Gördükleri karşısında bilinçlenen Asılbek, kişisel gelişimini ancak iyi bir eğitim almakla sağlayabileceğini fark eder. Öykünün sonunu Asılbek’in okumak, mühendis olmak için evinden ayrıldığı anda bitiren yazar, okuyucuya zihninde sorgulanması için boşluk bırakır. Asılbek’in hayatına anlam kazandırmak için çıktığı bu yolculuk, eğitim izleği etrafında sorgulanır. Onun hayatının en önemli sorunsalı sınavı kazanamayıp köyüne dönmesidir. Ancak yaşadığı deneyim ve daha sonra çalışırken gördüğü sömürü düzeni ona bilinçlilik hali kazandırır. Kendini ve içinde yaşadığı toplumu aydınlatmak için ya da başka bir deyişle “insan olmak için” eğitim almaya doğru yola çıkar.
2.4.2.2. Farkındalık/Bireyselleşme
Toplumsal bir varlık olarak insan, yaşamının ilk anlarından itibaren bir arayış içindedir. Bu arayışlar onu çocukluk zamanlarında gördüğü her şeyi sorgulamasına yol açar. Bu sorgulayışlar zamanla yerini anlama/bilme yetisine bırakır. Büyüdükçe hayatın gerçekleriyle yüzleşen insan, yaşamın sadece mutlu anlardan oluşmadığı gerçeğiyle karşılaşır. Bu bilinçlilik hali, onun kendini ve dış dünyayı daha gerçekçi bir gözle sorgulamasını sağlar. Zamanla yaşadığı olumsuz anlarda sıkışıp kalan insan, bireyselleşme arzusunu hissetmeye başlar. Bu farkındalık hali onun kendini gerçekleştirdiği yani tinsel doğumunu hazırladığı anda başlar. Ontolojik olarak kendini gerçekleştiren insan, artık daha güven içinde varlığını anlamlandırmış, dış dünyanın kaotik boşluğunda kaybolmaktan kurtulmuştur. İnsanın kendini dış dünyada konumlandırdığı bu algılayış biçimi, farkındalık olgusuyla gerçekleşir. Farkındalık kavramı bu perspektifde bireyi, aşkın olana götüren bir değerdir. Başka şekilde söylenecek olursa özneyi nesneye yaklaştıran bir aydınlanma sürecidir.
Farkındalık, bireyin kendi olma yolunda Joseph Campbell’ın deyişiyle eşikten dışarı ilk çıktığı anla başlar. Öykünün başkişisi Asılbek’in kendi olma sürecinin anlatıldığı öykü, bir varoluş öyküsüdür; “kişinin kendi varlığının farkındalığı temelde kendi benliğini kavraması ve öz-bilinci elde edebilmesi düzeyinde olur.”161 Asılbek de öz-bilinciyle ne olması gerektiğinin farkına varır. Babası ve çevresinin direttiği değil, kendi arzuladığı hayata doğru yol alır. Bu noktada dünya görüşleri, hayat felsefeleri tamamen farklı olan baba ile oğulun çatışması kaçınılmazdır;
-Neyi yazacağım. Suçu yok insanların. Babamın yüzünde nefret doldu, kaşları çatıldı.
–Yaz! diye bağırdı.
–Yazmayacağım, inat ettim ben de. Yerimden kalkıp gittim.
–Sen insan değilsin ahmak, ben senin insan olacağını düşünmüştüm!
–Yazmayacağım! Yazmayacağım! Utançtan dayanamadım, evin öbür tarafına geçip, ağladım. Babam bana her zaman insan ol diyor. Nasıl insan olacağım. Babam beni hangi tarafa çekiyor? (H.İOİ.: 71)
Asılbek’in babasıyla yaşadığı bu çatışma, onun kendi gerçeklerini kavradığının/ anladığının göstergesidir. Babasının kendi isteklerini gerçekleştirmek için suçsuz insanları şikâyet etmek istemesine karşı çıkan Asılbek, birey(sel)leşme yolunda erdemli bir hayatın kapılarını aralar. Birey kendi oluşunda “başkalarını dinleme yerine, kendini ve kendi olanaklarını anlamaya yönelmelidir. Bu bir çağırmadır veya seslenmedir.”162 Babasının “insan ol” çağrısı karşısında başkişi “nasıl insan olacağım” diye sorar. Onun insan olmaktan anladığıyla babasının düşüncesi taban tabana zıttır. Bu zıtlık onun yuvadan ayrılmasına ve okuyarak önce kendisini sonra çevresini değiştirme düşüncesine yol açar. Asılbek böylece kendini gerçekleştirmek için “yuvadan ayrılıp ölüme meydan okuduğu serüvenlere atılır.”163 Macera, başkişinin erginlenme sürecinin gerçekleşeceği sınav alanıdır. Bu sınavlar başkişinin aydınlanmasını gerçekleştireceği hayatın gerçekleriyle yüzleşeceği zamanlara göndergedir. Yuvadan ayrılış yani eşikten dışarı atılan ilk adım, hayatı sorgulayan bireyin bir anlamda kendi varlığını gerçekleştirme arzusunun göstergesidir.
Yuvadan ayrılmadan önce, kendini sömüren patronuyla yüzleşen başkişi, varoluşunu gerçekleştirme konusunda önemli bir adım atar. “Kendi ruhunun uyandıranı olan kahramanın kendisi, kendi çözülüşünün uygun aracıdır.”164 Asılbek de kendi çözülüşünü kendisi gerçekleştirir ve patronunun diğer işçileri sömürdüğü gibi kendini de sömürmesine karşı başkaldırır. Bu başkaldırı, hayır demekle eşdeğerdedir. Bir köle olmaya doğru gittiğinin farkına varan insan, “birdenbire yeni bir emri kabul edilmez bulur.”165 Bu başkaldırı, ötekinin özneyi boyun eğdirme anlayışına bir karşı çıkışı kesinler, kendi sınırlarını çizen özne kendini ezen düzene karşı bir duruş sergiler. Asılbek’in boyun eğmeyen bu dik duruşu, onun bilinçlilik haline kavuşmasıyla, kendi sınırlarını koruma arzusunu ortaya serer.
Öyküde geçen yol bir metafordur. Birey(sel)leşme deneyimine atılan öznenin içsel yolculuğunu gösteren yol metaforu, öznenin nesnel dünyada kendini konumlandırma sürecidir. Asılbek’in çıktığı yol, onun somut görüngüsünün tersine soyuta yani içsel olana doğru çıktığı yoldur. Ne olmak istediğini fark eden başkişi, kelebek gibi kozasından çıkarak aydınlanma deneyimini yaşar. Yola çıktığında yanında babasının çantasından başka bir şey yoktur. Ancak bir müddet sonra Asılbek, babasından kalan bu çantayı da atarak yanında çıplak varoluşundan başka bir şey olmadan yola devam eder; “bu anda çanta da benim düşmanım gibi, yolumu kapatan birisi gibi geldi. Çantayı iki elimle tutarak akan suya bütün nefretimle, kinle attım. Çanta suda akıyordu. Çantayla beraber bütün kötülükler, olaylar peşimde kaldı. Dünya benim için genişledi” (H.İOİ.: 71). Çanta, burada simgesel anlamda kullanılır. Çantanın gidişiyle “bütün kötülüklerin ve olayların” geride kalması başkişinin yaşadığı açmazların, çatışmaların da sonlandığı izlenimi verir. Çanta babasının ona yüklediği seçim sorunsalı bağlamında kendi seçimine ket vuran bir unsurdur. Çantanın gidişi, onun özgür birey olarak var olma edimini deneyimlemesinin önünü açar. Baskılardan, başkasının hayatını yaşama zorunluluğundan kurtulan başkişi için dünya daha da genişleyerek yaşanası bir hal alır.
Kavramsal olarak “kendine gelme ya da kendini СКАЧАТЬ
160
Jose Ortega Y Gasset,
161
Rollo May,
162
Çüçen, a.g.e, s. 89.
163
Karen Armstrong,
164
Campbell, a.g.e, s. 295
165
Albert Camus,