Küçük Prens Türkçe-Osmanlıca-İngilizce-Fransızca. Антуан де Сент-Экзюпери
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Küçük Prens Türkçe-Osmanlıca-İngilizce-Fransızca - Антуан де Сент-Экзюпери страница 3

Название: Küçük Prens Türkçe-Osmanlıca-İngilizce-Fransızca

Автор: Антуан де Сент-Экзюпери

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6862-04-3

isbn:

СКАЧАТЬ parayı ne yaptığını söyle önce.”

      Semyon ceketinin cebinden kâğıt parçaları çıkartıp düzeltti.

      “Al para işte, Trifonov’dan alamadım ama yakında ödeyeceğine söz verdi.”

      Matryona daha da gerilmişti. Kocası post falan almamış, ellerindeki tek kaftanı çıplak bir herife giydirmiş, onu da arkasına takıp eve getirmişti.

      Paraları saklamak için masadan alan Matryona, giderken söylenmeye devam ediyordu:

      “Yemeğim falan yok. Tüm çıplak sarhoşları doyuracak değiliz ya!”

      “Eh be Matryona, şu dilini tut biraz. Ne söylüyor evvela dinle bakalım.”

      “Yeterince akıl aldım ben aptal sarhoşlardan! Sen gibi bir sarhoşla evlenmeyi istememekte çok haklıydım. Anacığımdan yadigâr keten kumaşı bile gidip içkiye yatırdın sen. Onunla post almak için evden çıkıp sarhoş eve döndün.”

      Semyon sadece yirmi kapiklik içtiğini ve adamı bulduğu yeri falan anlatmak istiyordu ama Matryona bir kelime etmesine müsaade etmiyor, oradan alıyor buraya koyuyor, hiç durmadan konuşuyordu. On yıl evvel kapanmış konuları açıp duruyordu.

      Matryona konuştukça konuştu sonra Semyon’un üzerine atıldı ve kolundan yakaladı.

      “Çıkart ceketimi, bir tek bu kalmıştı üzerime giyecek, onu da aldın. Ver çabuk, uyuz köpek, yüzünü şeytan görsün!”

      Semyon ceketi çıkarmaya çalışırken, ceketin kolu ters döndü, kadın çekiştirirken dikişleri söküldü. Matryona ceketi kapıp üzerine geçirdi ve kapıya doğru koştu. Çıkıp gitmek istiyordu ama kararsızca durdu: Öfkesini yenmeye çalışıyor, her şeyi bırakıp gitmek istiyor ama bir yandan da yabancının kim olduğunu merak ediyordu.

      IV

      Oracıkta durduğu yerden söylenmeye devam etti:

      “İyi bir adam olsaydı böyle çıplak olmazdı, üzerinde gömleği bile yok. İyi, matah bir şeyse madem, haydi söyle bakalım bu züppeyi nereden bulup getirdin?”

      “Tamam, bak anlatıyorum sana: Yürüyordum ve kilisenin yanında donmak üzere olan bu adamı gördüm, çırılçıplaktı. Yaz günü değil ki bu adam böyle çıplak gezsin. Beni ona Tanrı gönderdi, yoksa ölürdü. Ne yapsaydım? İnsanların başına neler geliyor! Bu yüzden onu giydirdim ve alıp buraya getirdim. Biraz sakin ol artık. Günahtır, Matryona. Hepimiz bir gün öleceğiz.”

      Matryona yine sert sözler söylemek istedi ama yabancıya baktı ve sustu. Adam sedirin kıyısına tünemiş, sessizce oturuyordu. Ellerini dizlerinin üzerine koymuş, başını öne eğmiş, gözlerini kapamış, boğuluyormuş gibi yüzünü buruşturarak kesik kesik nefes alıyordu. Matryona susmuştu. Semyon devam etti:

      “Matryona, Tanrı’ya inanmıyor musun sen?”

      Matryona bu sözleri işitince durdu, adama baktı ve birdenbire içine bir huzur hissi doğup sakinleşti. Kapıdan içeri doğru geldi ve ocağa gidip yemek çıkardı. Masaya bir bardak koydu ve içine kvas1 doldurdu, tabakları koydu, yemeği getirdi, son ekmek parçasını da çıkarıp çatal ve bıçakları masaya dizdi.

      “Haydi koparın ekmeği, yiyin, ne duruyorsunuz?”

      Semyon adamı masaya getirdi.

      “Sokul bakalım genç adam.” dedi.

      Semyon ekmeği kopardı, yemeğin içine doğradı ve yemeye başladılar. Matryona da masanın köşesine oturup, elini çenesinin altına koyup adamı incelemeye koyuldu.

      Adama merhamet duymaya başlamış ve içi ona ısınmıştı. Yabancının yüzü bir anda aydınlanmıştı. Artık yüzünü buruşturmuyordu, başını kaldırıp Matryona’ya gülümsedi.

      Yemeği bitirdiler; Matryona masayı topladı ve yabancıya sorular sormaya başladı:

      “Ee neredensin bakalım genç adam?”

      “Buralı değilim.”

      “Peki nasıl düştün buralara?”

      “Bunu söyleyemem.”

      “Kim soydu seni?”

      “Beni Tanrı cezalandırdı.”

      “Ve sen de böyle çırılçıplak sokakta mı kaldın?”

      “Evet, çıplaktım, yatıyordum ve çok üşüyordum. Semyon beni gördü, acıdı ve kaftanını çıkarıp bana verdi, beni buraya getirdi. Siz de yedirip içirdiniz, bana merhamet ettiniz. Tanrı sizi korusun!”

      Matryona kalktı, Semyon’un az önce yamadığı gömleğini pencerenin dibinden aldı yabancıya uzattı, bir de pantolon bulup getirdi.

      “Al, görüyorum ki gömleğin yok. Bunu ve pantolonu al, giy ve nerede istersen orada yat. Tavan arasına da çıkabilirsin, burada sobanın yanında da yatabilirsin.”

      Yabancı kaftanı çıkardı, gömlekle pantolonu giyip tavan arasına çıkıp yattı. Matryona da mumları söndürüp kaftanı aldı ve kocasının yanına yattı.

      Kaftanı yettiği kadarıyla üzerine örtmüş ve yatmıştı ama bir türlü uyuyamıyor, yabancıyı aklından çıkaramıyordu.

      Son ekmek parçasının da bittiğini, yarın için ekmeklerinin kalmadığını, gömleği ve pantolonu da ona verdiğini hatırladıkça canı sıkılıyordu, ama adamın gülümsemesi aklına gelince yüreği ferahlıyordu.

      Uzun süre uyuyamadı Matryona. Semyon’un da uyumadığını, kaftanı üzerine çekiştirmesinden anladı.

      “Semyon!”

      “Ne var?”

      “Son ekmeğimizi yediniz, yenisini yapmak için malzemem de yok. Yarın ne yapacağız bilmem. Çocukların vaftiz annesi Marta’dan mı istesek?”

      “Henüz sağız, elbet doyarız.”

      Matryona bir süre sesini çıkarmadı.

      “İyi bir adama benziyor ama neden hiç kendinden bahsetmiyor?”

      “Anlatması imkânsız şeyleri vardır belki.”

      “Semyon?”

      “Ne var?”

      “Hep biz veriyoruz da neden kimse bize vermiyor?”

      Semyon ne diyeceğini bilemedi. Sadece, “Konuşmayı keselim artık.” dedi ve arkasını dönüp uyudu.

      V

      Semyon ertesi sabah uyandığında çocuklar hâlâ uyuyordu, karısı komşulardan ödünç ekmek almak için dışarı çıkmıştı. Yabancı yalnız başına sedirde oturmuştu, СКАЧАТЬ



<p>1</p>

Kvas: Rusların en fazla tükettiği alkolsüz, ham maddesi ekmek olan bir içecek. Sovyet kolası olarak bilinir ve votkadan sonra en çok tüketilen milli içecekleridir. (ç.n.)