Ekonomik ve siyasi yapıdaki değişmeler, dönemin içinde bulunduğu koşullar neticesinde toplumu da kökten etkilemiş ve toplumsal bir hareket olan köyden kente göçü hızlandırmıştı. Artık köylüye çekici gelmeyen kırsal yaşantı sonucu büyük kentlere göç dalgaları başlamıştı. Köyden kentlere doğru akan bu göç dalgası beraberinde birçok problemi de getirmişti. Bu göç dalgasından en büyük payı alan ise İstanbul olmuştu. Ülkenin her yerinden insanlar bu büyük şehre akın ediyorlardı.
Yine bu dönemde Atatürk’ü koruma kanunu çıkartılmış, dönemin cumhurbaşkanının resimlerinin paraya basılması geleneği değiştirilerek tüm paralara Atatürk’ün resimleri basılmıştı. 1932 yılından itibaren Türkçe okunan ezanın, yeniden Arapça okunması kararlaştırılmıştı. 1930’ların sonlarında başlatılan ama İkinci Dünya Savaşı nedeniyle aksayan banknot matbaası kurma işi 1951 yılında yeniden başlatılmış ve 1958 yılında Ankara’da banknot matbaası kurularak, ilk banknotların Birleşik Krallık’ta basılmaya başlanmasından yüz yirmi sene sonra artık Türkiye’de basılması sağlanmıştı. 1951 yılında TBMM kararı olmaksızın ve tüm masrafları bize ait olmak üzere 4500 kişilik bir Türk tugayı, Kore Savaşı’na gönderilmişti. 1951 yılında Moskova’ya giden Nâzım Hikmet vatandaşlıktan çıkarılmıştı. Yine aynı yıl bir başka ilginç karar ise Rus yazarların kitaplarının okul kütüphanelerinden çıkartılmasına olmuştu. Lozan Antlaşması’na göre Fener Rum Patrikhanesi’nin başındaki Patrik’in Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olması zorunluyken, ilk kez bu dönemde ABD’den uçakla gönderilen Athenagoras’ın gelişiyle bu durum bozulmuştu. Kuzey Atlantik Paktı Konseyi’nin çağrısı üzerine 1952 yılının Eylül ayında Türkiye, NATO’ya kabul edilmişti. 1944 yılından beri inşaatı süren Anıtkabir bu dönemde bitirilerek 10 Kasım 1953’te büyük bir törenle Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün naaşı toprağa verilmişti. Bir gazetede çıkan “Atatürk’ün Selanik’teki evi bombalandı” haberi sonucunda 6-7 Eylül olayları yaşanmış ve İstanbul’da yaşayan on binlerce Rum asırlardır yaşadıkları bu ülkeyi terk etmişlerdi.
Yaşanan bu olaylar diğer ülkelerdeki örneklerinde olduğu gibi zamanla Türkiye’de de önlenemeyen büyük olayları beraberinde getirmişti. Gençlerin başlatmış olduğu gösteriler zamanla daha geniş kitlelerin katılımıyla büyümüştü. Üniversiteliler, 1950 öncesi eğitiminin daha nitelikli olduğunu düşünüyor; cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren eğitime verilen önemin kararlı ve hızlı şekilde artırılmasını, cumhuriyetle birlikte geliştirilen halkevleri ve eğitim alanında yapılan köklü değişimler sonucunda ortaya çıkan yaz okulları, kamplar, sağlık hizmetleri gibi yeniliklerin hızlı ve kalıcı şekilde hayata geçirilmesini istiyorlardı. Ayrıca düşünce özgürlüğünün olmadığı bir ülkede demokrasi de olamayacağını, iktidardaki partinin gençlik üzerinde etkilerini artırmak için siyasi baskı uyguladığını ve çatışma ortamı yarattığını, mevcut hükümet politikaları üzerinden sağlıklı bir geleceğin olamayacağını düşünen üniversiteliler, boykot ve eylemlerle siyasi iktidara karşı muhalefetlerini açıkça dile getirmişlerdi. Türkiye’deki bu gençlik hareketi, daha sonra Avrupa’da 1960’larda yaşanan gençlik hareketlerine benzetilir hep. Fakat bu ikisini birbirinden ayıran en önemli husus, ileri endüstri ülkeleriyle Türkiye gibi ülkeler arasında bazı köklü farklılıklar olmasıdır. Batılı gençlik endüstri dönemini yaşamış, liberal fikirli bir ailede yetişen ilk modern ötesi kuşaktı. Bizdeki gençlik ise henüz endüstriyel gelişimini gerçekleştirememiş bir ülkenin yeni kuşakları olma özelliğini gösteriyordu. Nitekim Türkiye’deki bu gençlik hareketi, Demokrat Parti iktidarının baskılarına karşı başlatılan siyasal ve sosyal direnişlerle doğmuştu. Genç üniversiteler ile sivil aydınların desteklediği bu direniş zamanla gelişmişti, fakat 27 Mayıs 1960 darbesi ülkeyi yeni bir döneme doğru sürüklemişti.
“Vietkonglular (Kuzey Vietnamlılar) bana hiçbir kötülük yapmadılar ki onlarla savaşayım.”
Vietnam Savaşı
İnsanlık tarihinin en yıkıcı olayları savaşlardır. Savaşların kazananı sadece silah tüccarlarıdır. Savaşlardan geriye kalan ise sadece yıkım, derin acılar ve ölümlerdir. Bu yıkıcı etkinin ne kadar büyük olduğunu ve ne kadar kalıcı izler bıraktığını insanlar ancak savaş bittikten sonra anlarlar. Huzurlu ve güvenli bir dünyada yaşamak isteyen herkesin en korkulu rüyasıdır savaşlar. Çocuklarını daha iyi bir dünyada barış içinde büyütmek, herkesin ortak arzusudur. Fakat binlerce yıllık insanlık tarihi içinde binlerce savaş olmuş ve her defasında bunun için geçerli bir mazeret bulunmuştur. Savaşlarda sadece askerler değil sivil kayıplar da çoktur. Vietnam Savaşı da yakın tarihte gerçekleşmiş o yıkıcı savaşlardan ve acı hatıralardan biridir. Yirmi bir yıl süren bu savaşta dört milyondan fazlası sivil olan yaklaşık beş milyon insan hayatını kaybetmiştir.
Tayland, Malezya yarımadası, Laos, Kamboçya ve Vietnam’ı içerisine alan bölge “Çinhindi” olarak adlandırılır. Önceleri İngiliz ve Fransız sömürgesi altındayken, İkinci Dünya Savaşı döneminde Japon İmparatorluğu’nun hâkimiyetine giren bu bölgede, savaşı kaybedeceğini anlayan Japonya’nın kışkırtmasıyla milliyetçi ayaklanmalar başlamıştı. Bu ayaklanmalar Japonya’nın beklediği neticeleri vermiş ve sonradan Çinhindi bölgesinde Vietnam, Kamboçya ve Laos devletleri kurulmuştu.
Japonya savaşı kaybedip bölgeden çekildikten sonra 1945 yılında İngilizler ve Fransızlar tekrar bölgeye girmişlerdi. Fakat o esnada bölgede Sovyetler Birliği ve Çin tarafından yayılan komünist bir siyasal etki söz konusuydu. Bölgedeki çıkarlarını ve orada bulunan Fransız vatandaşlarının hayatlarını koruma derdinde olan Fransa, Başkan Harry S. Truman döneminde ABD’den destek almaya başladı. Soğuk Savaş döneminde, bir ülkenin komünist idare altına düşmesinin komşu ülkelerde de komünizmin yayılmasına sebebiyet verebileceği varsayımına dayanan ve kısaca “Domino Teorisi” olarak bilinen siyaseti doğrultusunda ABD, Fransa’ya destek vermeye başladı.
Fransa, ABD Başkanı Truman’ın da desteğini alarak, bu gerillalarla mücadele etmeyi ve bölgede yeniden hâkimiyet kurmayı denemiş fakat bunda başarılı olamamıştı. Sonuç olarak Fransa bölgeden çekilmek zorunda kaldı.
Bu geri çekilmenin ardından bölgeye hızla yayılan komünizm özellikle Vietnam’da komünistlerle milliyetçi kesim arasında çatışmalara, daha doğrusu bir iç savaşa neden olmuştu. Bu çatışmaların sonucunda Birleşmiş Milletler olaylara dahil olmuş ve 1954 yılında imzalanan Cenevre Antlaşması ile “Güney ve Kuzey Vietnam” adı altında bağımsız devletler kurularak ülke geçici süreyle ikiye bölünmüştü. Cenevre Antlaşmasına göre, 1956 yılında yapılacak referandumla, eğer isterlerse Güney ve Kuzey Vietnam yeniden birleşecekti. Kuzey Vietnam komünist Doğu Bloku’na yakınken, Güney Vietnam Batı Bloku ülkeleri tarafından destekleniyordu. Doğu Bloku’nda Sovyetler Birliği, Çin Halk Cumhuriyeti ve Kuzey Vietnam yer almakta; Batı Bloku’nda ise ABD ve Güney Vietnam bulunmaktaydı. СКАЧАТЬ