“Biz cesaretimizi toplayıp içeri girmek için yine İbrahim ağabeyin koluna giriyoruz yani arkasına diziliyoruz. Ama Fatma inat ediyor. Ben ona kızıyorum. Çünkü herkesin gözü onun üzerinde. İbrahim ağabey yine gülüyor. Sonunda sabrı tükenip “O zaman ben gidiyorum. Hoşçakalın.” diyor. Ben bütün cesaretimi toplayıp “Kızlar, siz girmezseniz girmeyin ama ben giriyorum. Sonra küsmek ve pişman olmak yok ama.” dedim. Bu sözler etkisini gösterdi olmalı ki kızlar sıra ile İbrahim Emirhan’ın arkasından içeriye girdiler. Ben doğrudan Fatih ağabeyin yanına geçtim.” diye yazıyor Zeytüne Mevlüdova.
“El-Islah” matbaası ahşap bir evin ilk katında idi. Birkaç insan içeri girince geniş döşeme tahtaları dibe doğru çöktüler mi yoksa Zeytüne’nin dizlerinin bağları mı çözüldü! Birden bire başı döner gibi oldu ama kendini tuttu. Yatağın kenarına oturmuş Fatih ağabeyi ile konuştu. Onları davet eden Fatih “Kızlar, sizi şair Abdullah Tukayev ile tanıştırayım.” dedi. Orada bulunan herkes bir birini tanıyordu. Tukay’ın üzerinde çizgili beyaz gömlek, siyah kravat ve siyah bir ceket vardı. Başı açıktı. Saçı ne uzun ne de fazla kısaydı. Fatih ile bu kıyafetleri ve saç şekliyle 1908 yılında çekilmiş resimleri de malum. Konuşurken Tukay gözlerinin ucuyla bize şöyle bir baktı.” diye devam ediyor Zeytüne. “Sonra ellerimize bakarak “Nasılsınız” diye sordu. Sonra da gözlerini kâğıtlardan (oyun kâğıdı) hiç ayırmadı. (Tukay için göze bakmak gerekir mi? Sezer insanın hâlini canı teni ile. – M. G.).
Söz dinliyor gibi ediyorum temaşa,
Derdim sığmıyor içime dolup taşıyor dışa.
Ya ak elinden tutayım ya bırak diye
Aklım ile elim girdi bir dalaşa.
Zeytüne “Ben gözlerimi hiç ondan ayıramıyorum. Fatih ağabey ise bizi kâğıt oynamaya davet ediyor. Ama biz oynamaya cesaret edemiyoruz. Fatih ağabey çok iyi oynuyor, kâğıdı iyi geliyor. Tukay, paketten her kâğıt çekişinde “Böyle işte, bahtsız insana hep ters gelir, bize iyi kâğıt bile gelmiyor.” diye şikâyet ediyor. Ben ise ona kıyamıyorum, onun için kalbim sıkışıyor.” Tukay, düşüncelere dalmış bir şekilde mırıldanıyor:
Hep söyler: Ancak dudağına dişine bakarım,
Gezdiririm gözümü kalkmış göğsüne bakarım.
Burnuna ağzına çenesine bileğine -
Tek bir parmak, tek bir tırnak kalmaz, her yerine bakarım!
Zeytüne “Oyuna bizim de katılmak istediğimizi söylemek için tam cesaretimi toplamıştım ki kapıda annemin sesini duydum. Birden dizlerimin bağı çözüldü. Ablamla bir birimize bakıştık. Fatih ağabeyden gitmek için izin istedik. Onun kalmamız için ısrarına bakmadan matbaadan çıktık. Tukay’ın “Biraz daha kalsaydınız.” sözleri hâlâ kulağımda. Biraz sonra telaşımızın boşuna olduğunu anladık. Çünkü annemiz komşu odada kalan Musa ağabey’in yanına gelmiş. O, oraya geçti. Biz ise Tukay’ın bulunduğu odaya tekrar dönmekten çekinerek doğruca evimize gittik.
Yolda giderken ablam “İnşallah annem bizi orada fark etmemiştir.” dedi. Bunun için her zaman bizim evin yanında dilenen yaşlı bir kadına beş kuruş sadaka vereceğini de söyledi.
Bu, benim Abdullah Tukayev ile ilk görüşmem oldu.” diyor Zeytüne. Tabii ki bir anlık görüşmeye görüşme denebilirse.
Tukay, kızlar ile görüşmeden çok memnun olur ve bu şaire canlılık verir. “El-Islah’ın her sayısında bir şiirini yayınlamaya gayret eder. Her hangi bir sebepten dolayı şiir yazamazsa canı sıkılır. El-Islah’ı kendi gazetesi olarak görüyordu.” diye yazıyor İlmütdin Şeref.
Bu dönemde Tukay’ın yaratıcılığında aşk şiirleri büyük bir yer tutar. Onun şiirlerinde bir neşe, bir sevinç sezilir. “Yeget İle Kız” (“Yiğit ile Kız”), “Şagıyr” (“Şair”), “Şeytannın Muynına” (“Şeytanın Boynuna”) adlı şiirlerini yazar. Son şiirinde şöyle demektedir:
“Sevme boş yere, üzülme boş yere, çıkma şu kız ile.
Hiç sevmiyor o seni, sen yokken hep sana güler.
—Gülerse gülsün, hak ettin. Sana ne gülüyorsa?
Gülsün o güzel, dünya haberdar olsun dişinden.
Diş nûrunu saçsın da aydınlatsın o dünyayı,
Yer ve gök aydınlansın ve parlasın gülüşünden.”
diye hem kederleniyor hem seviniyor şair.
Şükürler olsun ki Tukay’ın işi de aşı da çok. Bahar gelince göçmen kuşlar yuvalarına döner. Kendi “Bülbül”ünü bulan Tukay’a da ilham gelip şiirler yazar. Tukay, son zamanlarda geçen hayatından memnun olduğunu Azize Halasına 27 mart günü yazdığı bir mektupta belirtiyor: “Daha önce yazdığım gibi ben Kazan’dan çok memnunum. Yine söylüyorum, arkadaşım ve dostum çok. Burada okumuş, hayat dolu kızlarla tanışmak da nasip oldu. Gazete çok. Kitap ise her gün bir yenisi basılıyor. Hem okuyoruz, hem yazıyoruz. Bu arada hacimli bir şiir kitabı yazdım. Bu şiir kitabı, boyalı güzel resimlerle süslenmiş, çocuklara hediye olarak yazılmış bir kitap…” Uzun mektubunu sevinçli bir olay ile ilgili bilgi vererek tamamlıyor. “Yarın Kazan’da edebiyat gecesi olacak. Orada Kazan’da yaşayan bütün Müslümanlar ve kadınlar toplanacak. Ben de “Utırışu” (“Oturuşma”) adlı şiirimi okuyacağım.” Dikkat ediniz, Tukay mektupta bu şiiri okuyacak olduğunu bildiriyor. Bütün on bir kıtayı ezbere biliyor, gece yarısı kaldırsalar dahi duraksamadan okuyabilecek çünkü dinleyecek birileri var artık!
Ben o kıza kendimce bir feriştah diyorum,
Dünya meşakkati ile meşgul olsun istemiyorum.
Kendimi ondan çok daha alçak görüyorum,
Onun yeri feleklerde, arşta diyorum.
Bence yaratılmış o ancak sevilmek için,
Sevmek, kıvanmak ve sevinmek için.
Gördüğünde benim gibi âşıklara
“Bu kız asla benim olmaz” diye üzülmek için.
Bu mısralar, Tukay ile Zeytüne’nin görüşmelerinden daha önce СКАЧАТЬ