Hüseyin Fellah. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Hüseyin Fellah - Ахмет Мидхат страница 5

Название: Hüseyin Fellah

Автор: Ахмет Мидхат

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-06-8

isbn:

СКАЧАТЬ kendileri dünyada son dereceye kadar çaresiz kalmış oldukları hâlde; kendilerinden daha fazla bir çaresiz olup da ona kendileri derman olmakta bulunduklarına şaşarlardı. Ayrıca ona, kendilerinin yardım ettiklerine de şaşırıyorlardı. Eğer bunlar feleğin dönüşündeki garabet üzerine zihin yormuş kimselerden olsalardı, bu hayrette daha pek çok ileriye gidecekleri kuşkusuzdu. Ancak dünyada çaresizlik ve çaresazlık1 denilen şeylerin nispi olduğunu ve sekiz çocuğuyla aç kalan bir baba, saadetin ortasına bağdaş kurup oturan bir mesuda nispeten çaresiz addolunduğu hâlde; üç çocuğu ve bir aciz karısı, bir buçuk aydır içinde yatarak çürütmekte olduğu yatağı etrafına dizilmiş olan babaya kıyasla mesut addolunabileceğini hiç düşünmemiş bulundukları cihetle feleğin dönüşündeki garabete hayretleri dahi görünüşte bir hayretten ibaretti.

      Boğazkesen’e ve Defterdar Yokuşu’nun ağzına vardılar. Yaralının işareti üzerine bir kapıyı çaldılar. Herkes uykuya dalmış olduğundan birkaç kere çalmaya lüzum gördüler. Nihayet bir kocakarı uyku sersemliğinin de etkisiyle titreye titreye kalktı, geldi, kapıyı açtı. Ancak ev altına oğlunun laşesini serilmiş görünce karıcık öyle bir vaveylaya başladı ki kulakları tırmalar, yürekleri yırtar! O hâlde ana ile kız kocakarının da imdadına yetişmek istediler. Fakat karıcığın sağlam yürekleri bile yırtan feryat ve figanına, ana ile kızın yaralı yürekleri bir türlü tahammül edemedi. Hele konudan komşudan gürültüyü işitenler de geldikten sonra bizim ana ile kızın oradan palamarı çözmeleri lazım geldi. Nereye gideceklerini ve niçin gideceklerini bilmedikleri hâlde Karacehennem’in Kahvesi semtine doğru geldiler. O zamanlar bu kahveye “Camlı Kahve” derlerdi. Oraya geldiklerinde, Üsküdar üzerinin ağarmış olduğunu gördüler. Zira geceler yaz geceleri olup hikâye ettiğimiz hadiseler de beş altı saat içinde olup bitmişti.

      Sabahı görmek, ana ile kız için epeyce bir gönül huzuruna ve memnuniyete yol açtı. Hastaların hâllerine dikkat ettiğiniz var mıdır? Gece yatakları içinde inim inim inledikleri hâlde dört gözle sabahı beklerler. Hastaya bakanlar dahi hastanın gece içindeki ağırlığı sabah olunca hafifliğe dönecektir inancında bulunurlar. Bu hâl, vücudu hasta olanlarda bulunduğu gibi yüreği hasta olanlarda da vardır. Çünkü ikisi de hastalıktır.

      Ana ile kız Karacehennem’in Kahvesi önünde on dakika bir çeyrek kadar vakit geçirdiler. Ortalık gereği gibi açıldı. Hatta birbirlerinin yüzünü görebilmeye başladıkları zaman, anası kızının ölü benzi gibi benzini gördükçe analık şefkatiyle dolu olan yüreğinin kanı kaynar ve kız dahi anasının son sıkıntılarını tasvir eden çehresini gördükçe evlatlık bağları gereği âdeta yüreği çak çak olurdu.

      Analık şefkati herkesin tecrübe ettiği şey ise de evlatlık bağları herkesin yaşadığı bir şey olmadığından korkarım kızcağızda evlatlıktan doğduğunu haber verdiğimiz teessürü inkâr edersiniz. Lakin tecrübe edenler bilir ki her kimin ağladığını gördükleri zaman yüreklerinde hissettikleri acının beş on mislini ve belki de ölçüye, tartıya sığmayacak miktarını analarının ve babalarının ağladıklarını gördükleri zaman hissetmişlerdir. Evet öyledir! Ve öyle olmak lazım gelir! Bir kere düşünsenize, ana ile baba nedir? Ana ile baba var oldukça insana bela, musibet, felaket gelmesi tasavvur edilebilir mi? Validenin kucağı evlat için her felakete karşı bir siper, bir dayanak ve bir sığınma yeridir.

      Anne evladını yüreğine bastı mı artık oraya tasallut için Azrail’e bile yol vermemek gayretine kalkışır. Ya baba? Ya baba? O her şey için bir koruyucudur. Çocuğu bağrına basmış olan validenin etrafında aslan gibi dolaşıp oraya uzanacak tasallut pençesine kendisi göğüs gerer. Evladını muhafaza eden anneyi de evladını da kendi muhafazası ve himayesi altına alır. Bu açıdan bakılınca baba ve anneyi sıkıntılı, dertli ve ağlar görmek, evladından ümitvar görmek, hele bu ümitten de meyus görmek, evlat için ne büyük teessürlere sebep olur.

      Kız ile ana birbirinin yüzüne baktılar dedik. Malumdur ki birbirinin yüzüne bakan iki kimsenin ikisi de birbirine söyleyeceği bir söz olduğuna hükmederek, açıklama isterler. Hele esen bir rüzgârdan bile yardım uman insanlar, her çehreden bir haber beklerler. Bizim ana ile kızın dünyada yardım beklediklerinden böyle yüz yüze bakınca ikisi de birbirinden izahat beklerler.

      Ana: “Ne baktın yavrum? Aklına bir şey mi geldi?”

      Kız: “Hayır! Senin söyleyeceğin bir şey mi var yoksa?”

      Ana: “Yok kızım. Ne söyleyeyim?”

      Bu aralık Kılıç Ali Paşa Camisi’nden sabah namazını kılıp dağılan cemaati kız görünce aklına gelen bir şey üzerine anasını kolundan tutup cami kapısına doğru yürüdü. Ne yapacağını henüz anası bilmiyordu. Kapıya varınca kız, henüz parmaklarındaki kınaları solmayıp akik gibi parlamakta bulunan bir güzel eli titreye titreye cemaate karşı açmasın mı?

      Anası bunu görünce “Hay!.. Bunu da mı gördüm?” kelimelerini -halktan utandığı için dişleri arasından- söyleyebilip kapının söğesine yığılıverdi.

      Acayip! Bunlar dilenci takımından değildiler ha?

      Vay! Siz hâlâ bunları sokak döküntüsü mü zannediyorsunuz? Hiç bunlar o takımdan olsaydılar, velev ki bir kepenk altından ibaret olsun kendilerine yuva kabul ettikleri yerde yan gelip zevklerine bakmazlar mıydı?

      Billahi muharrir efendi! Artık siz de hüküm yürütmeyi pek incelttiniz ya! Kepenk altından ibaret bulunan bir yuvada yan gelinip yatılır mı? Sefaya bakılır mı?

      Vallahi ey sevgili okuyucular! Beşerî saadeti, en büyük konaklarından başlayarak böyle kepenk altlarına ve ta mezarlık içlerine kadar her yerde aradım. Her yerde de nispet ve ölçüsünü bir buldum. En büyük konaklarda saadetin birkaç cihetten noksanı var. En küçük yuvalarda da yine topu topu birkaç cihetten noksanı var. Fakat o birkaç cihetler tamamlanırsa saadetin de ikmal edilmiş olacağına hükmedemem. Zira o hâlde de yeni birkaç cihet noksan görülür. Elinde seksen bulunan, onu yüze tamamlarsa bunu tamamlamış olacağı inanç ve beklentisindedir. Elinde sekiz yüz bulunan da onu bine tamamlarsa bu ikmal etmiş olacağını hesap eder. Hâlbuki yirmiyi beklemekle iki yüzü beklemek bekleyenler için aynı ölçüdedir. Elinde sekseni bulunduğu hâlde yüzü bekleyenler, öte tarafta sekiz yüze, sekiz bine, seksen bine, sekiz yüz bine, sekiz milyona malik olanlar dahi bulunduğunu hesap edince eğer ki yüreğinden fıkır fıkır kaynayan bir kan cereyan ettiğini hissederse de bir şiddetli göğüs geçirişin ciğerlerine doldurduğu külliyetli hava bu kaynar kana serinlik verebilir.

      Size şu nispeti, umumi bir nispet olmak üzere yalnız kemiyet üzerine arz ettim. Keyfiyet üzerine arz etmedim. Siz bu kemiyetlere hangi keyfiyetleri nispet ederseniz muhakemeniz doğru çıkar. Bakınız size ben de şöyle bir nispet yapayım. Hem de tabii olduğu için inkâr kabul etmez. Zira mantıken her tabii aşikârdır.

      Âlemde toprak üstünde yatanlar vardır ya? Tahta üstünde yatanlar da vardır. Bir kaba hasır üzerinde, bir seccade üzerinde, bir kangal yatak üzerinde, bir adi şilte üzerinde, pamuk şilteler üzerinde, kuş tüyü şilteleri üzerinde… Artık bunun daha ilerisi yoktur ki zikredelim.

      Bunların hepsi rahat rahat yatar mı yatmaz mı? Acele edip de “Yatmaz.” demeyiniz. Kabul etmem. Ben yatar derim. Rahat yatar. Hem de pek rahat yatar. Çünkü pek rahat yatmamış olsa uyku uyuyamaz. Zira uyku demek, en dikkatli bilginlerin en dikkatli araştırmalarını üzerine verdikleri hükme göre vücudu СКАЧАТЬ



<p>1</p>

Çaresaz: Çare bulan.