Bizim Jean Depres, öyle rezil hovardalardan değildi. Öyle her kendisine sevdalananlardan kâm almak hevesinde bulunan zevattan değildi. Bunu kahramanlığına yediremeyip kendisini iyi korurdu. Ama bu sözü sadece biz söylemiyoruz. Mahallesinin kadınları da, hatta usluca, akıllıca erkekleri bile derlerdi ki “Depres kendisini iyi korur”. Metresleriyle ekseriya üçer dörder ay geçinirdi. Hatta hemen her metreste görüldüğü üzere bunlar bittabi bir aralık kendisine hıyanet eyledikleri zaman dahi Depres darılmazdı. Sövmez saymaz, dövmez yaralamazdı. Filozof Depres! Bu hıyaneti ayrılık için meşru bir sebep addederdi ki müteakiben kendisini avlamaya çalışan diğer bir kadın dahi “Ben onun gibi hıyanet de etmem!” taahhüdüne mecbur olurdu. Depres bilirdi ki o da bu taahhütte sabit olamayacak! Fakat bunu bilmek onun bunlarla olan münasebetlerine engel olamazdı. Öyle ya! Ayrılmaya kendi vefasızlığı sebep olacağına kadının vefasızlığının sebep olması daha hayırlı değil midir? İşte Depres bu suretle kendisini iyi kullanırdı.
Otuz beş yaşına kadar böyle yaşadı. Hiçbir metresinin hamile kaldığı ve doğan çocuklardan dolayı bunları tanımaya mecbur edildiği de vaki olmadı. Ta ki Polini namında bir çamaşırcı kızla anlaşıp evlenene kadar. Polini o zamana kadar Depres’in tanıdığı kadınlardan hiçbirisinden daha güzel değildi. Daha bilgili daha edepli hiç değildi. Zaten bu sınıf kadınların terbiyelerinden talimlerinden ne olur ki bazılarının bazılarından farkları aranabilsin?
Düzce okuyup yazmak, pek cüzi umumi coğrafyaya, Fransa coğrafyasını ve tarihe Fransa tarihini katmak, kendi defterini tutabilecek kadar hesapla hayvanat ve nebatat bahçelerindeki hayvanların, nebatların isimlerini belleyecek kadar tabii tarih değil mi? Tahsilin bu derecesi bunların tamamı için umumidir. Vilayetten gelen kızlarda gerçi bu derecesi de bulunamaz ise de Parisli olanlar için tahsilin bu derecesi umumidir.
Polini’nin, Depres ile evlilik anlaşması yapan diğer kızlardan, kadınlardan bir fazla meziyeti varsa o da aklı, zekâsı idi. Daha Depres ile ilk anlaştığı gün heriften bir para istifade etmemeyi zihnine koyarak:
“Benimle geçinmek, hem de hoş geçinmek arzusundaysan bana hiç hediye vermeyeceksin. Bana bir kuşluk, bir akşam yemeği değil ya, bir çay bile içirmeyeceksin. Senin masrafın sana, benim masrafım bana!” demişti. Bu sözün ne kadar makul olduğunu anlamak için bilmelidir ki Paris’te bu gibi metresler gerçi sevgililerinden para almazlar amma sevdikleriyle birlikte bulundukları zamanlar dahi eşleri kendilerine masraf ettirmezler. Bundan fazla olarak sırası geldikçe bir çift potin, bir boyun atkısı ve daha kudretlice olanları yünlü ak kumaştan bir fistanlık gibi hediyeler dahi verirler. Öyle bir surette ki kızın kendi mensup olduğu sanattan kazandığı para mümkün mertebe yalnız kendisine kalırdı. Para sandığında biriktirebilirse biriktirir, biriktiremezse, derecesinden fazla süslerine sarf eder.
Polini’de Jean’a ağır gelecek hiçbir masraf olmadığı gibi, beş altı ay sonra ayrılmaya sebep olacak bir hıyaneti de görülmeyince Jean Depres düşünmeye başladı. Aralıkta bir:
“Acaba Polini başımızda bütün bütün de ekşiyip kalacak mı?” derdi. Fakat Polini hamile de kalmıyor. İşte bu nokta Depres’i teselli ediyor.
Aradan bir sene geçti. Polini’de ne hamilelik var, ne hıyanet. Jean’a kendi için bir para masraf ettirmiyor, ama bu hâlde Jean’ın elinde artan parayı da israf ettirmiyor. Herifi ikna ve zorlayarak günde sekiz frangın kalanını para sandığına koyduruyor. Başlarda Jean bundan rahatsız oluyor idi. Hatta şunu bir ayrılma sebebi addedebilir miyim, diye düşünürdü bile. Lakin bu kadar akıllıca bir hareket kusur olarak görülebilir mi ki bunu kızdan ayrılığa sebep tutabilsin?
Bir buçuk sene sonra Polini gebe kaldı. Bunu haber alınca Dep-res:
“Demek oluyor ki karı başımızda ekşidi kaldı!” dedi. Zira o zamana kadar Polini’den şikâyete sebep olabilecek ciddi hiçbir şey görmediği gibi kızın hâl ve hareketini de gayet akıllıca olmak üzere övmek mecburiyetinden yakasını kurtaramamıştı. Hem Depres gibi hüsnü ahlak sahibi bir adam için kendi soyundan doğan çocuğu tanımamak düşünülebilir mi?
Evet! Çocuk doğdu. Piçhaneye verildi ama Depres çocuğu tanıdı. İşte bu çocuk mansardda gördüğümüz Matmazel Julie Depres’tir. O hâlde artık uyarmaya hacet kalmaz ki Polini de yine mansardda gördüğümüz Madam Depres’tir.
Çocuk doğduktan sonra da Depres ile Polini kendilerine bir kat daha intizam verdiler. Gerçi henüz karı koca olmamışlardı. Ama karı koca olmaktan ne gaye beklenebilir ise işte o gayeye ulaşmışlardı.
Bu intizam öyle evvelki gibi pazar günleri bir lokantada kuşluk yemeği yemek ve sonra Bologna veyahut Vincent ormanları gibi bir mesireye, akşam diğer bir lokantaya ve gece tiyatroya gitmek gibi eğlenceleri terk etmekten, bu yerlerde sarf olunacak paraları Julie namına para sandığına koymaktan vazgeçmişlerdi.
Bu eğlencelere bedel mesela Pere Lachaise Mezarlığı’na gidiyorlar ve orada Fransa’nın meşhur insanlarının kabirlerini ziyaret ediyorlar ve sonra bunların tercümeihâllerini merak ederek yazar ve ediplerden iseler eserlerini okumak derecelerinde meraklarını artırıyorlardı.
Hatta o zamana kadar kilisenin semtine uğramazlarken şimdi sık sık kiliseye de gitmeye başladılar. O zamana kadar neden kilisenin semtine uğrasınlar? Paris’te kiliseye kimin itikadı, hürmeti kalmış ki? Kiliseye yalnız iki sınıf halk giderdi. Birisi mensup oldukları politika fırkası papaz takımına meyilli olan kibar sınıfı ki, bunlar kiliseye devam ile kendi siyasi mesleklerini bu şekilde takviye etmiş olurlardı. Diğeri kilisenin sadakalarına, yardımlarına muhtaç olan gizli fukara ki bunlar gitmezlerse yiyecekleri kesilir. Depres ile Polini ne birincilerden sayılıyorlardı; ne de ikincilerden.
Artık anlaşılmalıdır ki bunların kiliseye devamlarına sebep başka yerlerde eğlence arayıp da para sarf etmemek maksadıdır. Hazır güzel bir müzik, kibardan veyahut fakir oldukları ve yardıma muhtaç bulundukları belli bile olmayacak takımdan bir cemaat. Bedava olduğu zaman fena eğlence midir?
Fakir oldukları ve yardıma muhtaç bulundukları belli bile olmayacak takımı anlayabildiniz mi? Bunu anlayamamış iseniz sizi mazur görürüz. Zira bu hâl Paris’in öyle hususi hâllerindendir ki dışarıdan değil; içerden bile bunu anlayanlar nadirdir.
Avrupa’nın her tarafında olduğu gibi Paris’te dahi yardıma, yeme içmeye muhtaç olanlar için pek büyük cemiyetler vardır. Pek çok yardımlar toplanır. Bunun için birçok vakıf dahi vardır. İşin en büyük kısmı da kilise erbabının elindedir. Lakin bu hâl, geçenlerde familyaca intihar eden Hayim ailesi gibi, birçok biçarelerin ya açlıktan telef olmalarına yahut kendi kendilerine intihar etmelerine mâni olamamaktadır. Zira yapılan yardımlar, sadakalar öyle bir sınıf halka ediliyor ki, onların tamamının bekâr olan papaz sınıfına birer cihetten mensup olmalı veyahut siyasetçe bu sınıfın üyesi olan siyasi fırkadan bazı itibarlı kimseler ile ilgili bulunmalıdır. Şimdi anlaşıldı mı? Sadakaları, yardımları asıl muhtaç olanlara değil; kimleri seçiyorlar ise onlara vermek makbul olduğundan, defterlerde birçok fukaranın isimleri kayıtlı bulunuyor ise de onları kilisede görseniz son moda gereğince giyinmiş olan kadınlarını birer kontes, düşes, prenses zannedersiniz. İşte bu kadarcık bir irşat üzerine işin alt taraflarını siz düşününüz.
Depres ile СКАЧАТЬ