Название: Kısas-ı Enbiya ve Tarih-i Hulefa I. Cilt
Автор: Ahmet Cevdet Paşa
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-40-2
isbn:
Resul-ü Ekrem ile ashabı sözü edilen Uhud Dağı’nın o vadisine gidip toplandı. Şurada burada dağılmış bulunan İslam askerleri de oraya gelip barındılar. Sonra Hazreti Ali, Resul-ü Ekrem’e su getirip yüzünü yıkadı ve abdest alıp öğle namazını kıldı. Mübarek yüzüne batmış olan iki halkayı Ebu Ubeyde İbni Cerrah (r.a.) ön dişleriyle tutup çıkardı ve çıkarırken kendisinin iki dişi düştü. O halkalar çıktıktan sonra yerlerinden kan boşandı. Bunun üzerine Ebu Said-i Hudri’nin babası Malik İbni Sinan Hudri akan kanları emdi.
Hind ile yoldaşları olan öteki Kureyş kadınları meydanı boş bulunca gelip şehitlerin burunlarını, kulaklarını kestiler ve onlardan bilezikler, gerdanlıklar yaptılar.
Ebu Süfyan Uhud Dağı’nın o vadisinde bir İslam topluluğu biriktiğini görünce onları dağıtıp yok etmek üzere bir bölük müşrik askeri ile başka yoldan onların üst tarafına çıkmak istedi.
Resul-ü Ekrem, “Ya Rabbi! Artık oraya çıkamasınlar.” diye dua etti ve duası kabul edildi. Ebu Süfyan her ne kadar çabaladıysa da yukarı çıkamadı. Resul-ü Ekrem’in duasının tesiriyle artık fitne ve harp tufanı kesildi fakat Resul-ü Ekrem’in sağ olup olmadığından Ebu Süfyan’ın şüphesi olduğundan, bunu anlamak istiyordu. Bunun için o İslam topluluğuna doğru üç kere “İçinizde Muhammed var mı?” diye sordu. Resul-ü Ekrem, ashabına, “Susunuz, cevap vermeyiniz.” dedi.
Ebu Süfyan yine üç kere “İçinizde Ebu Bekir var mı?” diye bağırdı. Yine ses çıkmadığı için üç kere de “Hattaboğlu Ömer var mı?” diye seslendi. Buna da bir ses çıkmayınca Ebu Süfyan artık diğer ashabı sormadı.
Çünkü İslam’ın ayakta durmasının ancak onlara bağlı olduğu gerçeğini bildiğinden, başkalarını arayıp sormaya lüzum görmedi. Hemen dönüp kendi kavmine, “Eğer sağ olsalar elbette cevap verirlerdi. Bunların üçü de ölmüş ve artık iş bitmiş.” dedi. Hazreti Ömer, artık dayanamayıp, “Allah’ın düşmanı! Yalan söyledin. Saydıkların hep sağdır. Senin hakkından gelecek olanlar duruyor.” dedi. Ebu Süfyan, “Muharebe nöbetledir. Bugün Bedir gününe bedeldir.” dedi. Hazreti Ömer, “Evet ama beraber değiliz çünkü bizim ölülerimiz cennette ve sizinkiler ise cehennemdedir.” dedi.
Ebu Süfyan, “Yüce ol Hübel, aziz ol Hübel!” diyerek Hübel adındaki puta dua ve teşekkür etti çünkü Hübel, Kâbe’de büyük bir put idi. Ebu Süfyan, bu defa sefere çıkacağı zaman onun yanına gitmiş ve “Gideyim mi, gitmeyeyim mi?” diye kura atmış ve “evet” diye çıkmıştı. Bu nedenle galibiyeti Hübel’den bilerek ona teşekkür etmiş idi.
Bunun üzerine Resul-ü Ekrem’in emriyle Hazreti Ömer de “Allah her şeyden en yüce ve en büyüktür.” dedi. Ebu Süfyan, “Bizim Uzza’mız var, sizin Uzza’nız yok.” diyerek, “Uzza” dedikleri put ile övündü.
Hazreti Ömer de “Allah bizim Mevla’mızdır. Sizin Mevla’nız yoktur.” dedi. Ebu Süfyan, “Beri gel ey Ömer!” dedi. Hazreti Ömer de Resul-ü Ekrem’den izin alıp biraz ileri vardı. Ebu Süfyan, “Ey Ömer! Allah için doğru söyle. Biz, Muhammed’i öldürdük mü?” diye sordu. Hazreti Ömer, “Yok Vallahi. Resul-ü Ekrem, şimdi senin söylediğin sözleri işitiyor.” diye cevap verdi.
Bunun üzerine Ebu Süfyan da “Ben sana İbn-i Kaime’den daha çok inanıyorum.” dedi. Ondan sonra Ebu Süfyan dönüp gidecek olduğunda, “Gelecek sene sizinle Bedir’de buluşalım.” dedi. Hazreti Ömer de Resul-ü Ekrem’in emriyle “İnşallah.” dedi.
Müşrikler bu derece üstün gelmişken yüce Allah, onların kalplerine korku verdi. Hemen muharebeden vazgeçtiler ve Mekke yolunu tutup geri döndüler. O zaman Resul-ü Ekrem, “Acaba Sa’d İbni Reb’i ne hâldedir? Şehitler arasında mıdır, yoksa yaralılar içinde midir? Ona doğru on iki kargı ile saldırıldığını gördüm.” diye buyurdu. Onu arayıp bulmak için Muhammed İbni Mesleme’yi (r.a.) gönderdi.
O da şehitlerin olduğu yere gitti ve birkaç kere “Sa’d İbni Reb’i!” diye çağırdı. Bir ses çıkmadı ta ki “Allah’ın elçisi, beni sana gönderdi, ey Sa’d.” deyince, zayıf bir sesle, “Ben, ölüler içindeyim.” diye cevap verdi.
Muhammed İbni Mesleme (r.a.), onu şehitler arasında buldu. Gördü ki pek çok kılıç, kargı ve ok yaralarıyla bedeni delik deşik olmuş can çekişmektedir. O hâlde Sa’d, gözünü açtı ve Muhammed İbni Mesleme’ye bakarak, “Allah’ın elçisine benim selamımı ileterek söyle ki ben cennetin kokusunu duyuyorum. Kavmine de benden selam ile söyle ki kirpikleriniz kımıldadıkça peygamberinize ihlas hususunda, Allah yanında özürlü olamazsınız.” dedi ve o anda ruhunu teslim etti.
Bu Sa’d, Akabe’de Resul-ü Ekrem’e biat eden ashabın büyüklerinden olup Sa’d İbni Zürare’den sonra ensarın ileri geleni oydu.
Muhammed İbni Mesleme, Hazreti Peygamber’in yanına gelip Sa’d’ın selam ve sözünü bildirince Resul-ü Ekrem, “Ya Rabbi! Sen Sa’d’dan hoşnut ol.” diye dua etti.
Sonra Resul-ü Ekrem, şehitleri görmeyi diledi. Hazreti Hamza’yı gördü ki burnu ve kulakları kesilmiş, karnı yarılmış, bedeni parça parça edilmişti. Bu manzaradan Resul-ü Ekrem o kadar üzüldü ki hiçbir zaman böyle bir keder duyduğu görülmemiştir. O zaman Cebrail geldi ve Hazreti Hamza için göklerde “Allah’ın aslanı ve Allah’ın elçisinin aslanı.” diye yazılmış olduğunu haber verdi. Gariptir ki o gün sabahleyin Abdullah İbni Cahş ile Sa’d İbni Ebu Vakkas (r.a.), bir kenara çekilip, yüce Allah’a dua etmişler. Sa’d, “Ya Rabbi! Büyük bir düşmana rast gelip harp ederek onu yeneyim.” demiş. Abdullah ona, “Âmin!” dedikten sonra, “Ben de büyük bir düşmana rastlayıp harp edeyim ve sonunda şehit olayım. Burnum ve kulaklarım kesilsin. Yarın ceza gününde, yani mahşerde yüce Allah, bana ‘Burnun ve kulakların nerede kesildi?’ deyince, ‘Ya Rabbi senin ve elçinin yolunda kesildi.’ diyeyim.” diye yalvarmış. Bu sefer şehitlerin kimlikleri araştırılırken Sa’d, onu o hâlde görünce hayret etmiştir. Hazreti Hamza, Resul-ü Ekrem’den iki yaş büyüktü. Cahş da o zaman kırk yaşını geçkindi.
Ensardan Ebu Câbir de (r.a.) o kadar parça parça edilmişti ki kim olduğu, güç hâl ile ancak parmaklarından bilinebildi. Kısaca Kureyşlilerin, şehitlere karşı asla insanlığa yakışmayacak şekilde, vahşice davranmış oldukları görüldü. Resul-ü Ekrem, şehitleri o hâlde gömdürdü. Şöyle ki: Sağken aralarında sevgi ve yakınlık bulunan şehitler, ikişer üçer şekilde aynı yere gömüldüler. Hazreti Hamza ile kız kardeşinin oğlu Abdullah bir kabre ve Ebu Câbir ile kız kardeşinin kocası olan Amr İbni Cemuh ve Hârice İbni Zeyd, aynı kabre konuldular.
Bu muharebede müşriklerin kayıpları yirmi ile otuz kişi arasında olduğu hâlde şehitlerin sayısı yetmiş kişiydi. Bundan başka Müslümanların epeyce yaralıları da vardı. Bu yetmiş şehidin yalnız beş altısı muhacirlerden olup, geri kalanı hep ensardandı.
Bu bozgun, Müslümanlar hakkında büyük bir bela ve musibet olduğu hâlde İslam askerlerine Allah tarafından manevi bir terbiye idi. Çünkü askerin, hiçbir kumandanın işine karışması СКАЧАТЬ