derken, Bozdoğanla o da uçar sanki. Başka bir Bozdoğan şiirinde şu ilginç tespiti yapar: “Bazı insanlar/ Bir adam öldü derler/ Hayır!/ Yalnız kanatlarını kapatır/ Bir doğan, o an.” Bozdoğan, “güneşin avcısıdır” ve aydınlığın ilk lokmasını avlayarak kapımıza getirir, ama biz bunun farkında olmayız.
“Felsefenin Dili” adlı mükemmel eserinde, büyük düşünürlerin dünyası ile kendi dünyasını harmanlar ve bulduklarını, duyduklarını, bize şiirin diliyle sunar. Sesin duyulmadığı yerde, sesi; konuşmanın yapılmadığı yerde, konuşmayı, bir büyük tabiat orkestrasının sadık ve hassas sanatçısı gibi duyar ve iştirak eder. Ona göre “Her şey, bir şey söylemektedir”. Yunus Emre de “dağlar ile taşlar ile Mevla’yı çağırır” ya, aynen öyle işte. Bütün hayat, büyük bir sohbet, bir komünikasyondur. Dünyayı, “içinde boş sayfası olmayan bir kitap”a benzetir. Ona göre, “Dünyada hiçbir şey sağır ve dilsiz değildir” Dilsiz gibi duran taş da konuşur. Zen Budist rahibi de “Taşların sesini dinliyorum” demişti. Hem de şairimize göre bu taş, çok ve önemli şeyler konuşur. Ona göre, “Galaktik yeleğin alacalı sırma parçacıkları gibi, güneye dönük “nisan çayırları” da susmaz, konuşur. Dünyada, her birinin, her biriyle; her birinin, herkesle; her şeyin ve herkesin de birbiriyle kocaman bir sohbet hâlinde olduğunu kabul etmemek, duygusuzluk ve sezgisizliktir.
Felsefenin dili ile şiirin dili, birdir onda. O da Witgenstein gibi felsefeyi, “dilin içi”nden görür. Her şey, dilin içinden geçer aslında. Dilin içinden geçerken, renk alır, boy alır, tavlanır. Bunun içindir ki F. Muhiç, dili, “felsefenin kendi var oluş biçimi” olarak görür. Felsefe, ona göre, bir “büyük lengüistik ifadedir.” Evrenin kulakları var, dili var, ama yalnızlık çekiyor. Bizimle sohbet etmek istiyor. Bize verdiği sonsuz ve kutsal görev, bu ‘ebedî dil’i öğrenip dünyanın büyük yalnızlığına son vermektir.
Bunun içindir ki bütün şiirlerinin dokusuna sinmiş olan “estetize bir felsefe” yanında, Ferit Muhiç, sevip saydığı, akrabası olarak gördüğü ünlü filozofları da şiir sahasına çeker. Güzel bir minderde onlarla ‘mizahi polemik’e bile girer. ‘Mizahî polemik’ diyorum; çünkü polemik, karşılıklı yapılan sert kalem kavgasıdır. Oysa Kopernik yaşamıyor ki, Engels yaşamıyor ki, Nietsche yaşamıyor ki aşağıdaki satırlar gerçek olsun. Onun ‘mizahî polemikler’i de aslında felsefî ve şiirsel bir metafordur. Güneşle ilgimizin kaybolması, sanki onun kutsallığına ve büyük sırrına dokunulmasındandır. Behçet Necatigil’in, iş güç sebebiyle dünyaya yabancılaşan kahramanına, faytoncu, “Beyim, ‘ay’ı görmek için rasathaneye gitmeye ne gerek var; kafanı kaldır ve gökyüzüne bak.” der. Kelimesi çok kullanılan ve hatta mıncıklanan varlıklara, gerçekte yabancılaştık biz. Bunun felsefî dilemması ise, dünya ifşa edildikçe, bizi heyecanlandıran büyük sırların yok olmasıdır.
Üstat, bence yanlış senin yörüngen
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.