– E-e, sen de alay etmeden duramazsın ya! Öyle gözün dikili kal hayvanların başında, dedi ve yoluna devam etti. Oba büyüklerinin oturduğu ak kiyiz evlerin yanından geçti. Yöneldiği yer, ötede münferiden kurulmuş olan dört kiyiz evdi…
Bu obada konuk olan şanlı şöhretli türkücü son birkaç gündür gündüzleri bir yerlere gidip geziyor, akşamları geri dönüyordu. Üstelik tüm oba halkı “yarın evine dönecek” şeklindeki haberi işitmişti. Obadaki pek çok insan özellikle bugün söylenen şu son türküleri işitmek için hevesleniyordu. Fakat kıyıdaki gösterişsiz evler de yaşayanlar, mal bakıcıları, hizmetçi ve uşaklar bu türküleri dinlemek için ne kadar arzu duysalar da gayret etseler de dinlemeye gidemiyor, pişmanlıkla yakınış içinde kalıyorlardı.
Ayğız’ın evinin yanındaki kara evde irkit hazırlayan kadınlar sitem ediyordu. Bunlardan biri kara benizli kuru kemikli taze gelin Bayan, diğeri ise orak burunlu ve ak tenli Esbike idi. İkisinin de cılız olan yüzlerinde erken düşmüş pek çok kırışıklıkları vardı. Nice zamandır yıkanmadığı üstlerindeki kirden belli olan elbiseleri de aynı şekilde eskimişti ve yırtıktı.
Yaşıtı Esbike ile dert ortağı olan Bayan, bu obada uzun yıllardan beri koyun güden Kaşke’nin eşiydi. Esbike kara kurum bağlamış aşevinin ortasına kurulan taykazanı10 doldurmuş kurut pişiriyordu. Bayan ise seher vaktinden beri dinlenmeden bir ileri bir geri itip çektiği büyük yayıkla pişmiş sütün yağını çıkarıyor, irkit hazırlıyordu.
Kendilerinin türkü dinlemeye gidemeyişinden duyduğu pişmanlığı büyük bir hayal gibi dile getiren Bayan:
– Oyun eğlence bize mi kalmış! Ayğız hanım baybişe ile Kaliyka’dan izin istemiş de; onlar, “o ikisi çıt çıkarmadan irkit hazırlayıp, kurut kaynatsın” demişler, dedi.
Esbike kırışık solgun yüzüyle sitemkâr kabağını kaldırdı, ağır azap altında ezilerek yaşadıkları vaziyetlerine değindi:
– Bize kim türkü dinlettirecek? Kaliyka mı, Ayğız mı? Sığırları sağarız, koyunları sağarız, yayık yayarız, yağını çıkarır irkit hazırlarız, kurut kaynatırız, irimşik11 hazırlarız, bunlardan vaktimiz kalsa üstümüzü başımızı yırtık pırtık bir şeylerle örtüp tezek yaparız.
– “Ölmediğimize şükredelim” desene efendim. Herkes yattıktan sonra gittiğim, bütün gün hiç görmediğim evimi derleyip toparlamaya da fırsatım yok. Eşikten geçer geçmez yıkılıp düşüyorum, şu dağlar gibi kaskatı kıvrılıyorum.
Bayan’ın hâlini iyi bilen Esbike de dert yandı:
– Bir “halat eğir”, bir “koşum eğir” deyip, iki ayağını bir pabuca sokarlar. Daha dün bana “biçare cariye, sen niye kasılıyorsun” demesin mi, vallahi kemiğime işledi. “Şanırak deveye binip12 gelen cariye sen değil misin? Senin kocan başı bağlı kulum Başibek değil mi” dediğinde, başıma değnekle vurulmuş gibi oldum. Beni böyle cariye, o biçare Başibek’i de kul edince atar tanım atmaz, görecek günüm doğmaz oldu. Daha ne diyeyim, diyen Esbike kazanın altındaki kor ateşi maşayla karıştırırken dudağını büzüştürerek ağlamaya başladı. İçin için ağlayarak konuşmasını sürdürdü:
– Ayaklarıma kara sular indirerek yaşasam da gidecek yerim, kuracak düzenim yok. Kızım Sakış “anneciğim türküleri dinleyeyim, ben gidebilir miyim” diyerek o kadar pervane oldu ki… Nihayet ona “gidersen git küntayım13” derken şöyle bir baktım da yetişkin kız olmuş yahu. Eşikten atlatıp insan içine çıkaracak hâli yok. Üstü başı benim üstümden de kötü, it dalamış gibi yırtık pırtık, diyen Esbike gözyaşlarını durduramıyordu.
Pişmiş süt dolu yayığı ileri geri sallayan Bayan, “Kaliyka ile Ayğızlar duymasın” der gibi Esbike’ye doğru ürkerek eğildi ve fısıltıyla konuştu. Dert ortağının elemlerini depreştirdi:
– Tan yeri birazcık ağarır ağarmaz, daha çalıkuşları bile ötüşmeden kalkıyoruz. Baybişeler yatıncaya kadar, ak evlerin tünlükleri kapanıncaya kadar bir lahza diz kırıp oturmadan çalışıyoruz, herkesten sonra yatıyoruz. “Herkes yatsa da enekem14 yatmaz” dediği biziz yahu. Yaz olsun kış olsun bitkin bir durumda yaşadığımıza bakmaksızın Ayğız’ın bana “sürtük cariye” diye lakap taktığını da biliyorsun ya! “Türkü” diyorsun, türkü bizim neyimize, dedi…
İki dertli başlarındaki ağır emek, verimsiz meşakkat hâlini dile getirerek feryat ediyordu. Kunanbay’ın büyük obasındaki hayvan bakıcısı kadınların sağım işleri ile yemek hazırlama faaliyetlerini yöneten katı yürekli kuması Ayğız’ın bunların başına musallat ettiği meşguliyet azabıyla sızlanıyorlardı…
Bu kara evin bitişiğindeki üç kanatlı yırtık çadırda, tam da o anda, uzaktan şakıyan türkü sesini işiten Esbike’nin kızı Sakış yırtık bir teğelti üzerine oturmuş, kırk pare olan eski elbisesinin dizine yama yapıyor, sesini çıkarmadan öfkeyle ağlıyordu. Kıvırcık saçlı kaygılı başını iki dizine eğmiş, kendi bahtsızlığına kederlenerek yanıyordu. Pek fazla beklentisi de yoktu. Hiç değilse şu yaşlı nine İyistey gibi türkü söylenen eve gitse, eşiğin önünde otursa, kimseyi rahatsız etmeden izlese, gizli saklı gözetleyerek ev ahalisini bir görüp dinlese yeterliydi. Fakat akşam Kaliyka gelmiş ve “Ayğız söyledi” diyerek sert bir biçimde yasaklamıştı:
– “Cariye Esbike ile kul Başibek’in açlıktan nefesi kokan kızı kötü devenin teğeltisi gibi sarkan dilenci kıyafetiyle ak evlere yaklaşmasın. Türkü neyine, evinden çıkmasın” dedi, deyip gitmişti…
Türkü nağmeleri oba üstünde süzülüyordu. Fakat onu yakından dinleyemeyen, uzaktan arzulayan ve hayalini kuranlar sadece Bayan ve Esbikegil değildi. Çitlerin baş tarafında sabahtan gece yarısına kadar kısrak sağan Bürkitbay da her kısrağı sağmaya başlarken yanındaki yardımcısı genç delikanlı Baymağambet’e ağır ağır sitemlerini döküyor, üzüntülerini dile getiriyordu. “Yabancı birileri işitmesin” der gibi göz ucuyla etrafı kolaçan ederek, usulca ve yumuşak bir ses tonuyla konuşuyordu. Çatık sarı kaşlı, keskin bakışlı, mavi gözlü genç delikanlı Baymağambet yaşlı Bürkitbay’ın elemlerini alabildiğine dikkatle dinliyordu.
Bürkitbay:
– Türkü söylüyor! Sabah akşam türkü söylüyor… Yaz boyunca konuk olan “o türkücünün yüzünü Bürkitbay bir kere olsun gördü mü” diye sorsana! Yok, yok, yok! Görecek fırsatım hani! Tan atar atmaz getirilip bağlanan elli kısrağı günde on kere15 sağıyorum. Bütün günüm kısrağıyla beraber çit başına bağlanan urganlı aygır gibi çitlerin arasında geçiyor. “Uljan’ın obası kımızsız kalmasın!” “Ayğız’ın sabası dolu olsun!” “Konuk evindeki iki saba ağzına kadar dolu dursun!” “Kaliyka’nın evi kımızsız kalmasın” diye diye kuruttular beni. СКАЧАТЬ
10
Taykazan: Kesilip parçalarına ayrılmış bir tayın bütün etlerini kemiğiyle birlikte içine alacak büyüklükteki kazan. Taykazanların en meşhuru Türkistan şehrindeki Ahmet Yesevi türbesinin büyük salonunda bulunan yaklaşık altı yüz yıllık kazandır.
11
İrimşik: Kesilmiş sütün kaynatılmasıyla elde edilen tuzsuz taze lor peyniri.
12
Şanırak deveye binmek: Çeyiziyle birlikte eşinin obasına giden gelinin kervanın en önünde yürüyen iki hörgüçlü deveye yüklenen kiyiz ev şanırağı altında gidişiyle ilgili töre.
13
Küntay (güntay): Güneş yavrusu.
14
Eneke: Türkiye Türkçesinde; aşık oyunu gibi oyunlarda her oyuncunun en güzel ve en kıymetli oyun aracıdır. Oyuna onunla başlanır, onunla devam edilir, onun kaybedilmesiyle oyun bitirilir. Kazak Türkçesinde ise “saygıdeğer anne” anlamı vardır.
15
Atların memesi küçük olduğundan kımız elde etmek için yapılan sağımın iki saat arayla yapılması gerekmektedir.