Tavandaki spot ışıkları birer birer genç kızın üzerine düştüğü vakit fark etti Selim karşısındakinin ismi gibi ela bakışlarının, hareli çekiciliğini. Sanki her yer karanlıktı da, bir tek o ışık saçıyordu. Ela ise ilk görüşte aşka kesinlikle inanmıyordu. O, sadece mantığın insana mutluluk getirebileceğini düşünenlerdendi. Buna rağmen Selim’in çocuksu mahcup bakışları, heyecanlı tavırları ve içtenliği karşısında etkilendiğini hissetti. İlk cemre düşmüştü. Ama yalnız gözlere… Bir iki önyargı, ufak bir hoşlanma ve birçok soruyla birlikte vedalaşıp ayrıldılar.
Birkaç gün sonra ilk arayan Selim oldu. Tekrar görüşebilmeyi rica etti. Sesi bambaşkaydı. Ela fazla düşünmediğini fark etti evet derken.
Bir, iki, üç derken görüşmeler evlilik yolunda atılan ilk adımlara dönüşüverdi. Ailelerin tanışması, oturulacak ev, eşyalar, nikâh mı düğün mü? Hummalı ve bir o kadar da yorucu koşuşturmanın ortasında olduklarını anladılar.
Kimi zaman onlar ailelerinin yerine konuştular, kimi zaman da aileler onların adına söz sahibi oldu. Küçük bir daire kiraladılar. Yatak odasını Ela’nın, oturma odasını ise Selim’in zevklerine göre döşemeye karar verdiler. Sevmediklerinden değil de, sevdikleri ve beğendikleri şeylerden oluşan listeler vardı artık ellerinde. Birbirlerinin hayatlarında açtıkları yerlere sığabilme çabalarıydı bunlar. Tabi alan kazanmak adına aldıkları taktikler de vardı. Mesela Ela’nın annesi, ona evliliğin ilk altı ayı nasıl olursa, gerisinin de öyle devam edeceğini, bu yüzden kendi kuralları konusunda diretmesi gerektiğini, savaşı ilk etapta kazanırsa bir daha hiç kaybetmeyeceğini, söyleyip duruyordu. Ela, tam olarak ne için direnmesi gerektiğini pek anlamasa da, annesinin tecrübelerine olan güveni sonsuzdu.
Selim’in annesi ise oğlunun eşyalarını elleriyle hazırlıyor, her parçayı koyarken valize, bir avuç da kendi özünden bırakıyordu. Aklında yer etmek adına söylediği her şey, Selim’in tedirginliğini artırsa da Ela’yı düşündükçe bu güvensizliğin yerini küçük tebessümler alıyordu. Ailelerinin ufak tefek serzenişleri arasında hazırlıklar devam etti.
Özenle hazırladıkları evin kapısındaydılar. Camlarda gülkurusu kadife perdeler, krem rengi deri koltuk takımı, yalnız küçük çiçekleri olan sade bir halı… Duvarlarda kendi çocukluklarına dair renkli fotoğraflar arasına yerleştirilmiş, siyah beyaz resimler… Kenarda menekşeler ve açelyalar… Ela, başını Selim’in göğsüne yaslamış izliyordu bu zarif ve sıcak manzarayı, sanki ilk defa görürmüşçesine. Havada yine cemre kokusu vardı. İkinci cemre düşmüştü, bu sefer gönüllere.
Nikâh günü gelmişti. Selim o anda dünyanın en güzel gelinini gördüğünü düşündü. Ela ise müstakbel eşinin huzur veren bakışları sayesinde hissettiği güven duygusuyla birlikte, attı imzayı. Ailesinden ayrıldığı için üzülse de, doğru bir seçim yaptığından emindi. El ele girdiler, menekşe kokulu evlerine.Yeni hayatlarına değişen öncelikleriyle başladılar. Aylar yavaş ve sakin geçiyordu onlar için. Birbirlerini tanımak adına başlattıkları sohbetler bazen kavga sebebi olsa da, ufak dalgalanmalar dışında pek problem yoktu hayatlarında.
Ela rengârenk örtüler ve peçetelerle, dergilerdeki kadar güzel sofralar kuruyor, yeni öğrendiği yemekleri eşinin üzerinde test etmekten, oldukça memnun görünüyordu. Selim ise eşinin şevkini kırmamak adına, ismi gibi naif tepkiler veriyor ama yine de her sofrada yanında bolca ekmek ve su bulundurmaktan vazgeçmiyordu.
O hafta sonu, Selim’in erkenden dışarı çıkması gerekiyordu. Ela, onsuz kahvaltı yaptıktan sonra sevimli evinin işlerini yapmaya başladı. Sırasıyla mutfak, banyo, odalar bir bir toparlandı. Âdeti olduğu üzere en son yemek için kolları sıvadı. Güzel bir kış çorbası yaptı. Güvecin altını kısarken, pilavı demlenmesi için tezgâha bıraktı.
Yorulduğunu hissedince çok sevdiği kahve ile dinlenebileceğini düşündü. Sütü cezveye koyarak altını yaktı ve kaynaması için beklemeye başladı. Cezvede iki kişilik süt ve tezgâhta içine kahveleri konulmuş iki fincan olduğunu fark etti. Şaşırdı. Gayriihtiyari kocası için de kahve hazırlamıştı. Fincanı alıp kenara koyacakken kapı çaldı. Merakla kapıya koştu.
Elinde kocaman bir kutuyla beklediğinden erken gelen eşiydi kapıdaki. Selim yorgun argın eve dönerken gittiği marketten, nedenini kendisinin de bilmediği bir şekilde tatlı reyonuna yaklaşmış ve en sevdiği tatlı yerine, koca bir paket acıbadem almıştı. Ela’nın küçüklüğünden beri en tatlı kaçamağıydı acı bademler. Ama bundan eşine daha önce hiç bahsetmemişti. Onun için bundan daha iyi bir sürpriz olamazdı.
Selim ise tezgâhtaki iki kişilik kahveyi fark etti. Ne zaman geleceğini söylememişti. Buna rağmen gördüğü manzara, bütün yorgunluğunu unutturmuştu. Birbirlerinin gözlerine bakarak, sıcacık gülümsediler. Havada cemre kokusu vardı. Üçüncü cemre düşmüştü artık, ama bu sefer ruhlara.
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi)
BEYAZ
Bu gün Cuma ve bu kaçıncı mektubum bilmiyorum. Yazıp da gönderemediğim onlarca kâğıt destesi var başucumda. Hepsi sana ve kızıma olan hasretimle dolu satırlar. Ne kadar zaman oldu bu iç karartıcı beyaz odaya hapsedileli.
Dolaplar perdeler ve yatak; her şey kusursuz bir beyazlık içinde. Bu kadar aydınlık içinde boğulacağımı zannediyorum bazen. İşte o vakit senin kömür karası gözlerin geliyor aklıma, birden boğazımdaki yumru açılıyor ve nefes almaya başlıyorum.
Bazı sabahlar göğsümden akan sütün ıslaklığıyla uyanıyorum. Doktorlar ilaçlarla kesilebileceğini söyleseler de ben buna izin vermiyorum. Kızım daha çok küçük ve buradan çıkar çıkmaz onu doyasıya emzireceğim diyorum.
Küçük vücudunu göğsüme dayayıp yumuk parmaklarını açmaya çalıştığımı hayal ediyorum. O emdiği bir damla sütle yutkunurken ben tıka basa doyduğumu hissediyorum. Sizleri hayal etmek için ne gözlerimi kapatmama ne de uyumama gerek var. Bütün gün sanki sizinleyim bu odada. Birlikte yemek yiyor. Birlikte uyuyoruz. Bazen seyrediyorum sizi uyurken.
Hatırlayamadığım o kadar çok şey varken bazı anları film gibi anlatıyor olmama şaşıyor doktorlar. Mesela beni hastaneye yetiştirmeye çalıştığın o gün yüzündeki korku ve telaşı hiç unutmuyordum. Arabadaki hız ibresini gördüğümde sen yavaşla, ben arabada doğurmaya bile razıyım demiştim de bana aldırmamış devam etmiştin. Benimse korkudan sancılarım durmuş sayende doğum iki gün gecikmişti.
Ziyaret saatinin bittiğini söyleyen hemşirelerden saklanmak için girdiğin tuvalette kilitli kaldığını, ancak kızımızı kucağımıza aldığımızda her şeyi unuttuğumuzu ve kocaman bir aile olduğumuzu da anlattım onlara.
Daha iyi olduğumu söylüyorlar. Artık yemekhaneye gidebiliyor hatta çay saatleri için televizyon odasına çıkabiliyorum. Birkaç da arkadaşım var. Onlara hep sizi anlatıyorum. СКАЧАТЬ