pederi de oğlunun başını öpmeye, saçlarını koklamaya ve oğlundan kurtarabildiği bir eliyle yüzünü gözünü ve taze bıyıklarını okşamaya başladı.
“Sarmaş dolaş” şeklinde olmazsa da onlar kalben sarmaş dolaş olmuşlardı. Bu durum beş dakikadan fazla devam etti. Bu müddet zarfında pederinin lisanından:
“Evladım! Mustafacığım!” sözlerinden başka söz çıkamadı. Oğlunun lisanından da kesik kesik:
“Babacığım! Babacığım!” sözleri işitiliyordu.
Hastanın yatak odasında şu anda peyda olan levhayı yalnız bu baba oğuldan ibaret zannetmiyorsunuz ya? Bunlar levhanın ilk planı, yani birinci mertebede ilk göze çarpan şeylerdi. İkinci planda bir valide ve üçüncü planda yani oda kapısının yarı dışarısında ve yarı içerisinde ikisi beyaz, birisi siyah iki cariye görülüyordu. Bunların üçü de Mustafa Kamerüddin’in Avrupa’ya gidişinden sonra satın alınmış olduklarından konağın ikinci beyefendisi olmak üzere Frengistan’dan dönmüş olan genç ve güzel beyi büyük bir hayretle temaşa ediyorlardı.
Ya valide?
Hah! İşte asıl dikkat edilmesi gereken valide değil midir? Hastanın görmüş olduğu hayaller üzerine biçareden buz gibi soğumuş olan Feride Hanım karşısında kocasıyla oğlunun birbirinin nasıl canı ciğeri olduklarını gösterecek hâl ile kavuştuklarını görünce kendisinin derin hislerinin bunların ikisinden de bambaşka olduğunu büyük bir dehşetle müşahede ediyordu.
Eğer valide, irfanı nefis nimetine nail olmuş bulunsaydı ve şu anda kendi durumunu hikmetli bir fikir ile tayin etmiş olsaydı, görmeli ve hükmetmeliydi ki, hastada müşahede olunan acayip ve garip hâller, Demir Bey’i bu ailede yabancılıkla itham ettirmeyecektir. Belki kendisini yabancı hâlinde bırakacaktır. Zira familya halkı, karı koca ve oğuldan ibaret bulundukları ve işte baba oğul tek vücut oldukları hâlde, bunlardan asıl ayrı kalan ise valide olmuştur.
Feride Hanım haddizatında zeki bir kadın olmakla beraber şu hakikati göremedi. İhtimal ki zeki bir kadın olduğu için… Zekâsı ona başka bir şey gösterdi. O gördüğü şeyi de hakikat sandı. Zira kocasıyla oğlunun şu samimiyetini görmesi üzerine kendi kendisine dedi ki:
“Ah! Gözümün nuru Mustafacığım! Sen babanın ne olduğunu bilsen hiç de o uğursuz eli bu kadar muhabbetle öpmezdin! O el öyle bir harekette bulundu ki hiçbir Müslüman’ın eli o hareketi taklit bile edemez.”
7
Baba ile oğul doyuncaya kadar öpüştükten, koklaştıktan sonra Demir Bey sağ elini oturduğu mendirek üzerine defalarca vurup bu işaretle şöylece yanı başına oturmasını emretti. Mustafa Kamerüddin Bey babasının yanına oturdu. Evvela Demir Bey söze başlayarak şu şekilde bir muhavere cereyan etti:
“Oğlum, âdeta kefeni paralayıp kurtuldum. Daha doğrusunu istersen defnedildiğim mezarın tahtalarını alnım ve göğsüm ile kaldırarak o şekilde çıkıp dünyaya tekrar geldim.”
“Allah’a çok şükür babacığım! Yeni hayatınızı tebrik ederim.”
“Fakat bu tebriki asıl validenin muvaffakiyeti için etmelisin! Zira validen olmasaydı helakim muhakkaktı.”
Demir Bey bu sırada karısının da yüzüne bakarak:
“Ferideciğim! Hayatımın kalanını sana borçluyum. Bundan sonra kaç nefes alacak isem Allah’ın lütfuyla beraber, bu nefesleri yine senin şefkat ve merhametinin sonucu olmak üzere almış olacağım!” dediğinden bu söz Feride’nin dört beş dakikadan beri devam eden dalgınlığını izale ederek aklını başına iade etti. Dolayısıyla dedi ki:
“Hizmet bizden, şifa Allah’tan oldu. Derdi veren de Allah’tır, dermanı veren de!”
Demir Bey hem karısına cevap olmak, hem de oğluna hitap makamında bulunmak üzere dedi ki:
“Mustafa! Gerçek söylerim ki geçirdiğim hastalık validen için cehennem azabı oldu. Düşün ki hastalığım humma3 idi. Zaten titiz bulunan bir adam bir de humma delisi olursa zevcesine ne kadar üzüntülere sebep olur!”
Mustafa Kamerüddin Bey asıl pederini üzmemek lüzumu gördü ve dedi ki:
“Her ne ise babacığım, hepimize birden ‘geçmiş ola’ deriz de bu hastalıkların, bu üzüntülerin bir an önce geçmesini dileriz. Müsaade buyurursanız büyük bir şükür ve iftihar ile arz edeyim ki, bu sene imtihanlarda Paris ilim heyetinin pek ziyade övgülerine mazhar oldum.”
“Zaten bunu bana yazmıştın da… Pek sevinmiş idiysem de sana sevincimin derecesini yazmaya vakit bulamadım.”
“Yazdığınız iltifatname de bence kâfiydi.”
“Hayır hayır! O gün on sekiz ateşli tabancanın son tecrübesiyle meşgul olmasaydım daha fazla yazardım. Fakat iki namlu arasında СКАЧАТЬ
3
Sivrisineklerin ısırması sonucu bulaşan sarı humma virüsünün neden olduğu ciddi bir hastalık.