Название: Yusufçuklar Oldu Mu
Автор: Bozkurt İsmail
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6494-75-6
isbn:
“Bak size bir örnek vereyim: Bize servis eden garson var ya, onu çok iyi tanıyorum. Bu çocuk 8-10 yıldır her turizm sezonunda Salamis Bay otelinde çalışıyordu. Şimdi çalışamıyor. Neden? Çünkü kendisinden hükümet partisine üye olmasını istediler. Olmadı diye işe almadılar. Oysaki bu kadar yıl çalışmış biri olarak kadroya gireceklerin başında geliyordu.
“Başka bir örnek vereyim: Bu oturduğumuz gazinonun mutfağında çalışan bir kadıncağız var. O da aynı durumda. Altmışına yaklaşan, bakacak çocukları olan bu dul kadından bile partilerine üye olmasını istediler. Kadın reddettiği için işsiz kaldı. Her ikisi de uzun süre işsiz kaldıktan sonra, burada iş buldular. Ancak bu işten aldıkları ücret daha düşüktür, üstelik hiçbir güvenceleri yoktur. Sigortasızdırlar.
“Direnemeyip de istemeden partisinden istifa eden ve hükümet partisine girmiş olan kişiler de var. Bunlar işlerini korudular. Ama insanlık onurları ayaklar altına alındı. Böylesine onuru incinmiş kişilerden toplum ne bekleyebilir artık?
“Değişik bir örnek daha vereyim: Hemen dibimizden geçen bu Karpas yolu üzerindeki tüm arsalarla topraklar sessiz sedasız, gizlice dağıtıldı. Dağıtıldı da bu toprakların bağlı olduğu Yeniboğaziçi köylülerinden bir tekine bile, bir tek arsa verilmedi. İlaç olsun diye derler ya, örnek olsun diye bile, bir tek Yeniboğaziçili bu dağıtımdan yararlandırılmadı. Niçin? Çünkü bu insanlar hiçbir seçimde onlara oy vermedi. Ama beyimiz Murat bile dört arsa almış buralardan!”
Murat gülerek karşıladı Burhan’ın sözlerini: “Senin gibi enayi mi olmalıydık? Becerdik aldık işte. Becer de nasıl becerirsen becer. Hem sana söyleyeyim mi? Başa kim gelse aynı şeyleri yapacak.”
Burhan acı acı gülümsedi: “Ne desek boş. Senin felsefen bu! Her zaman söylersin ‘altında kalanın boynu kopsun diye’. Sen arsaları almışsın ama zavallı köylüler altta kalıp boyunları kopmuş, umurunda mı?” Kemal’e döndü: “Bu konuları Murat’la konuşmanın anlamı yok Kemal. Sana diyeceğim şu: Seni görevden aldılar diye hiç üzülme, tersine sevin. Bu adamlar seni kendilerinden görmedilerse onur duyman gerek!”
Kemal, Burhan’ın söylediklerini dikkatle dinledi. Bunlar, ilk kez duyduğu sözler değildi. Kaç kez kardeşi Mustafa da benzer şeyleri söylemişti. Kendisinin de yaşadığı olaylardı bunlar.
Şimdiye kadar görevlerinde vicdan rahatsızlığı duymamıştı. Her zaman Devlet’ten yana olmuş bir kişi idi. Devlet’ten önce toplumun örgütü olarak TMT vardı, o zaman da ondan yana idi. Günlük politika ile hiç ilgilenmemişti. Tüm yaptığı, görevlerinin gereklerini yerine getirmekti. Kendisine ters gelen işler de vardı. Örneğin ülkenin temel sorunu çözüme ulaşmamışken, toplumun davası sürüp giderken bir sürü partiler kurup kavga etmenin, kendisine göre, anlamı yoktu. Ancak Devlet’i yönetenlerin çok büyük hatalar, haksızlıklar yaptıklarını; hırsızların, namussuzların ve zamanında toplumun direniş savaşma ters düşenlerin, direnişten kaçanların el üstünde tutulduklarını, buna karşın toplumun direnişi uğruna yaşamlarını ortaya koyanların “tu kaka” edildiğini gördükçe; düşüncesinin hatalı olduğunu anlamaya başlamıştı. Son zamanlarda bu düşüncesi giderek açıklık kazanıyordu.
Bakanlık’ta başına gelen bazı olayları anımsadı. Bakanı kaç kez onu karşıt partililerin işini yaptığı için uyarmıştı. Kemal, bu uyanlara karşın doğru bildiği yolda yürümüştü.
Bir de Başbakan’ın bir sözü çok etkilemişti Kemal’i. “Biz bizden olmayanları ve bize karşı olanları affetmeyiz” demişti Başbakan. “Eğer dediyse, acınacak bir durumdayız demektir” diye düşündü Kemal. Dalmış gitmişti.
Burhan’ı sabırla dinleyen Murat ise sert bir çıkış yaptı:
“Kemal’i de sana benzeteceksin. Ne yani sen karşıt partide yer aldın, milletvekili seçildin de ne oldu? Züğürtlükten kurtuldun mu ki şimdi de Kemal’i aynı yöne yönlendiriyorsun?”
“Benim kimseyi yönlendirdiğim yok” dedi Burhan. “Ne var ki Kemal dürüst biri. Haksızlıklara dayanmaz. Haksızlıklarınıza karşı olmasından doğal şey olamaz. Kemal, her şeye senin gibi kişisel çıkar açısından bakamaz.”
“Ne dersen de, biz milliyetçiyiz! Halk bizi bırakmaz.”
“Nesiniz, ne?”
“Milliyetçiyiz!”
“Güldürme beni! Milliyetçilik kim, siz kim? Milliyetçi değil, lillicisiniz siz, lillici!”
Erenköy işini anımsatacaktı, boş verdi.
“Şunu söyleyeyim” diye sürdürdü Burhan, “senin partin Kıbrıs Türkü’nün direnişinden kaçmış, hatta bu direnişe karşı çıkmış, Rum’la işbirliği yapmış, toplumuna ihanet etmiş olanların sığınağı olmuştur. Gerisi martaval!”
Murat oralı değildi yahut da etkilendiğini göstermek istemedi:
“Sen ne dersen de arkadaşım; güçlü biziz, yöneten de biziz. Unutma ki her doğan bebek bizim partili olarak doğmaktadır.”
Son sözleri alaylı bir anlatımla söylemişti.
Burhan gözlerini Murat’ın gözlerine dikti: “İşte gerçek durumumuzu gösterecek bir kanıt. Böyle bir sözü söyleyebilen bir Başbakan’ın nasıl bir kafa taşıdığının kanıtı! Ama kuzum, sen gerçekten buna inanıyor musun?”
Kemal, Burhan’la Murat’ın konuşmasını can kulağı ile dinliyordu.
Murat güldü. “İnanana da” dedi alay edercesine!
“Senden ciddiyet beklemek hata zaten! Yine sululaştın.”
“Ulan Burhan! Sen de buluttan nem kaparsın hemen. Siktir et yahu! Ben seninle değil, bu sözü söyleyen Başbakan’la dalga geçiyorum.”
Uzunca bir süre dereden tepeden konuştular. Ortak anılardan söz ettiler. Fıkralar anlattılar.
Neden epeyce sonra Burhan konuyu değiştirdi: “Neyse! Bunları bırakalım da biraz başka şeyler konuşalım. Ne yapmayı düşünüyorsun Kemal?”
“Hangi konuda” diye sordu Kemal.
Burhan: “Hangi konuda olacak? Karın konusunda. Diğerini siktir et. Bilirim canın sıkıldı, onurun kırıldı, ama bence çok konuşmaya değmez. Sen şimdi asıl diğer konuda ne düşünüyorsun, onu söyle?”
Kemal daha önce Murat’a söylediklerini СКАЧАТЬ