Yeni bir hayat. Murat Toktamışoğlu
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Yeni bir hayat - Murat Toktamışoğlu страница 5

Название: Yeni bir hayat

Автор: Murat Toktamışoğlu

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-52-8

isbn:

СКАЧАТЬ dut yemeye çalışırdık, heyecan içinde. Bahçenin sahibi her an çıkabilirdi.

      Mahallemizin delisi vardı, Apti. Şimdi ne yapıyor acaba. Kurtulmuşmudur yaşamaktan acaba? Ondan da korakardık, fakat severdik de onu. Neden delirmişti ki? Peki biz çok mu normaliz? Bu korkular, heyecanlar hayatı daha keyifli yapardı o zamanlar.

      Satıcılığımda iyiydi. Simitte sattım siyasi liderler gibi. Çekirdek de, su da, elma da sattım. “Var mı buzzzzzzz gibi soğuk su içeeeeeeen?” böyle bağırmak zordur. Hele biraz da içine kapanık, utangaç bir çocuksan daha zor. Ama ben bağırdım. Hayvanat Bahçesinin yolu üstünde buz gibi soğuk sular sattım, zabıtalardan kaçtım. Kendi kazandığın paranın tadını, değerini o zamanlar öğrendim ben.

      Tommiks, Teksas, Tombraks, Yüzbaşı Volkan, Mandrake, Baltalı İlah Zagor, Kaptan Swing okurdum. Sonra da onları satardık.

      “Şans Kader Kısmet Beş Kuruş” hazırlar çekiliş yapar para kazanırdık. Macuncudan rengarenk macunlar almayı, alıçları boynumuza asmayı, yeşil yeşil nohutları ağzımıza atmayı, pamuk şekerini büyük iştahla mideye indirmeyi, ara sıra elma şekeri ile dudakları kırmızıya boyamayı severdik.

      Atalay en iyi arkadaşımdı. Annesi de annemin. Birbirimizi severdik. Uzun süredir görüşemiyoruz. İşte böyle oluyor. Büyüdükçe uzaklaşıyoruz birbirimizden, ailemizden, kendimizden, düşlerimizden.

      Kamyonlar nedense hep kırmızıydı sanki o zamanlar. Oyuncak kamyonlar da kırmızıydı. Terzi Demir amca vardı allah rahmet eylesin babamın yakın arkadaşı. Alman kataoglara bakardım orada. En çok da iç çamaşırı sayfalarına.

      Aşık da olurduk o zamanlar. Fakat sevdiğimizi söyleyemezdik. İlkokuldan itibaren sevdiğimi söyleyemediğim aşklarım oldu her zaman. Diyorum ya içine kapanık bir çocuktum ben diye.

      Evimizin arkasında kömür deposu vardı. Odunları da balkona koyardık. Tahmin edeceğiniz gibi evimiz sobalıydı. Annemin hayali hep kaloriferli bir daireydi. Ne zaman “Devlet Lojmanı”na taşındık kalorifere kavuştuk.

      Haftada iki veya bir gün banyo günüydü. Öyle her zaman yıkanamazdık şimdi ki gibi.

      Sokaktan yoğurtçu ve kalaycılar geçerdi.

      Yukarı mahalle ile maçlar, kavgalar yapardık. Biz arkadaşlarımızla gerçek bir takımdık o zamanlar. Kan kardeşim vardı benim de.

      Kızlar ip atlar, lastiğe basarlardı, beş taş oynarlardı. Bir de sek sek. Bize aptalca gelirdi bu oyunlar. İp atlamayı becerememişimdir hiçbir zaman. Biz çelik çomak oynardık, topaç çeviren ustalar vardı aramızda. Telden arabalar yapar, tornetler inşaa eder binerdik. Biz hiç cam kırmadık ama.

      Okullarda tırnak kontrolü vardı, temiz mendiller ve kesilmiş tırnaklara sahip olmamız gerekirdi.

      O zamanlar simsiyah önlükler içinde beyinleri ve yürekleri apaydınlık olan çocuklardık. Büyüdük, apaydınlık, rengarenk giyisilere kavuştuk ancak yüreklerimiz karardı bu sefer.

      “Pal sokağı kahramanları” romanındaki Nemeçek’i ve onun ölümünü unutmam mümkün değil. “Ormanın Sesi” ile Rudyard Kipling’i tanıdım.

      Kemallettin Tuğcu okumadım hiç. Belki de bu nedenle umudum var hala. Milliyet Çocuk Kitapları ve Çocuk Dergisi öğretmenim olmuştu benim.

      Okumayı babamdan öğrendim. Milli Eğitim Klasikleri vardı evimizde. Babam okurdu. Ben kendimi bildim bileli evimize günlük gazete Hürriyet girerdi. Kupon da yoktu o zamanlar. Anlayın işte.

      Ortaokulda Aziz Nesin okumaya başlamıştım keyif alarak. Şimdi o kitaplar benim evimde. Daha da fazlası var.

      O günlerde alışveriş merkezleri yoktu, süpermarketler de. Bakkal amcalarımız, kasaplarımız vardı. Bir de semt pazarları. Hala var ve iyi ki var. Annem hala pazardan alışveriş yapar. Ekmeği ben alırdım. Bakkala ben giderdim.

      Şimdiki gibi o zamanlar sokağa çıkma özgürlüğümüz kıstlanmamıştı. Bilgisayar, windows, android, iPad, iPhone, sosyal medya, e-mail yoktu.

      Uzay Yolu dizisinin kaptan Kirck’ü, Mr. Spock’u, Doktor’u, açılan kapanan kapıları, ışınlanma odası, telsiz telefonları ve lazer silahları vardı beyaz camda. Sonradan bunlar da gerçek oldu. Sir Ivanhoe’yu severdim. Kaygısızları da.

      O zamanlar hayatı dışarıda yaşardık, komşularımızla, akrabalarımızla özgürce geçirirdik hayatımızı. Şimdiki çocuklar gibi bilgisayar ya da televizyon ekranları karşısında, fast food’cularda bitkisel şekilde değil.

      Televizyondan önce radyo ile tanıştık. Babam ajansları dinlerdi. Annemle “Arkası Yarın”ı dinlerdim okula gitmeden, sonrasında “Okul Radyosu”nu. Sabahçılar ve öğlenciler için ayrı saatlerde yayınlanan derslerimizde bize yardımcı olan “Okul Saati” sonrasında “Çocuk Bahçesi” ile birlikte hayal dünyasına dalar, maceralar yaşardım radyonun karşısında kulaklarımı dört açmış şekilde.

      “Şimdiki Aklım Olsaydı” diye bir program vardı severek dinlediğimiz. İnsanların yaşadıkları, yaptıkları veya yapmadıklarından dolayı sonradan pişman oldukları olayları radyoda bize yaşatırlardı. Şimdiki aklımızla nasıl yaşardık, ne yapardık diye dinler, üzülür, dersler alırdık. Radyo Tiyatrosu ile renklenirdi akşamlarımız.

      TRT FM’de keşfetmiştim Jethro Tull’u, Alan Parson’s Project’i.

      Arabeskçiler Polis Radyosuna takılırlardı. Kayıp şahısları, evden çıktıktan sonra bir daha haber alınamayanları dinler, merak ederek.

      Şimdilerde sigortası iyi dileklerde bulunur ve tarihi bize hatırlatırken o yıllarda ve daha sonraki uzun bir süre Demirbank bize iyi günler dilerdi.

      “Bir Roman Bir Hikaye” programında romanları, hikayeleri dinlerdik billur sesli spikerlerden. Radyo o günlerde daha lezzetliydi galiba diğer lezzetleri gibi dünün, ya da bana öyle geliyor. Solistler Geçidi, Beraber ve Solo Şarkılar, Türküler Geçidi, Yurttan Sesler Korosu bugünün aksine popülerdi o günlerde. Atilla Mayda’yı duymayan hatırlamayan yoktur aramızda. Tıpkı efektör Korkmaz Çakar gibi.

      Daha Televizyon yoktu. Hafta içinde annem ve komşularla Türk filmi izlemeye giderdik Ankara Konak Sineması’na. Gong ile başlardı filmler. Babam ise pazar günleri sinemaya götürürdü beni. Barsolino Çetesi’ni, Zorro’yu onunla seyrederdim. Sinema benim için keyifli bir tutku olmuştu.

      O günlerde bugünkü gibi neredeyse her gün değil haftada bir gün dışarda yemek yerdik annem ve babamla birlikte. Elimden tutarlardı benim ve Kurtuluş’tan Sıhhiye’ye yürürdük heyecan ve keyif içinde. Kebap 49 köftesi hayatımın önemli bir parçası olmuştu.

      1970’li yıllara Televizyon denilen camdan kutu vurdu damgasını hayatımıza. Televizyon olmadığı günlerdi evimizde. Ev sahibine giderdim seyretmek için. Dünyadan kopardım. Onun da uykusu gelince eve dönmek zorunda kalırdım üzülerek. Vizontele filmindeki olayları yaşardık hep birlikte. Salı günleri Türk filmi vardı, Pazar sabahları ise kovboy filmleri. Ailece kahvaltı ederdik filmleri seyrederken. Annem ekmeğin kızarmışını almamızı tembihlerdi kardeşimle bana. Hala kızarmış ekmek ister.

      Esem Spor’lar СКАЧАТЬ