Название: Viyana Dönüşü
Автор: M. Turhan Tan
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-95-2
isbn:
İşte bu tahammülsüzlükle her iki harem ağası birden atlarının dizginlerini çekivermişler, kendilerini çerçeveleyen uşak kümesi ortasından ince boyunlarını uzatarak Deli Murat’la Kara Mehmet’e haykırmışlardı:
“Bre yolsuzlar, bre erkânsızlar, şevketlu hünkârın has kulları önünüzden geçerken sırık gibi ne dikelir durursunuz. Selam vermek, saygı göstermek, etek öpmek yok mu?.. Siz dağda mı boy saldınız, çam ağacı gibi mi serpilip çıktınız?”
Kara Mehmet duymazlığa gelirken Deli Murat, yaydan kurtulmuş bir ok gibi fırladı, saraylıların yanına ulaştı:
“Anlamadım.” dedi. “Ne diyorsunuz?”
Hizmette daha eski olduğu anlaşılan biri cevap verdi:
“Salt kör değilmişsiniz, sağırlığınız da varmış! Ne dediğimizi duymadın mı eşek?”
Hadım köle, son kelimeyi kuvvetli olarak söylemiş ve avluda uzun bir “eşek” hecesi titremişti. Bu sürekli aksin uğultusu henüz kulaklarda yaşarken “şırak” diye ondan daha sert, daha tiz ve daha gürültülü bir ses duyuldu, onu ince ve korkak bir “Yandım aman!” feryadı takip etti ve harem ağalarından birinin, Deli Murat’a eşek diyenin attan yuvarlandığı görüldü.
Gözü kan çanağına dönen Deli Murat, böğürür gibi öbür saraylıya soruyordu:
“Şimdi sen söyle, sırmalı marsık! Ne diyordunuz, bize neler söylüyordunuz?”
Hâlbuki o artık marsık değildi, arkadaşına inen sillenin kendi ruhuna aşıladığı acı ile bembeyaz kesilmişti, zangır zangır titriyordu ve kekeliyordu:
“Hiç ağa hazretleri, hiç! Kendi kendimize söyleniyorduk.”
Deli Murat zıvanadan çıkacak kadar kızmış bulunmasına rağmen bu kekeleyişe karşı gülmekten kendini alamadı:
“Ben ağa değilim, hazretleri hiç değilim. Bana Serçeşme Deli Murat derler! Arkadaşımın adı da Kara Mehmet’tir. Haydi, bir tokatta at üstünden yere düşürüp derviş secdesine yatan yoldaşını kaldırt da yoluna git. Bir daha da Uyvar Kalesi’ne bayrak diken Deli Muratlara, Venedik donanmasını bir gülle ile küle çeviren Kara Mehmetlere etek öptürmeye kalkışma. Bizim gibiler, düşmana ayak öptürürler amma kendilerine etek öptürmek isteyenlerin, saraylı da olsalar, derilerini yüzerler!”
Harem ağalarının yanlarındaki baltacı, şatır, yamak gibi uşaklar, ilk lahzada bıçaklarına el atar gibi olmuşlardı. Lakin Kara Mehmet’in sipahi kılığında olması, Deli Murat’ın da yarı çıplak kolunda hem levent hem yeniçeri dövmesi bulunması kendilerini saldırmaktan alıkoymuştu. O devirde sipahilere, yeniçerilere ulu orta el kaldırılamazdı. Padişahlar bile her iki zümre mensuplarından cezalandırmak istedikleri kimseleri kendi zabitleri vasıtasıyla hapse attırırlar yahut boğdururlardı.
Aynı zamanda bu uşaklar, harem ağalarından birinin sillelenmesinden ve birinin korkuya düşürülüp paçavraya çevrilmesinden için için haz alıyorlardı. Çünkü onların densizliklerinden, ahmakça çalımlarından, dillerindeki gemsiz küstahlıktan canları yanıktı. Bütün bunlara Deli Murat’la Kara Mehmet’in kolay yenilir insanlar olmadığını anlamak da katılınca bıçaklara atılmış olan ellerin hareketsiz kalışı tabii görülmek lazım gelir.
Fakat vaziyet harem ağaları için çok acıklı idi. Ağzı burnu kanaya kanaya atının ayağı dibinde upuzun yatmakta olan adam kadar öbürü de etrafa tebessümlü bir acınış telkin ediyordu. Biraz önce onları yarı mabut kudretinde görerek rükûlar, sücutlar içinde uğurlamaya koşanlar şimdi bıyık altından gülüyorlardı, Esirhanenin avluya bakan pencerelerinde kavsikuzahlar açılmıştı, renk renk kızlar manzarayı seyredip fıkırdıyorlardı.
İşte bu sırada Kara Mehmet araya girdi, atlı harem ağasına yanaştı.
“Hoş görün ağa…” dedi. “Bu işi. Siz saraylılar bizim dilimizi bilmezsiniz, biz taşra halkı sizin dilinizi anlamayız. Onun için ayda, yılda bir karşılaşırsak dalaşırız, birbirimizi incitiriz. Görüşmemiş olalım, tatlı tatlı ayrılalım. Sizin için de bizim için de hayır bundadır.”
Ve sonra eğildi, yerdeki harem ağasını şal kuşağından yakaladı, kara kıldan örülme bir çuval tutuyormuş gibi tek eliyle kaldırdı, atına bindirdi.
“Haydi!..” dedi. “Uğurlar olsun. Âdemoğulları için dövmek de vardır, dövülmek de. Bugün senin bahtına tokat yemek çıktı. Hoş bir şey değil amma suç senin. Sövmeyeydin, bu hâle gelmeyeydin.”
Yeni bir münakaşanın yeni bir dayakla neticeleneceğini, bu dev yapılı adamlarla başa çıkamayacaklarını çoktan anlamış bulunan ağalar ağızlarını açmadılar, uzun boylarını boyunlarının büklümü içinde kısaltarak atlarını sürdüler, hünkâra dert yanıp gördükleri hakaretin öcünü almak ümidi içinde oradan uzaklaştılar.
Şimdi esirhane emini, bütün adamlarıyla, Deli Murat’ın ve Kara Mehmet’in önünde eğiliyordu, dalkavukluğa girişerek yapılan işin yerinde olduğunu söylüyordu. Esirciler de saray adamlarını silleleyen yiğitleri korka korka süzüyorlardı. Çünkü onların alışveriş yapmaya kalkışmaları hâlinde çetin bir maslahatla karşılaşmış olacaklarını sezinsiyorlardı. Fakat iki yiğit dosta hakiki numaralarını verenler, pencerelere yığılan esir kızlardı. Onlar, harem ağasını bir sillede al kana boyayıp yere düşüren Deli Murat’ın pençesinde ve bu sillelenmiş iri boy Arap’ı tek eliyle kaldırıp at üstüne atan Kara Mehmet’in bileğinde yüreklerini hoplatan bir şey, bir cazibe, bir büyü görüyorlardı ve heyecan içinde titreşiyorlardı.
Hiddet buhranından yavaş yavaş kurtulan Deli Murat, kendilerini alkışlayıp duran esirhane eminini terslemekte gecikmedi:
“Ağa…” dedi. “Biz buraya ne harem ağası dövmeğe ne seni dinlemeye geldik. Biz alışveriş yapacağız.”
Ağa, sert söylenen bu sözler üzerine esircilerin en ileri gelenlerini yanına çağırdı, emir verdi:
“Şahbazları СКАЧАТЬ