O başta: Kuskunu kopmuş eyerli düldüller,
Bu başta: Paldımı düşmüş semerli bülbüller!
Baloncular, hacıyatmazcılar, fırıldaklar,
Horoz şekerleri, civ civ öten oyuncaklar;
Sağında atlıkarınca, solunda tahtırevan,
Önünde bir sürü çekçek, tepende çiftekolan.
Öbek öbek yere çökmüş kömür çeken develer…
Ferâğ-ı bâl ile birden geviş getirmedeler.
Koşan, gezen, oturan, mâniler düzüp çağıran,
Davullu zurnalı «dans!» eyleyen, coşup bağıran
Bu kâinat-ı sürûrun içinde gezdikçe,
Çocukların tarafındaydı en çok eğlence.
Güzelce süslenerek dest-i nâz-ı mâderle;
Birer çiçek gibi nevvâr olan bebeklerle
Gelirdi safha-i mevvâc-ı ıyde başka hayat…
Bütün sürûr ü şetâretti gördüğüm harekât!
Onar parayla biraz salanırdılar… Derken,
Dururdu «Yandı!» sadâsıyle türküler birden.
– Ayol, demin daha yanmıştı a! Herif sen de…
– Peki kızım, azıcık fazla sallarım ben de.
«Deniz dalgasız olmaz,
Gönül sevdasız olmaz,
Yâri güzel olanın
Başı belâsız olmaz!
Haydindi mini mini mâşallah
Kavuşuruz inşallah…»
Fakat bu levha-i handâna karşı, pek yaşlı
Bir ihtiyar kadının koltuğunda, gür kaşlı,
Uzunca saçlı güzel bir kız ağlayıp duruyor.
Gelen geçen, «Bu niçin ağlıyor?» deyip soruyor.
– Yetim ayol… Bana evlâd belâsıdır bu acı.
Çocuk değil mi? «Salıncak!» diyor…
– Salıncakçı!
Kuzum, biraz bu da binsin… Ne var sevâbına say…
Yetim sevindirenin ömrü çok olur…
– Hay hay!
Hemen o kız da salıncakçının mürüvvetine,
Katıldı ağlamayan kızların şetâretine.
Hasbihâl
Ey bülbül-i ter-zebân-ı irfan,
Dem-beste nevâlarınla vicdan
Hem-safvet-i rûh olan o âvâz
Oldukça harîm-i canda dem-sâz,
Pâmâlim olur bütün avâlim;
Lâhûta kadar çıkar hayâlim.
Eşvâkıma dar gelir de eb'âd,
Eyler fikrim fezâlar îcâd!
Ey nûr-i mübîni Kibriyâ’nın,
Sînem olamaz mı âsümânın?
Gökler mi bütün karârgâhın?
Hiç yerlere uğramaz mı râhın?
Ey tâir-i nâz-ı sidre-pervâz,
Kalbimde olaydın âşiyan-sâz;
Bir başka terâne gûş ederdin,
Rûhum gibi sen de cûş ederdin.
Yâdımda duran neşâidinden
Dâim cezebât içindeyim ben.
Verdikçe derûna vecd o âhenk,
Dünya nazarımda teng olur teng!
Âzâdesi büsbütün kuyûdun,
Bir şi'r-i semâ-zemîn sürûdun!
Bir şi'r-i revân ki: Cûy-i cârî
Feyziyle bahâr-ı ömre sârî.
Bir nağme ki: Rûhtur, ledündür;
Kur'an gibi râsihîn içindir.
Bir nâle ki: Şevk-sûz-i idrâk
Havlinde nidâ-yı «mâ-arafnâk!»
Ey şâir-i râzdân-ı mülhem,
Ben râzına olmasam da mahrem,
Hayrân-ı kemâlinim… Beyânın
Gûyâ ki hitâbıdır Hudâ’nın!
Ey subh-i ezel cebîn-i sâfı,
Envârının olmaz inkisâfı.
Yeldâ-yı adem cihânı alsa,
Eşbâh bütün zalâma dalsa,
Hâlâ görünür o rûhü’l-ervâh
Bir cevv-i münîr içinde sebbâh!
Ey safha-i vechi âyet-i nûr,
Cephende meâl-i kevn mestûr;
Çeşminde ziyâ-yı sermediyyet;
Sönmez ebedî sirâc-ı kudret,
Lâhût ile âşinâ nigâhın,
Ecrâm şühûd-i intibâhın!
Her dem lemeân eder o merdüm,
Mihrakı da zâhirât-ı encüm!
Her subh gelir nesîm-i dilcû
Dûşunda şemîm-i nâz-ı gîysû.
Eyler yeniden hevâ-yı dîdâr!
Bir nefha ile beni hevâ-dâr!
Sevdâ kesilir bütün süveydâ,
Gûya açılır nikâb-ı Leylâ.
Kehvâre-i dilde nâim ümmîd
Eyler uyanıp figânı teşdîd.
Susturmak için o tıfl-ı zârı,
Kalkar ararım leyâl-i târı!
Ey leyl, vekârının misâli,
Yâhud bana karşı infiâli!
Vaktâ СКАЧАТЬ