İnsan Olmak İstiyorum. Tölögön Kasımbekov
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İnsan Olmak İstiyorum - Tölögön Kasımbekov страница 16

Название: İnsan Olmak İstiyorum

Автор: Tölögön Kasımbekov

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-78-2

isbn:

СКАЧАТЬ bulunuyordu. Kalabalıktı. Bozulmuş tuzlamanın, lahananın kokusuna içki, sigara kokusu karışmış, nemli saman gibi kokuyordu. Kalabalık ve gürültülüydü. Bazıları sarhoş galiba, birbirinin dediklerini duymuyorlar, herkes her şeyi konuşuyordu. Mıktı, sevinmeye başladı:

      –Oo sigara da varmış, kebap da hazırmış.

      –Hadi, iki tek atalım mı? Zaten çok susadık, dedim.

      –Hadi üç olsun! Biraz dinlenelim. Herkesin dinlenme hakkı var!

      Böylece günler göz açıp kapanıncaya kadar yel gibi geçti… Üniversiteye girmek isteyen gençlerin sınav vereceği gün de geldi. Kalabalığın arasına karışıp sınav olacağımız binaya doğru yürüdük. Rusça kompozisyon sınavıydı, önceki tüm sınav kuralları geçerliydi. Biz yanlışlıkla başka yere gelmiş gibi hissediyorduk. Sınava girerken arka taraf daha iyi bir şeylere bakmak için dedim; ama olmadı başkalarıyla beraber ortaya oturduk. Mıktı:

      –Asıke yazdıklarını elinle kapatma, birbirimize bakarak oturalım dedi. Önümüzde kısa kollu gömlek giyen delikanlı oturuyordu. Yüzünde hiç heyecan yok. Dudakları biraz büyük, siyah saçları kıvır kıvır taranmış. Mıktı, baktığından beri sadece bir defa gözlüğünü düzelttiğini hesaba katmazsak hiç yerinden kıpırdamadı.

      –Bence bu genç bir milletvekilinin oğlu… Baksana hiçbir şey umrunda değil, ben geçemezsem kim geçebilir diyor haliyle… diye Mıktı çocuğa bakmaya devam etti. Bundan sonra Mıktı, ne düşündü bilmiyorum ama hemen delikanlının yanındaki boş yere kaydı. Sahibini gören köpek gibi sevinerek:

      –Arkadaş şansımıza nasıl bir soru gelir acaba? Biz köyden geldik ya zorlanırız bence. Sizden bazı bilmediklerimize baksak…

      Mıktı, konuşacaklarının sonunu yuttu. Hiç tanımadık birisiyle muhabbete girmek zor bir şey tabi. Ama yine de suratından belli oluyordu durumu.

      Delikanlının yüzünde hiçbir değişiklikten eser yoktu. O, baştaki duruşunu hiç değiştirmeden oturuyordu.

      –Tamam. Ama sakın kimse fark etmesin! Fark ederse size de bana da iyi olmaz. Mıktı, zaten zorla duruyordu, bu onun hoşuna gitti.

      –Tabi kardeşim, fark ettirmeyiz!

      Sınavı yapacak olan gözetmen metni iki defa okudu. Yazı tertiplerini, kurallarını tekrar hatırlattı. Korkmaya başladım.

      Yazmaya başladık. Gözetmen benden de önce Mıktı’ya takıldı, her yeri beyazlamış kafasını kaldırarak iki defa baktı ve üçüncü defa baktığında o oturduğu yerden kaldırıp kıvırcık saçlı delikanlıdan uzaklaştırdı; benim oturduğum sıraya oturttu. Şimdi Mıktı, suratını asarak oturuyordu.

      O günün ertesi sonuçlar açıklandı.

      Duyuru tahtasına koşa koşa geldik. “İyi” ve “orta” puan alanların kâğıdına bakarak şok geçirdik. Eyvah, en azından “orta” puanların arasında adım olsaydı, umudum kırıldı. Birazdan aklımı başıma alıp adım nerede yazıyor diye bütün kâğıtlara baktım. İşte en düşük notların tam ortasındaymış. İkiz kuzu gibi Mıktı, ikimizin de adlarını aynı yere yazmışlar.

      Mıktı çıldırdı:

      –O soyulmuş soğan başlı kel adam benim yerimi değiştirmeseydi iyi not alırdım, bak o gözlüklü delikanlı iyi not almış. Ha seni… diye o adama küfrediyordu.

      İçim yanıyordu sanki. Diğer derslerden sınavı verirsek, sonuçları iyi olursa, bunun yerini kapatır. Umutla uzak bir köyden gelmiştik.

      Zavallı Mıktı canlandı bağırarak:

      –Ya bari kolhozda çalıştı diye yazılan raporlarımıza baksalardı.

      Çaresize yıldız ateş gibi görünür. Çaresizliğimden güzel bir hayale daldım, yel gibi geçici bulutun gölgesinde hayal kuruyordum.

      –Mıktı, hani mektup vardı ya nerede kaldı, belki o bize yardım eder diye gözlerine baktım.

      – Mektup mu, onu ilettim ama… diye Mıktı, suratını astı.

      Dediğine göre bir şişe şampanya alıp mektubu babasının arkadaşına götürmüş, ama o adam Mıktı’yı iyi karşılamasına rağmen yardım edeceği hakkında bir kelime bile konuşmamış, hocalar bilir diye göndermiş.

      –Babam adam için, bir zamanlar ne kadar çok kuzumu yemişti! Çok hakkım geçmiştir o adama! demişti. Ancak şimdi yardım etmeye niyeti yok! diye sövdü Mıktı. Sonra öğrendim ki o mektupta benimle ilgili tek kelime bile yokmuş…

      Sınav kâğıtlarımızı almak için görevlilerin yanına gittik. “Siz başka sınavlara giremeyeceksiniz. Dilekçe yazın getirin de dökümanlarınızı alıp gidebilirsiniz” dedi. Sınav kâğıtlarımızı da vermedi.

      Şimdi güreşte kaybetmiş gibi hayal kırıklığına uğradık, nereye gideceğimizi bilemedik. Altınımızı saklamış gibi tekrar arkamıza bakıyor, uzaklaşamıyorduk üniversiteden. Kötü diye sınav sonuçlarını birbirine anlatmakta olan insanları görünce zaten çoğu geçmemiş diye kendimizi teselli ettik. İyi not alanlar sevinçle yanımızdan geçtiğinde yaramıza tuz basmış gibi acıyordu.

      Umut aslında asla tükenmez ya… Dönüp dolaşıp sonuçların yazıldığı tahtaya yine geldik. Mıktı:

      –Şimdi hemen bakınca Berdikeev Mıktıbek, diye ilk sırada yazılı olsaydı keşke.

      –Haline bak şunun, nasıl olup da birinci sıraya yazılırdın!

      –Öylesine söyledim…

      Yurda geldik. Oda bomboştu. Kitaba her zaman kene gibi yapışan büyük kalpaklı delikanlı da bugün yoktu odada. Sonuçları iyi olmuşsa gönülleri şen şehri dolaşıyordur belki. Masanın üzerinde kurumuş boğursağın parçaları, karpuzun kabuğu atılıydı. Simsiyah sinekler düğün yapıyor orada.

      –Baksana mal ya bunlar, temizlemeden gitmiş, diye Mıktı sövdü. İkimiz de sus pus oturduk.

      Üst kattaki odalardan müzik sesi geliyor, neşe dolu insanların kahkahaları duyuluyordu. İşleri yerindeydi galiba, yoksa böyle neşelenmezlerdi. İçim alev gibi yanıyor, dayanamıyordum. Eğer onlardan biri gelip de kendini büyük hissederse Mıktı’dan önce ben yumruklamaya başlardım.

      Hala umudumuzu kaybetmedik. Rektörün odasına gittik. Bizden bıkan sekreter hanım kaba davrandı:

      –Demedim mi size bugün kabul etmiyor sizi. Niye koyun gibi anlamıyorsunuz, geliyorsunuz tekrar! Konuştuklarına aldırmadan, biz hiç durmadan rektörün odasına geçtik.

      Rektör alnı geniş, büyük gözlü, koskoca bir adammış. Biz habersiz girdiğimizden dolayı bize şaşkın şakın baktı.

      –Hoş geldiniz gençler!

      Girerken hiçbir şeyden çekinmiyorduk, oysa şimdi ağzımızda bir şey geveler gibi konuşamıyorduk. Onun yüzünün sert görünmesine rağmen merhametli sesi, insana iyilikten СКАЧАТЬ