Buşido
Inazo Nitobe eğitimci, tarım ekonomisti ve diplomattır. William S. Clarke’dan aldığı ilhamla Sapporo Agricultural College’da eğitim gördükten sonra tarım politikası üzerine çalışmak için Amerika’ya gitti. Japonya’da çeşitli üniversitelerde profesör olarak görev yaptı. Yaşamının büyük bir kısmını kadınların eğitimi konusuna adadı ve araştırmalar yaptı. 1901 yılında danışman olarak Tayvan’daki Japon sömürge hükümetine tayin edildi. I. Dünya Savaşı’ndan sonra Institute of Pacific Relations’a katıldı. Birleşmiş Milletler’den emekli olduktan sonra Japon İmparatorluk Parlamentosu’nda görev aldı. Bushido: The Soul of Japan en önemli eseri sayılmaktadır.
Selvi Danacı lisans eğitimini 2015 yılında Hacettepe Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde tamamladı. Yüksek lisans derecesini aynı bölümde “Samuel Beckett’in Dream of Fair to Middling Women, Mercier and Camier ve How It Is Adlı Eserlerinde Arınma Kavramının Yeniden Tanımlanması” başlıklı teziyle aldı. Edebi çevirmenliğin yanı sıra çeşitli edebiyat mecralarında eser incelemeleri ve öyküler kaleme alıyor. Doktora tezini İngiliz sürrealist romanı üzerine yazıyor.
Bu küçük kitabı geçmişe saygı duyup bana samurayların kahramanlıklarını takdir etmeyi öğreten sevgili amcam Tokitoshi Ota’ya adıyorum.
“Dağın tepesindeki patikada kim dursa, Kuşku duyar elbet yolun bir yere vardığından; Halbuki dönüp baksa aynı yola çorak toprakların içinden, Görür o çizginin uzandığını bir uçtan bir uca, Su götürmez bir berraklıkla! Bu uçsuz bucaksız çölün İki ucunda beliren birkaç çatlak nedir ki? Peki ya (bir daha baksa başka gözle) Bizzat bu çatlaklarsa nihayet İnsanoğluna görmeyi, inanmayı öğreten, Mükemmel düzeni gösteren?”
“Zaman zaman dünyaya hükmetmiş, insanoğlunun ahlaki duygu ve davranışlarına en etkili şekilde yön vermiş olan deyim yerindeyse üç kudretli ruh vardır. Bunlar; özgürlük, din ve onur ruhudur.”
“Şövalyelik bizzat yaşamın şiiridir.”
Önsöz
Yaklaşık on yıl kadar önce birkaç günlüğüne Belçikalı hukukçu, konuksever merhum Mösyö de Laveleye’nin evinde kalırken yürüyüşlerimizden birinde konu dine geldi. “Yani okullarınızda hiç dini eğitim verilmediğini mi söylüyorsunuz?” diye sordu kıymetli profesör. Verilmediğini söylediğimde şaşkınlıktan ansızın olduğu yerde kalıverdi ve kolay kolay unutamayacağım o ses tonuyla yineledi: “Din yok ha! Ahlaki eğitim nasıl veriliyor öyleyse?” Bu soru o an beni bir hayli şaşırttı. Halihazırda verecek bir cevabım yoktu çünkü çocukluğumda öğrendiğim ahlaki değerler okullarda verilmiyordu, neyin doğru neyin yanlış olduğuna dair fikirlerimi oluşturan farklı unsurları incelemeye başladığımda ise bunları zihnime işleyenin Buşido olduğunu fark ettim.
Bu küçük kitabın asıl ortaya çıkışı eşimin Japonya’da kabul gören çeşitli fikir ve geleneklerin arkasında yatan sebeplerle ilgili sık sık sorduğu sorulara dayanıyor.
Mösyö de Laveleye ve eşimin sorularına makbul cevaplar vermeye çalışırken şunu fark ettim ki, feodalizm ve Buşido’yu anlamadan günümüz Japonya’sının ahlaki görüşlerini anlamak mümkün değil.
Hastalığımın sebep olduğu mecburi aylaklıktan faydalanarak evde yaptığımız sohbetlerde konuyla ilgili verdiğim kimi cevapları halka sunmak üzere düzenleyerek yazıya döktüm. Yazdıklarım çoğunlukla feodalizmin hâlâ hüküm sürdüğü dönemde gençken öğrendiğim ve duyduğum bilgilerden oluşuyor.
Bir tarafta Lafcadio Hearn ve Bayan Hugh Fraser, öbür tarafta ise Sör Ernest Satow ve Profesör Chamberlain varken Japonya’yla ilgili İngilizce bir şeyler kaleme almak bir hayli göz korkutucu. Bu isimlere kıyasla sahip olduğum tek avantaj kendini savunan bir sanık gibi davranabilmem, öte yandan bu güzide yazarlar olsa olsa avukat ya da dava vekili rolüne bürünebilir. “Onlardaki dil yetisi bende olsa Japon toplumunun ülküsünü daha etkili ve güzel şekilde anlatırdım!” diye düşünürüm sık sık. Fakat yabancı bir dilde konuşan kişi söylediklerini çevresine anlatabildiğine bile şükretmeli.
Kitap boyunca çeşitli konuları açıklarken Avrupa tarihi ve edebiyatıyla benzerlikler kurmaya çalıştım. Bu şekilde yabancı okurların konuyu daha iyi anlayabileceğini düşünüyorum.
Dini konular ve din adamlarıyla ilgili yaptığım göndermeler olur da aşağılayıcı olarak anlaşılırsa umarım Hıristiyanlığın kendisine karşı tutumumdan şüphe duyulmaz. Benim eleştirdiğim İsa’nın öğretileri değil, bu öğretilerin üstünü örten dini yöntem ve sistemler. Ben kalplerimize kazınmış kanunlara olduğu kadar İsa’nın öğrettiği ve Yeni Ahit’le bizlere bıraktığı dine de inanıyorum. Ayrıca Tanrı’nın, Yahudi ya da değil, Hıristiyan ya da kâfir, tüm toplum ve milletler tarafından “eski” olarak kabul edilen bir ahit gönderdiğine de inanıyorum. Bunun dışındaki dini inancıma gelince, toplumun tahammül sınırlarını zorlamasam daha iyi olur.
Bu önsözü sonlandırırken dostum Anna C. Hartshorne’a pek değerli önerileri ve kitabın kapağı için yaptığı karakteristik Japon tasarımı için en içten teşekkürlerimi sunmak isterim.
Etik Bir Sistem Olarak Buşido
Şövalyelik, en az ülkenin sembolü olan kiraz çiçekleri kadar Japon topraklarına özgü bir çiçektir; bu açıdan tarihimizin bitki koleksiyonunda saklanan, modası geçmiş, kuru bir erdem numunesi olmaktan çok uzaktır. O hâlâ aramızda yaşayan güçlü ve güzel bir canlıdır, elle tutulur bir şekli ya da biçimi olmasa da çevremizi ahlaki duygularla sararak bugün bile onun güçlü büyüsü altında olduğumuzu bizlere gösterir. Şövalyeliği ortaya çıkarıp besleyen toplumsal koşullar uzun zaman önce yok oldu ve unutuldu ancak nasıl ki çok uzaklarda bir zamanlar var olan yıldızlar bizleri hâlâ aydınlatmaya devam ediyorsa, feodalizmin ürünü olan şövalyeliğin ışığı da içinde doğduğu sistemi geride bırakıp ahlaki yolcuğumuzda bizleri aydınlatmaya devam etmekte. Bu kitabı şövalyeliğin Avrupa’daki karşılığının bir köşeye atılıp unutulan naaşı için o dokunaklı meşhur methiyeyi düzen Burke’ün dilinde yazmaktan büyük mutluluk duyuyorum.
Son derece bilgili bir bilim insanı olan Dr. George Miller’ın hiç çekinmeden şövalyeliğin ya da buna benzer bir sistemin eski uygarlıklarda veya günümüz doğu medeniyetlerinde asla var olmadığına ilişkin savunması1 Uzakdoğu hakkındaki üzüntü verici bilgi eksikliğini gözler önüne sermektedir. Fakat saygıdeğer doktorun eserinin üçüncü baskısı Komodor Perry’nin dışa kapalı olan ülkemizin kapısına dayandığı sene çıktığı için böylesi bir cehalet gayet mazur görülebilir. Bundan on yılı aşkın bir süre sonra ülkemizdeki feodalizmin son nefesini verdiği dönemde Kapital2 eserini yazmakta olan Karl Marx, okuyucularına o sırada yalnızca Japonya’da var olan feodalizmin sosyal ve politik geleneklerini incelemenin kendine özgü faydalarından bahseder. Aynı şekilde ben de Batılı tarih ve etik araştırmacılarını günümüz Japonya’sındaki şövalyeliği incelemeye davet ediyorum.
Avrupa ve Japonya’daki feodalizm СКАЧАТЬ
1
2
Karl Marx,