Hatemü'l Enbiya. Celal Nuri İleri
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hatemü'l Enbiya - Celal Nuri İleri страница 10

Название: Hatemü'l Enbiya

Автор: Celal Nuri İleri

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-75-4

isbn:

СКАЧАТЬ az miktarda olan ürünlerini yetiştirmek için de kabileler, aralarında savaşırdı.

      İsimsiz çöller, pek kasvetlidir. Susuzluk sadece cisimleri değil, ruhları da kurutur. Yeşillik, sulak bir yer, şiirsel bir nokta diye adlandırılacak bir alan, Hicaz topraklarında oldukça nadirdir. Sıcak, fazlalaştığında hararet ve güneş ışınları biraz yemeklerin de yerini tutar. Beden, ihtiyaç duyduğu temel gıdayı doğrudan doğruya güneş ışığı ve havadan aldığı için Araplar pek yemek yemezler. Midelerindeki asit azdır. Maddesel çevre, Hicaz’da bireyleri, duygusal olarak yüksek bir derecede etkilemez. Arap şiiri, incelik ve ruhsal bir hassasiyet içeriğine sahip değil; düzenli bir akış ve düzgün sözlerle ilerler. Gönlü okşayan üsluba sahip şairler oralarda, Alplerde, Norveç kıyılarında, Bosphorus’ta (İstanbul) olduğu gibi herhangi bir seçim yapmaya gerek duymadan, doğal bir ruhsallıkla dökülmez. Şu kadar var ki, boşlukların derinliği, gecelerin parlaklığı, ruhu ve kalbi kendi içindeki derinliklerde boğulmaya sürükler. O iklim, insanı sinirli hâle getirir. Gergin bir hiddet ise genellikle zekâ ve dehadan doğar. Bu karakterin, bir taraftan, arzu ve kavuşmaya olan isteği, diğer taraftan çevikliği, becerikliliği, kavgacılığı doğurmaması mümkün değildir. Arap ırkı, Sami ailesine mensup olduğundan ve zenciler gibi geri bir tabakayı oluşturmadığından, bu maddesel çevrede, zekâsından bir şey kaybetmemiştir.

      Gökler, yıldızlar, evren, güneş, ay Arap ruhunu oldukça meşgul eder. Muhammedî dönemin eserleri değerlendirilecek olursa, daima evrensel, göksel bir nedenin konu edinildiği fark edilecektir.

      Arapların, savaşçı ve süvari olarak tanınmasının temelinde doğa etkendir. Arap, koşmaya, dolaşmaya, savaşmaya mecburdur. Bu özelliklerini geliştirmezse hayatını kazanması oldukça güçleşir. Bu şekilde Arap kabilelerinin bölünme şekilleri, kabile reisleri, reislerin merkezi Mekke’de bulunan asilzadelere mensup bir cumhuriyet oluşumu hep bu maddesel çevrenin eseridir. Memleketin yaşamaya uygun ortamlarının azlığı, göçebeliği, göçebelik de panayırları meydana getirmiştir. Kabilelerin bu maddesel çevre etkenlerinin sonucunda toplu hâlde bulunması, bir nevi görgü kurallarının kendine yer bulmasını sağlamıştır. Aşiret hayatı gereği reislere ihtiyaç duyulmuş; bu zorunlu durumlardan asilliğin sürdürülmesi, asalete gözetilen saygının oluşması, soylu bireylerin önem kazanması gibi Arap topluluklarına özgü birtakım gelenekleri ortaya çıkarmıştır.

      Bu tekdüzelik, işsizlik, araştırma ve meşguliyete maddesel bir zemin bulamamak ve özellikle çeşitli kavimlerle pek ilişkide bulunmamak, böylesine zeki bir kavmin, kullandığı dilin düzen ve vezinleriyle uğraşmasına, sözlü müzik ve kafiyelere, sonuç itibariyle lisanı incelemesine, kelimeleri bölümlerine ayırıp ifadelerini arttırmasını sağlar. Bundan dolayı lisan ve şiir, Batı Avrupa lisanlarına benzemeyecek bir şekilde tamamlanma evresine girmiştir.

      Maddesel çevre, Hicaz’ın sıcak bölgelerinde (bilâd-ı harre) mevcut bulunulması, fizyoloji açısından bölge sakinlerinin şehvete düşkün bir yapıda oldukları belirtilir. Sayıca çok kadınla birliktelik, İslam öncesi dönemde kadınlara saygı gösterilmemesi, kız çocuklarının öldürülmesi gibi kötü ve çirkin âdetler hep bundan dolayıdır. Bu şehvete düşkünlük bir hastalık olarak Arap’ın dünya ve ahireti kadın ile tanımlamasına neden olmuştur.

      Çevrenin maddesel sonuçlarından biri de köleliktir. Eğer doğal ortam, Arap’ı sürekli savaşa zorunlu kılsaydı, rehavet olmazdı. İyi bir süvarinin, sözünde durmak, savaşçı ruhunu beslemek bilimsel açıdan bakıldığında hep çevresel etkilerden olduğu anlaşılır. Ticaret de bir dereceye kadar, maddesel çevrenin ve doğal coğrafyanın ürünüdür.

      Eğer Arap Hicazı’nda gerekli olan toprak ürünleri ve ihtiyaç duyulan her çeşit zirai ürün aynı arazide yetişseydi o zaman eski zaman panayırları ile uzun seferlere gerek kalmazdı.

      IRKSAL ÇEVRE

      Eğer Araplar, Sami ırkına mensup olmasalardı, bahsettiğimiz bu maddesel çevrede büyük bir bilim ya da yücelik gösteremezlerdi. Hicaz’a benzeyen bazı bereketsiz bölgelerde zenciler yaşamaktadır. Bu bölgelerde de hayat koşulları yaklaşık Arabistan’a benzer. Fakat siyahiler, insanlar arasında ve insanlardan farklı olan bir tür olarak bilindiğinden, eski dönemlerde nasıl yaşamışlarsa bu tarzı sürdürmüşlerdir. Tarihte, siyah insanların oluşturduğu parlak bir medeniyet tespit edilmemiştir. Zencilerin örgütlenme bilinçleri, beyinlerdeki bir maddenin eksikliği ve sinirsel yapıları gereği, tamamlanmaya yönelik harekete müsait olmadıklarını zannederim. Hâlbuki Araplar, oldukça kötü, oldukça bereketsiz ve uğursuz bir çevrede yaşamalarına rağmen, farklı bir ırka mensup olduklarından, bu ırkın verdiği güzellik ve zekâyla, cahiliye devrinde bile hayli farklı vasıflar göstermiş ve peygamberliğin başlangıcından sonra tarihsel açıdan en seçkin milletler arasına dâhil olmuşlardır.

      İslam’ın tarihsel ve özellikle resul siyerlerine dayanarak özelliklerinin incelenmesi sırasında Arapların Sami ırkına mensup oldukları unutulmamalıdır. Lisan, bir milletin hayatındaki hareketlerde dahi kendini gösterir. İbrani ve Arap topluluklarının benzerliği esas alınarak bir görüş geliştirildiğinde, her iki kavmin birçok olumlu ve olumsuz özelliklerinin ortak olduğu anlaşılır.

      İlk İbraniler ve Araplar arasındaki bütünsel bir benzerlik vardır. Ancak, her iki kavmin maddesel etkileri farklıdır. Bununla beraber her iki milletin genel hatlarıyla yaşam şekillerinin birbirine benzeyen noktaları çoktur. Arapça, İbraniceye ne kadar benziyorsa Arap da Yahudi’ye o kadar benzer.

      İbrani topluluklardan maksadımız, nebiler zamanındaki Ben-i İsrail’dir.30 Kudüs’ün kaybından sonra gerçekleşen olaylar Yahudi doğasını da esaslı bir biçimde değiştirmiştir.

      Arap milleti, cahiliye devirlerinde, aynı zamanda hem pek vahşi, hem de gayet medeniydi.

      Arap kavmi vahşiydi. Çünkü doğal çevresi kendisini vahşete sevk ediyordu. Bir iki söz ile bu vahşeti ve Arap medeniyetinin tablosunu göz önüne getirmek mümkündür:

      Arap zamanlarının başlangıç dönemlerinde, insanlarla vahşi hayvanlar arasındaki savaşlarda, her canlı, hayatta kalmak için daima savaşmaya mecbur kalıyordu. Bu mücadeleler, giderek birbirlerine benzemelerine neden olmuştur. Millet bilinci henüz şekillenmemişti. Bundan dolayı Arap topluluklarına bağlı kabileler, birbiri üzerine, vahşiler gibi hücum eder, öküz, inek gibi hayvanları yağma eder, hatta erkek, kadın ve çocukları esaret altına alarak ele geçirirlerdi. Bu savaşlara yalnızca “haram aylar” adı verilen ateşkes aylarında ara verilirdi. Millet bilinci, kardeşlik hatta konfederasyon fikrinin ilk belirtileri dahi Araplarda yoktu. Bununla beraber vahşi ve aynı zamanda medeni dediğimiz bu garip ve farklılıkları içeren topluluğun “haram aylar”, Mekke gibi bir merkezî mesken, “darünnedve” gibi bir vekiller meclisi vardı.

      Uzak durulması gereken kötü davranışlar, gelenek gereğince uygulanıyordu. Bu çirkinlikler arasında kız çocukların öldürülmesi, diri diri görülmesi gibi bir milletin vahşetine kanıt niteliğinde olaylar da vardı. En eski çağlarda ve hatta vahşi diye anılan Afrika ve Okyanusya kabilelerinde bile bu derece insanlığın gerisinde olaylara az rastlanır.

      Kadınların, cahiliye dönemindeki durumu da milletlerin kabalık derecesinin durumunu gösterir.

      Nisa suresi 24. ayetinde validelerin, eşlerin, kız kardeşlerin, hala ve teyzelerin, yeğenlerin, evlat eşlerinin, kayınvalidelerin vesairenin СКАЧАТЬ



<p>30</p>

Ben-i İsrail: İsrailoğulları. Hz. Yakub’un ikinci adı olan İsrail’den dolayı, onun soyundan gelenlere Tevrat’ta Beney Yisrael, Kur’an-ı Kerim’de Benû / Ben-i İsrail (İsrailoğulları) denilmektedir. (e.n.)