Kazanın Kavun Pazarına da beraber gideriz bu mevsimde. O övünür, ben övünürüm. Nasıl övünmeyelim ki? O çifti derin sürmüş, bense zamanında ekmişim, çapalamışım, hasat etmişim.
Yine pazarın en tatlı, en güzel, en büyük kavunlarını yetiştirmişiz. Hele bir çiftçi sakın bu traktörle çekme yarışına girmesin, baksana kavunlara? Çok güçlü olmalı ki iyi çift sürmüş demez mi? İkimizde görünmez olup meleklerle uçarız bir an bulutların üstünde.
Ben traktörümle özdeşleşirim bazen. Traktörüm ben olur, ben de traktör…
Mavileşir düşlerim sonsuzluğa uçuveririm.
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi, Deneme Atölyesi, 2014)
HALETİ RUHİYEM
Garip bir halet-i ruhiye içerisindeyim. Kimseyle konuşmak, görüşmek istemiyorum. Kabuğuma çekildim. Kanatlarını yere düşürmüş, başını öne eğmiş bir baba hindi gibi düşünmekteyim; dünyaya küskün, verimsiz, çaresiz, karamsar…
Cep telefonumu kapattım; ev telefonunun fişini çektim. Televizyonu açmıyorum, gazete de okumuyorum. Kitaplarla kurduğum dostluk da yok oldu; okumak keyif vermiyor artık. Yazmaksa bir doğum sancısı…
Hayat sana güzel derlerdi dostlarım!
Yeni sağılmış keçi sütü, döllenmiş köy yumurtası, bir tabak ovma peynir, henüz güneşe merhaba bile diyemeden dalından koparılmış bir domates, iki biberle yapılan bir sabah kahvaltısıyla ne güzelde başlardı gün…
Mevsim bahar olunca bin bir renk çiçeğin oluşturduğu uyum , güzellik ve tazelik; beni kendimden geçiren coşkular doldururdu yüreğime. Hayallerim çiçek açardı; hem taze, hem renkli, hem duygusal, hem hareketli, hem şımarık… Hayal çiçeklerimin her biri tek başına bir renk şöleniydi. Her bahar âşık olurdum; sesini duymadığım, gözlerinin rengini bile bilmediğim sevgilime. Bilinmeyen hülyaların saçlarını tarardım; sonsuz bir coşku içinde. Baharı koklamak, duymak ve yaşamak isterdim. Her saniye ayrı bir coşku yaşardı yüreğim. Aklımın sesini dinlemeden dolu dizgin gider ne kural dinlerdim, ne statü, ne hiyerarşik düzen. Kalbime hiç söz geçiremezdim o zamanlar. Hani yürekten gelen ilk ses Hak’tandır derler ya, sonra gelen akıldan aynen ben de öyle bırakırdım kendimi onun sesine. Yanlış ortamlara, yanlış duraklara, yanlış mekanlara götürmezdi beni,kalbim.
Şimdi ise köşedeki minderin üstünde karnını tıka basa doyurmuş tekir gibi uyuyor. Benim ruh halim umurunda bile değil. O da bana küstü anlaşılan. Ne halin varsa gör, diyor sanki.
Bir anlamsızlık duygusu kaplıyor benliğimi. Hiçbir şeyin anlamı yok, sanıyorum. Ne annenin ne babanın, ne eşin ne çocukların; ne mehtabın ne yıldızların… Yaşamak anlamsız, sevişmek anlamsız, sevilmek anlamsız, öfke, nefret anlamsız, yemek içmek anlamsız…
Bir tek ölmek mi her şeye anlam katan?
Hiç bir şey düşünmeden düşünmek; anlamlı olan tek gerçek…
Yaşamak da bir ölmek de.
Yoksan, yaşarken yaşamıyorsan…
Böyle bir kâbus rüya işte!
Bense yaşamak istiyorum, dolu dolu anlamlı hayatı, duygulu dünyayı…
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi, Deneme Atölyesi, 2014)
SİGARAMIN DUMANI
Babamı görmeyeli tam on beş yıl oldu. Bir gün öğle üzeri sürpriz yaparak aniden “meçhule giden gemi”ye biniverdi. Önceleri inanamadım öldüğüne. Daha sabah kahvaltısını beraber yapmıştık. Her an bir yerden çıkıverecek gibi yollarını gözledim günlerce Ama nafile bekleyişti bu biliyordum.
Anneciğimi görmeyeli iki ay oldu. Özlüyorum tabi. Ama o kadar. Ya kızımı? Okulların tatil dönemlerinde görüyorum sadece. Onu da özlüyorum tabi ama o kadar. Eşimi her sabah akşam görüyorum. Özlüyor muyum? Bilmiyorum doğrusu, hiç düşünmedim ya da özleme fırsatı olmadı.
Ama bir şey var ki bir saat bile ayrı kalsam bütün dengelerim bozuluyor. Asabileşiyorum, sinirlerim boşalıyor. Kan dolaşımım hızlanıyor. Kırmızı rengi gören boğa gibi göz bebeklerim büyüyor. Nefes alışım hızlanıyor, saldırganlaşıyorum. Burnumdan solumaya başlıyorum. Bir mengene beynimi sıkıyor da sıkıyor. Sonra dudaklarımla öpüyorum onu. Doyasıya kokluyorum. Derin nefeslerle ciğerlerime dolduruyorum. Ohh dünya varmış, diyorum.. Sinirlerim gevşiyor. Her şey yeniden anlam kazanıyor. Arkadaşlarım ne kadar candanmış meğer, masama gelen çay ne kadar tatlıymış meğer, penceremden görünen manzara ne kadar güzelmiş meğer.
Tam otuz beş yıl oldu seninle dost olalı. Anamdan babamdan, çocuklarımdan, eşimden, dostlarımdan daha yakın oldun bana. Kimseyle paylaşamadığım her şeyimi, ama her şeyimi seninle paylaştım.
Bu gün hava çok güzel yak bir tane; bulutlandı, yağmur yağıyor yak bir tane, iş yerinde amirim kızdı yak bir tane, kızım otobüste bavulunu kaybetti yak bir tane, yaptığım sunum çok beğenildi, büyük alkış aldı yak bir daha, kahve içerken ne büyük keyif verir yak bir tane, yemeklerin üstüne yak bir tane… Ya askerde?
“Dinlenmeler bir sigara içimi
Duman duman sen kaplarsın içimi”
Bütün acılarımı, hüzünlerimi, sevinçlerimi, mutluluklarımı, başarılarımı, başarısızlıklarımı, umutlarımı, heyecanlarımı, hayal kırıklıklarımı, küskünlüklerimi, her şeyimi ama her şeyimi seninle paylaşmadım mı ben? Bana annemden, babamdan, dostlarımdan, çocuklarımdan ve dahası karımdan daha yakın olmadın mı yıllarca?
Dostum bildiğim yanımdan bir saniye bile ayırmadığım, yokluğuna hiç ama hiç dayanamadığım, 35 yıllık kader arkadaşım sinsi sinsi kanıma işlermiş, ciğerlerime işlermiş, damarlarıma işlermiş, dahası kalbime, böbreklerime ve beynime işlermiş. Bir an önce meçhule giden gemiye binmem için çalışırmış da kasaplık koyun gibi bunca yıl takılıp gitmişim celladımın peşinden
Bir ay önce: üşüyorum, bir titreme bütün vücudumu sarıyor. Sıtma nöbetlerine tutuluyorum. Yüzüm pancar gibi kızarıyor. Tansiyonum düşüyor. Akşam benim bu halimi gören eşim “Hadi doktora!” diyor. Doktor akciğer filmi, ve kan tahlili istiyor. Sonra sonuçlara bakınca “Sigara içiyor musun?” diye soruyor. Ve başlıyor anlatmaya. Ciğerlerim sislenmiş, bronşlarım dolmuş, damar sertliği başlamış, üstesine bir de diyabet… “Sen intihar ediyorsun” diyor bana, “bırak bir an önce .”
Hastaneden çıkınca o sinirle bir tane daha yakıyorum. Ama oda ne gitmiyor, istemiyor vücudum. Bir nefes daha hayır, ne kadar pis kokarmış meğer. Tam üç gün yataktan çıkmıyorum. Sigarayla olan dostluğum bitiyor mu ne? Tam СКАЧАТЬ