Tehlikeli Zümrütler. Harold MacGrath
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Tehlikeli Zümrütler - Harold MacGrath страница 3

Название: Tehlikeli Zümrütler

Автор: Harold MacGrath

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 9786258361476

isbn:

СКАЧАТЬ yeniden kaplamaya başladı. Sandalyeyi ters çevirip pencerenin altına koydu. Kapının önüne bir sandalye daha yerleştirdi. Sürahiyi ve bardakları banyo kapısının eşiğine bıraktı. Yatağını ara kapıya dayamıştı, kimse beklenmedik bir şekilde içeriye giremezdi. Uyuyakalmaya hiç niyeti yoktu. Uzanıp dinlenecekti. Piposunu yaktı, yastıkları yanına yığdı ve ışığı kapatıp uzandı. Odada sadece piposundaki ateşin parıltısı görünüyordu. Yolculuğun sonuna yaklaşmıştı; artık iki ucu da risklerle dolu, aşağıda ölümün kol gezdiği gergin bir ipte yürümek yoktu. İnsanın hayata tutunuşu ne tuhaf şeydi! Halbuki ne uğruna yaşayacaktı? Hiçbir şey! Ona göre dünyanın sonu gelmişti. Ondaki muhtemelen sporcu içgüdüsüydü, düşmanlarını alt edene kadar ahireti boylamaya karar veremiyordu. İngiltere’nin üniversite eğitim sistemi, doğal kaderciliğini köreltmişti. Bu oyuna devam etmek için kadere boyun eğmek değil onunla mücadele etmek gerekiyordu.

      Tesadüfen eli sakallı çenesine geldi. Bu haliyle New York’a gitmek zorunda kalacaktı. Bir sabah usturasını yataklı vagonunun tuvaletinde aceleyle bırakmıştı. Müşterilerin çaresizce uzandığı koltuklarla dolu Amerikan berberlerine gitmeye cesareti yoktu.

      Piposunun külü yavaş yavaş göğsüne doğru düştü. Yorgun bedeni iradesini alt etmek üzereydi. O sırada çıkan bir ses büyüyü bozdu. Yatakta doğrulup gerindi. Biri pencereden girmiş ve sandalyeye takılmıştı! Hawksley hemen ışığı açtı.

      İkinci Bölüm

      Sabahki görevli geldiğinde, geceden kalan görevli uykulu bir halde 214 numaradaki misafirin valizi olmadığını ve hesabı ödemediğini söyledi.

      “Uyandırmak için birini gönderdiniz mi?”

      “Hayır. Sana anlatırım diye düşündüm. Asansöre binene kadar adamda valiz olmadığını fark etmemişim.”

      “Peki. Bellboy şefini, uyandırma bahanesiyle yukarı gönderip adamın hâlâ odada olup olmadığına bakarım.”

      Yakın zamana kadar Fransa’da, Amerikan Yurtdışı Sefer Kuvvetleri’nde çalışan kaptan ofise döndüğünde biraz heyecanlıydı.

      “Vay canına! 212’nin altı üstüne gelmiş. Kat hizmetlisi beni içeri aldı.”

      “Cinayet mi işlenmiş?” diye fısıldadı görevliler bir ağızdan.

      “Daha neler! 212 ile 214 arasında bir kavga çıkmış, ikisi de tüymüş ama masada ne bulduğuma bir bakın!”

      Mavi velur kutuyu getirmişti, oğlan kutunun kapağını hızla fırlattı. “Savaş madalyaları mı?”

      “Eğer öyleyse, daha önce hiç böylesine rastlamadım. Fransız ya da İngiliz madalyasına benzemiyor.”

      Bellboy şefi dalgın bir şekilde kafasını kaşıdı. “Vay canına! Şimdi anladım. Olsa olsa ödeme emridir! Krallar bordrosu olmayanlara cumartesi günleri böyle ödeme yapar. Elmasları ve yakutları ceplemeyecek misin? İşte odanın parası adamım!”

      Kendini bilirkişi zanneden görevli, taşların en az iki veya üç bin dolar değerinde olduğu kanısındaydı. Polislik bir meseleydi. Bir büyükelçi soyulmuştu ve bu soyguna İngilizler, Yunanlar ya da Bulgarlar dahil olmuştu. Yağmalama!

      “Savaşın bittiğini sanıyordum,” dedi geceki görevli.

      “Sadece silahlar sustu, hepsi bu,” dedi bellboy şefi bilge bir tavırla.

      Peki 212 numaralı odada ne olmuştu? Fiziksel temastan ziyade bir fikir düellosu. Hawksley kritik ânın geldiğini hemen fark etmiş, yakalanmış, yenilmiş ve ortadan kaybolmuştu. Yardım istese ve yardım gelecek olsa bile ortadan kaybolmayı seçmişti. Polis olaya bir kez el attı mı gazetelerde yapılacak haberler tüm umutlarının yerle bir olmasına sebep olacaktı. Tek bir şansı vardı; bu meseleyi otelin dışında, karanlık, sisli bir sokakta bitirmek. Victor Hugo’nun romanlarından bir görüntü dolaylı ve tuhaf bir yoldan aklına geldi: Quasimodo.3 Her durumda kambur sırtını kurtaran adam orada duruyordu. Bütün bunların üzerine bu adamı daha önce gördüğünü anımsadı. Meşaleler! Alev alev yanan meşaleler ve kabaralı botlar!

      Aralarında, her zaman açık pencereyi göz önünde bulunduran genç adamın hünerli bir şekilde yönettiği garip bir oyun, bir dans karşılaşması başlamıştı. Kimse ateş etmeyecekti, Quasimodo da polisi karıştırmak istemezdi. Parmakları, boş yere tam altı kez dans eden ustasının paltosuna dokundu. Odanın bir ucundan diğer ucuna gidiyor, yatağın üstünden atlıyor, sehpanın ve sandalyelerin etrafından dolaşıyordu. Bodur adam ise genç adamın manevralarını anlıyormuş gibi ısrarla odadaki pencerenin kenarına saklanıyordu. O an gelen bir ilham meseleyi sonlandırdı. Hawksley nevresimleri kaptı ve Retiarius’un4 ağını fırlatışı gibi nevresimleri camdan fırlatarak Quasimodo ortaya çıkmadan önce yangın merdiveninin alt kısmına ulaşmayı başardı.

      On dört metrelik bir düşüşün ardından çenesi ve yanakları sarı sakallarla kaplı genç adam, ne kadar indiğini hesaplamak için bir an dönüp yukarı baktı. Quasimodo, bir maymun çevikliğinde hemen arkasından geldi. Sokağın aşağısındaki yarış aralarında yaklaşık yüz metrelik bir mesafeyle başladı. Yokuş aşağı hayaletler gibi indiler. Aralarındaki mesafe genişlemiyordu. Ayılar inanılmaz derecede hızlı ve uzun süre boyunca koşabilirdi. Avını şaşırtmak için Pearl Sokağı’na saptı, köşeyi döndü ve çok geçmeden Hudson Nehri’nin belli belirsiz görüntüsü ortaya çıktı. İsteğine kavuşmuştu.

      Quasimodo’nun gözünde bu kaçışın tek bir anlamı vardı, avare bir korkakla uğraşıyordu. Ve cesur adamların gerektiğinde koştuğunu unutarak bundan sonraki eylemlerini bu önermeye dayandırdı. Sürücü koltuğunda kendisinin olmadığını, aslında yönlendirildiğini öğrenmek onu epey şaşırtacaktı. Hawksley düşmanını tek başına, kimsenin müdahale edemeyeceği bir yerde istiyordu. Alev alev yanan meşaleler ve kabaralı botlar! Mütemadiyen öyle ya da böyle bir savaş içinde olan iki farklı kan, bir kez olsun ortak bir amaçla, bu canavarı öldürüp yüzünü ufalamak için birleşmişti. Alev alev yanan meşaleler ve kabaralı botlar!

      O sırada kış için demirleyen dev yolcu gemilerinden biri sislerin içinde belirdi ve Hawksley ona doğru yöneldi. Büyük bir sıçrayış yapıp güverte kamarasının etrafından nehrin kıyısına doğru giden yolda gözden kayboldu.

      Quasimodo onu takip ederken gülümsedi. Tütün kesesi ve ekspertiz makbuzu kendi cebindeydi, geniş nehirlerse şehrin mezarlık gibi hissedilmesine sebep oluyordu. Sisin içinde ikisi tek başınaydı! Güverte kamarasının etrafında dönüp dengesini sağlamak için topuklarının üzerinde geriledi. Tam önünde, alışılmış duruşuyla avı duruyordu; çenesini dışa doğru uzatmış, gözlerini kısmıştı.

      Quasimodo can havliyle tabancasına uzanmaya çalıştı ama bir yıldırım onu durdurdu. Burna alınan darbede, özellikle de iyi bir darbede hususi bir şey vardı. Karşı saldırı ve telaş sadece Anglosakson halklarının sahip olduğu bir şeydi. Diğer insanlar için darbenin hemen ardından kafalarını toplamak ve düşünmek imkânsızdı. Quasimodo’nun elleri içgüdüsel olarak yüzüne gitti. Kısa ve usandırıcı, bir o yana bir bu yana hem aşağıdan hem yukarıdan gelen darbeler karşısında elini indirmeden СКАЧАТЬ



<p>3</p>

Victor Hugo tarafından 1831'de yazılan Notre Dame'ın Kamburu romanında çingene Esmeralda'ya âşık olan çirkin, kambur, aksak ve sağır zangoç. Romandaki Quasimodo, vahşi ve asil ruhluluğun trajik bir örneğidir. (e.n.)

<p>4</p>

Balıkçı tarzında donatılmış bir teçhizatla savaşan bir Roma gladyatörüydü. Ağırlıklı bir ağ, üç oklu mızrak ve bir hançer. Retiarius hafif zırhlıydı, bir kol koruması ve bir omuz koruması giyiyordu. (e.n.)