Название: Haremin sultanları
Автор: Fazlı Necip
Издательство: Maya Kitap
isbn: 978-625-8068-36-8
isbn:
Köşkün dağ tarafı bağlar, bahçeler arasından Haliç’e bakıyordu. Hobyar Kadın sarayda büyümüş, bütün entrikalara karışmış, şeytan gibi zeki, melek gibi güzel bir afetti. Her işe burnunu soktuğu sırada nasılsa Kösem Valide Sultan’ın gazabına uğramış, saraydan atılması istenmişti.
İşlediği suç, bir çuvala konulup Sarayburnu’ndan akıntıya atılmasını gerektirecek kadar büyük değildi. Sarayda birçok dostları, yandaşları vardı. Ona acıdılar. Çeyizi düzülerek, devletin ileri gelenlerinden İbrahim Ağa adında birine verildi. Çırak çıkarıldı.
İbrahim Ağa rint, laubali, şen, neşeli, delişmen bir Bektaşi idi. Dünyada zevkinden, içki âlemlerinden başka hiçbir şeye önem vermezdi. Genç, güzel, pek zeki karısını da erenler divanına soktu. Hobyar tekvin devranını gördü, dört kapı âlemini öğrendi, cem âlemlerinde birçok saygın kadın tanıdı. Bektaşilik muhitinde yüz güzelliği mânâlı ve çok önemli bir şeydi. Hobyar da çok parlak ve nadide bir güzelliğe sahipti. Erenler arasında yüksek mertebelere çıktı.
Köşkte sık sık gönül ehli canlarla Cam-ı Cem âlemleri tertip olunur, bazen de fitne fesat cemiyetleri kurulurdu. İşte bugün de böyle bir cemiyet toplanmıştı. Gelenlerin çoğu Bektaşi idi. Fakat Bektaşi olmayanların da davet edildiği olurdu.
Bugünkü cemiyette Sultan İbrahim’in anne ayrı hemşirelerinden Belkıs Sultan da hazırdı. Bu sebeple kadınlar erkeklerden ayrı olarak toplanmışlardı.
Belkıs Sultan’la Hobyar’ın her ikisi de Kösem Valide’nin hışmına, zulmüne uğramışlardı. Düşmanları müşterekti. Aralarında pek samimi bir yakınlaşma meydana gelmişti. Her ikisi de saray ve şehir entrikalarıyla meşgul olur, “İhtiyar Cadı” dedikleri Kösem Valide Sultan’ın kuyusunu kazmaya çalışırlardı.
Her ikisinin de güzelliği, zekâsı, saraylardaki tanıdıkları, yorulmak bilmez faaliyetleri, sönmez kin ve düşmanlıkları kendilerine büyük bir itibar ve kuvvet sağlamıştı. Her şeyden haberdar oluyorlar, her olaydan faydalanmasını biliyorlardı. Sarayda, sahip oldukları kuvvet sayesinde Kösem Valide Sultan ile oğlunun arasını bozmada başarılı olmuşlardı. Deli İbrahim, validesini saraydan uzaklaştırıp sözde bağımsız kalmış, aslında Cinci Hoca ve Yusuf Paşa gibi entrikacıların pençesine düşmüştü.
Düşmanları müşterek olduğu için Belkıs Sultan ve Hobyar Kadın ile Cinci Hoca arasında tanışıklık vardı. Hatta Kara Mustafa Paşa’yı düşürmek, idam ettirmek için de hep el birliğiyle çalışmışlardı.
Kardeşinin zulmüyle kocası Nakkaş Paşa idam olunup bütün mal varlığına el konulduktan sonra Belkıs Sultan ihtişam ve debdebeden mahrum, sade bir hayat yaşamaya başlamıştı. Arabaları yoktu. Buraya ihtiyar bir kölesinin eşliğinde yürüyerek gelmişti. Kendisini karşılamaya çıkan Hobyar Kadın’a, “Çok terliyim. Bahçede oturamayacağım. Yukarı çıkalım, terimi alayım. Sonra bahçeye ineriz,” dedi. Yan yana yürürlerken ilave etti:
“Sana gizlice anlatılacak önemli haberlerim var.”
Yukarıda oturunca Hobyar Kadın büyük bir merakla sordu:
“Önemli haberleriniz neye ilişkindir? Acaba benim de haber aldığım şeyler mi?”
“Benim aldığım haberleri İstanbul’da hiç kimsenin duyabilme ihtimali yoktur. Mısır ’dan mektup aldım.”
“Mısır ’dan mı? Kimden?”
“Yetiştirdiğim bir Macar kızı, zeki, güzel bir halayığım vardı. Bütün mallarım gibi onu da haraç mezat satmışlardı. Kızdan şimdiye kadar hiçbir haber almamıştım. Hayret ediyordum. Onu evladım gibi, büyük emellerle büyütmüş, terbiye etmiştim. Pek güzel okur ve yazardı. Bana senelerden beri bir mektup bile göndermemiş olmasından endişeler içinde kaldım. Ve nihayet bir felâkete uğramış, belki de ölmüş olduğuna hükmettim. Kızı unutmuştum. Dün Mısır ’dan gönderdiği bir mektubunu getirdiler.”
“Kızı Mısır ’a satmışlar demek?”
“Evet, hem de Mısır Valisi Maksut Paşa’ya satmışlar.”
“Allah, Allah! Ne garip tesadüf ! Sizin Paşanın idamına sebep olan Kara Mustafa’nın adamı değil mi?”
“Ta kendisi.”
“Vah zavallı kız! O hainin eline düşmüş.”
“Zavallı değil, şeytan gibi bir afettir. O Maksut’un eline değil, Maksut Paşa onun eline düşmüş. Hiç şüphe etmem intikamımızı alacaktır.”
“Bunları size o mu yazıyor?”
“Böyle şeyler mektupla yazılır mı hiç? Bizim hadımağalarından Dilâver vardı. Rahmetli Paşa ile Mısır’a gitmişti. Paşa görevden alındığı ve döneceği esnada Dilâver hasta yattığı için beraberinde gelememiş. Daha sonra Maksut Paşa’ya kapılanmış, Mısır’da kalmış. Nurü’l-ayn Mısır’a gidince Kasr-ı Yusuf ’ta buluşmuş, tanışmışlar. Nurü’l-ayn’a bizim bütün felâketlerimize sebep olanın Maksut Paşa olduğunu anlatmış. Sadık Arap, Mısır ’da kalmak istemeyerek İstanbul’a kaçmış, geldi beni buldu. Nurü’l-ayn’ın mektubunu getirdi.”
“Ben bunda o kadar mühim bir şey görmüyorum.”
“Görmüyor musun? Ayol, ben şimdi Maksut Paşa’nın Mısır ’da nasıl yaşadığını, neler yaptığını, bütün sırlarını biliyorum. Maksut, Kara Mustafa’nın yetiştirdiği adamlardandır. O da Arnavut’tur. Bu yılanın başını ezmek, hem intikam almak, hem de bundan istifade ederek tekrar saraya çıkmak mümkün olacak…”
“Nasıl?”
“Onu sonra, sırası gelince etraflıca anlatacağım. Sen şimdi beni Cinci Hocayla bir görüştürmenin yolunu bul.”
“Ondan kolay ne var. Ne zaman arzu ederseniz Hocayı davet ederim, burada görüşürsünüz.”
Belkıs Sultan biraz düşündükten sonra, “Önümüzdeki pazartesi günü olur mu?” dedi.
“Neden olmasın? Hoca her gün karşıya, tersaneye gidiyor. Girit seferi için donanma hazırlamakla meşgul.”
“Girit seferiyle Hocanın ne ilgisi var?”
“Yaa! Gördünüz mü? Sizin bilmediğiniz sırlar hakkında da benim bilgim var.”
“Anlat rica ederim, merak ediyorum.”
“Cinci Hoca Anadolu Kazaskeri iken Mekke Kadılığını çok büyük para karşılığında birine satmış. Kadı, Mekke’ye gidince orada vefat edecek bütün hacıların malını, parasını zaptedeceği cihetle kazanacağı binlerce altının mühim bir kısmını Cinci Hocaya getirecekti. Mekke’ye giderken karşılarına Girit korsanları çıkmış, Kadıyı esir etmişler. O da İstanbul’dan para getirterek kendini satın almış, kurtulmuş. Kurtulmuş ama Mekke’ye gidemediği için Cinci Hocaya söz verilen altınlar gelmemiş. Hoca da oldukça hiddetlenmiş. O zaman araları pek iyi olan СКАЧАТЬ