Название: Ey Dünya Ey
Автор: Beksultan Nurjekeuli
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-90-4
isbn:
– İşte bu, cesaret! dedi Jomart gülümseyerek,
– O zaman babanla ağabeyine ne oldu? Onun yanında kaldılar mı yoksa seninle birlikte gittiler mi?
– İkisi peşimden koşarak yetiştiler. ‘Nerede, nasıl konuşacağını bilmiyorsun. Kendi devletine kendin karşı koyuyorsun. Onu da Kravçenko’yu da devlet görevlendiriyor ki? diye babam azarladı. ‘Artık bizi ne Kravçenko ne Kazaklar korur, boşuna öleceğiz’ diye ağabeyim kızdı. Sonra düşündüm ki, artık bu evde bana huzur yok. Üzerime giyecek bir şeyler alıp ‘Kojak neredesin?’ diye evden çıkıp gittim.
– Babanla annenin Kojak’la evlendiğinden haberi var mı?
– Haberi var ya da olmayabilir! Evden çıktığımda annem, ‘Kızım, nereye gidiyorsun?’ diye sormuştu. Ben de ‘Kazaklara’ dedim. Ama onu nasıl anladı bilmiyorum. Kojak’la ikimizin evlenmesinin sırrı işte bu Jomart ağabey!
– Eee! Berg zaliminin faydası Kazaklara olmasa da Kojak’a dokunmuştur.
– Az önce gelen barışçı göçerlere de saldıran onlardır. Onlar, Kravçenko’nun buradaki dalkavuklarıdır. Eminim ki yarın, ‘Beyaz bayrak tutan göçerlere değil isyancılara saldırdım’ diyerek övünecektir! Ona çok dikkat edin Tazabek ağabey! Kazakların sık ormana saklandığını gördüler ve oradan mutlaka çıkacağını da bilip bir yerde gizlice gözleyebilirler!
– Biz de gizlice gidip bakarız. Sedyesiz kaynatamı atla götüremeyiz.
Gizli gizli saklanarak tepeden aşağı indikten sonra Tazabek ile Jomart çalılığa sığınıp kulak kabarttılar. Şüphelenecek bir şey duymadılar.
– Ormanının içinden yukarıdan bakalım, dedi Jomart. İkisi tekrar ormana girdiler,
– Berg denen zalim Taldıbulak’ın etrafındaki kimseyi sağ bırakmamış! Onları da mı yok etmiş, yoksa kaçmışlar mı?
– Belki akrabalarının yanına sığınmak için gitmiş olabilirler?
– Ben de öyle tahmin ediyorum! Daneker’in ailesi Tasaşı tarafındaydı. Doğruyu öğrenecek kimse bulunamadı. Bulsam senden müjde isterdim!
– Tamam, kabuk tutmuş yarayı kaşıyıp ne yapacaksın? Şaka yapayım derken Şeyi’nin kalbini kırarsın.
– Tek başımıza olunca hatırlatmak istedim, yoksa gözünün tuttuğu herkesi kendine bağlıyorsun!
– Hayır, artık müsait değilim! Hepsi senin olsun.
– Şimdi hepsi karışık oldu! Kadını düşünmeyi bırak da kendimizi koruyabilir miyiz? Onu da sadece Allah bilir.
– Bekle!
– Ne oldu?
– Kulağıma bir ses gelir gibi oldu.
– Evet, birisi inliyor. Buradan geliyor ses!
Ilgın ağacının yanında kunduz kaftan giymiş bir delikanlı kana bulanmış yatıyordu. Sağ kolunda kılıç yarası var. Tazabek derhal atından inip damarını tutup göğsünü dinledi.
– Yaşıyor! dedi sevinerek.
– Hemen koş Jomart, Sopıya’yı getir!
– Kendin git ya! Ben orayı tekrar bulamayabilirim!
Tazabek koşarak acil Sopıya ile Kojaş’ı getirene kadar delikanlı ebediyete yürümüştü.
– Çok kan kaybederek ölmüş! Biraz erken bulsaydık belki sağ kalabilirdi. İleri gidip bir bakalım belki başka birilerine yardımımız olabilir.
İlk başta ürkerek, yalpalıyorlardı, biraz sonra alışmaya başladılar.
– Eyvah! Etrafta kimse yok ki! dedi Kojak tepe tarafa bakarak,
– Sanki hiçbir şey olmamış gibi!
– Eyvah! Orada birisi var!
Hepsi Jomart tarafına baktılar. Toplanan dokuz ceset dağınık eşyalar gibi yatıyordu. Ateş etmemişler fakat birisinin başına kılıçla iki üç kere vurmuşlar, diğerlerini de birkaç kere süngü batırarak öldürmüşler. Cesetlerin ellinde veya yanında ne topuz ne mızrak vardı sadece ileride yatan bir kişinin kamçısı elindeyken bayılmıştı. Dokuzunu da bir asker mi öldürdü acaba? diye düşündü Tazabek. Kaçan kalabalığı kovalayarak arkasından sırayla vurmuş olabilir. Aniden atı durdu, kendine gelip aşağı bakınca, birisi beynine iğne batırmış gibi, titreyerek ürperdi. Tam önünde yüklü bir kadın paramparça yatıyordu. Kılıç koltuğunun altından değip kadının karnını darmadağın etmişti. Kana bulanmış henüz rahmin zarı yırtılmamış bebeği görünce gayri ihtiyari bağırıverdi.
– Zalimler! dedi sesinin çıktığını ya da çıkmadığın kendisi duymadan. Sesi gırtlağından değil yüreğinden çıkar gibiydi. Gözü yaşla doldu bir şey göremedi. Bir şeyden ya da birisinden yardım isteyecek gibi etrafına bakıp at üzerinde sendeledi. Bir kişi öldüğünde kardeşim diye tüm Kazaklar ağlardı, şimdi hepsi ölünce nerede bunlar? Hepsi mi öldü yoksa vicdanları mı öldü? Vicdanı öldüren ne, korku mu yoksa? Korku, ölümün kendisinden de mi korkunç? Dirinin çektiği eziyet ölümden daha ağır, daha zor olabilir? Ondandı belki kendisinin de gözyaşları çıkmadan ağladığı? Fakat böyle yapan zalimlere mazlumun cevabı nedir? Ona tek cevap intikam almaktır. Tüm dağ yamacı dolu cesetti. Çoğunu başından, gövdesinden, içinden, birkaçını dört beş kere vurup, süngü batırıp, köpek silkeler gibi paramparça yapmışlar. Anlatsa inanılmayacak bir vahşetti. Rusların o kadar düşman olup kinlenmesinde bu zavallıların ne suçu vardı? Erkekleri karşılık verdi diye öldürebilirler, fakat kızları, kadınları, anaları, çocukları kılıçla öldüren asker nasıl asker olabilir ki? Ona insan demek içinden bile gelmiyordu. Katiller! Sadece katil değil vahşi katiller. Kazak olduğu için ölen zavallı gençler. ‘Ateş edin!’ diye zalim Berg emir verebilir fakat önünde kadın olduğunu ve onun yüklü olduğunu görünce elindeki silahını indirmeyen hangi hayvandı? Ona nasıl asker denebilirdi? Kadını düşman görecek kadar başlarına ne bela gelmişti bunların? Maksatlarının dünyadaki Kazakların hepsini yok etmek olduğu bellidir. Yoksa asker, karşısına çıkan askerle savaşmaz mıydı? Savunmasız halkla, çoluk çocukla, karıyla, kocayla ne işi vardı?
Tazabek’in beyni de duygusu da taş gibi katılaşmıştı. Bazı cesetlere bakmadan geçip gidiyordu. Baka baka gözü alışmış, korka korka yüreği yorulmuş, vicdanı da katılaşmış ölen insana kendisi de ölmüş bir gözle bakıyor gibiydi. Hevesle, zevk alana kadar öldürmüşler. Kurt, koyunu yemeden sadece öldürürdü, bunların hareketleri ona benziyordu. Suçsuz, günahsız birçok insan, birçok ömür bir anda gitti. Onu kim sayar, kim sorar? Allah neden bunların yaşamasını çok görmüş? Kazakların günahı ne? Uysal olduğundan mı yoksa kendilerini koruyamadığı için mi?
Korku, ölen kişinin gözüne СКАЧАТЬ