Название: Kuyucaklı Yusuf
Автор: Сабахаттин Али
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-605-121-921-9
isbn:
Bu sözleri Şakir’in her zamanki sarhoşluk palavraları zannedenler yanıldılar. Her yerde ve daima hükmünü yürütmeye alışmış olan bu şımarık delikanlı, herkesin içinde yediği yumruğun acısını bir türlü unutamıyor ve ancak Muazzez’i almakla Yusuf’a tam bir mukabelede bulunabileceğini zannediyordu. O zaman Yusuf’a dönüp “Bu muydu benden sakladığın kız? İşte onu evime avrat diye götürüyorum!” diyecekti ve başka bir şey istemiyordu. Babası evvela bunu dinlemek bile istemedi. Oğluna bir memur kızı almayı, (bu memur kim olursa olsun) aklından bile geçiremezdi. Fakat Şakir’le bir odaya kapanarak yaptıkları uzun bir münakaşadan sonra razı oldu. Nedense bu baba-oğul birbirlerinin sözünden çıkamıyorlardı. Hatta Hilmi Bey’in oğluna karşı biraz da çekingence bir hâli vardı. Çok kere şiddetle muhalif olduğu şeyleri böyle bir hususi ve gizli münakaşadan sonra kabul ederdi.
Sonra bu meselede pek fazla ısrarı da lüzumlu bulmadı. Bir kaymakam, bazen zengin bir eşraf kızından daha çok işe yarayabilirdi. Ve ihtimal Şakir konuştukları zaman babasına bu izdivacın aynı zamanda lüzumlu olduğunu da ispat ederek onu kandırmıştı. Fakat ikisi de nedense doğrudan doğruya kızı istemeden evvel Salâhattin Bey’in elini ayağını bağlamayı muvafık buldular. Bunu belki işi süratle bitirmek için yapmışlardı. Salâhattin Bey’in mütereddit cevaplarından memnun olmayarak kati bir neticeye varmak teşebbüsünde bulunmaları da bu işte beklemeyi pek istemediklerini gösteriyordu.
Bilhassa Yusuf’un yaralanması ve Kübra ile annesinin kaymakamlara taşınmaları onları daha çabuk olmaya sevk etti. Memleketin bütün sözü geçen takımı seferber hâle gelerek Salâhattin Bey’i sıkıştırmaya başladı. İlk zamanlarda rica ve kandırma yolu tutan bu adamların sözleri Salâhattin Bey’in mütemadi retleri karşısında yavaş yavaş bir tehdit kılığı alır oldular. Zavallı adam, işin bu şekle gireceğini düşünmemişti. Memleketi asıl idareleri altında bulunduran bu adamların karşısında bir hükûmet memurunun ne kadar az kıymeti olabileceğini; bir kaymakamın, aşağı yukarı, kendisine itibar edilen, fakat işlerine engel olmaya başlayınca derhâl tüydürülen bir kukla olduğunu bildiği için vaziyetten tamamen ümidi kesmiş gibiydi. Elde bulunan bir tek çare, yani burayı bırakıp gitmek, Hilmi Bey’in elinde o senet kaldıkça imkânsızdı. Hâlbuki bu vaziyette biraz daha beklemek; memleketteki nüfuzlu kimselerin müştereken kendi aleyhine harekete geçmelerine, azline, en sonunda kepaze olmasına bile yol açabilirdi.
İçkinin zayıflattığı sinirleri, daha fazla tahammül edemeyecek gibi görünüyordu. Yavaş yavaş başka türlü düşünmeye ve kendi kendine sormaya başladı: Bu kadar ısrarın manası neydi? Şakir’in bu işten vazgeçmeyip bilakis daha fazla üstüne düşmesi, ondaki bu arzunun geçici bir heves olmadığını gösteriyordu. Bu kadar kuvvetle bir şeye sarılan bir adamın, zamanla kendini ıslah etmesi, hiç de olmayacak şey değildi. Hatta ihtimal Şakir’in, yaşadığı kirli hayata karşı duymaya başladığı nefret ve iğrenme, ona bir aile hayatı kurmak arzusunu vermişti. Bütün bunlara mukabil kendisinin ortaya sürdüğü sebepler ve itirazlar ne kadar manasızdı! Şakir’in yaptıklarını, aynı şekilde ve bu kadar ileri giderek olmasa bile, gençliğinde kendisi de yapmamış mıydı?
Düşündükçe şimdiye kadar aldığı tavırları manasız buluyor ve kendisini de başkalarını da boş yere sıkıntıya soktuğunu zannediyordu. Avukat Hulusi Bey de eski itirazlarında o kadar ısrar etmiyor, “Sen bilirsin, hayırlısı ne ise o olsun!” diyordu.
Adamcağız bu şehirde oturduğunu ve bu şehirden ekmek yiyeceğini unutmamak mecburiyetindeydi.
Nihayet bir gün Salâhattin Bey, işi Yusuf’a açtı; bir akşam yemeğinden sonra onu bir kenara çekerek “Yusuf!” dedi. “Muazzez artık evlenecek çağa geldi; kendisini isteyenler de var. Ben sana şimdiye kadar açmadım ama sen herhâlde dışarıdan duymuşsundur: Hilmi Bey’in oğlu Şakir!.. Senin bununla aranın iyi olmadığını biliyorum. Fakat mesele kardeşinin saadeti meselesidir. Evvela ben de bu işe taraftar değildim, ben de bu Şakir Bey’i pek edepsiz biri olarak tanıyordum. Fakat sözlerine itimat ettiğim birçok kimseler, onun aslında hiç de fena bir delikanlı olmadığını; yalnız, gençliğin ve bazı fena arkadaşlarının tesiriyle, biraz taşkın ve biçimsiz bir hayat geçirdiğini söylediler. Ama şimdi, Muazzez’i istedikten sonra, herhangi bir hafifliğini gören yok. Birçokları ‘Şaşıyoruz bu ele avuca sığmayan delikanlının nasıl böyle uslu uslu durduğuna!’ diyorlar. Demek ki çocuğun mayasında iyi taraflar varmış. Sen de tabii ufak bir geçmişten dolayı bu işe karşı komazsın!”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Müsavat: Eşitlik, denklik. (e.n.)
2
Tarziye: Yapılan kötü bir davranış için özür dileme, gönül alma. (e.n.)
3
Münazaa: İki taraf arasındaki kavga, düşmanlık. (e.n.)
4
Müzevir: Söz getirip götüren, arabozan. (e.n.)
5
İptidai: İlkokul. (e.n.)
6
Endaht: Silah boşaltma, ateş etme. (e.n.)
7
Eshab-ı mesalih: Resmî dairelerde işi olanlar, iş takip edenler. (e.n.)