Veysel Çavuş. Мемдух Шевкет Эсендал
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Veysel Çavuş - Мемдух Шевкет Эсендал страница 7

Название: Veysel Çavuş

Автор: Мемдух Шевкет Эсендал

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6862-71-5

isbn:

СКАЧАТЬ Seza.” dedim. “Görünüyor ki kocan aslan gibi bir delikanlı… Ben galiba yanıldım. Onun karyolaya ayaktan girmesi bahsine gelince sen elbette ona da bir çare bulacaksın.”

      GARİP ALIŞVERİŞ

      Toz duman içinde insanlar gezinir, kağnılar gıcırdar, hayvanlar bağırır… Geniş bir kırın ortasında pazar kurulmuş! Bir yanda istasyon; makinelerİ haykırır, vagonları bir yoldan ötekine götürür, getirir. Ekin ambarlarının kapılarından, ölçülen ekinin tozları taşar, her tarafta kilecilerin sesleri duyulur: “Beş-altı… Yaz! Bir dalya daha… Yüzden bir eksik! Bodos’a parasını ver!”

      Başlarına fes giymiş, üstüne ak yemeni bağlamış, iki taraftan zülüflerini çıkarmış sırma işlemeli, çuha saltalı,33 bol basma şalvarlı, Haymana’nın aşiret kadınları öküzleri yedekler, davara çevirir, çocuklarına bağırırlar. Bu kadınların bazıları ortaya dökülmüş, renk renk çuvalların başında oturuyorlardı. Bunlar köyüne, memleketine göre kırmızı, peştamalı burmalı yahut yalnız başörtülü fukara kadınlarıydı. İçlerinde altın takınmış yeni gelinlere de rast geliniyordu.

      Ayaklarının altından toz kalkıyor ve bir bulut gibi, bir sis gibi bozkırı sarıyor, istasyonu örtüyordu. Bu tozun içinde her şey gizleniyor, renkler soluyor, çevre örtülüyor, yalnız güneşin kızgın sıcaklığı mukavemet ederek toprağa kadar geçiyor ve insanları iki ateş arasında bırakıyordu.

      Tozdan, sıcaktan ziyade leş kokuları da insanı sersem edecek derecede idi. Tekâlif ile alınan asker malında ölen hayvanları öteye beriye atmışlar, köpekler yemiş, kalan parçalar kokuyordu. Bundan başka, burada her gün hayvan da kesilmekte imiş! Leşler tozlara karışmış, boynuz, barsak parçaları yerlerde sürünüyordu.

      İzdiham ziyade idi; askerleri selametlemeye gelen analar, kadınlar, çocuklar birbirine karışıyordu. Ağlayan, dalgın dalgın kocası ile konuşan kadınlar vardı. Bir köylü öküzlerini çekerek, meçhul bir adama bağırarak bu izdihamı yarmaya çalışıyor, çuvalları çiğniyor, adamlara çarpıyor, gözü dünyayı görmüyordu. Bu izdiham içinde, dikkat ettim, en az olan şey gürültü idi. Bu kadar darlık içinde sıkıntıyı, bu kadar azap ve ızdırabı toplayıp oradan kaldırmak tuhaf bir temaşa idi. Köylü uzaktan birini çağırmak isterse kendi şivesinin tarif olunmaz bir hususiyeti olan gevrek, âdeta deruni bir sesle bağırıyor. Bu seste bile bir sükûn var! Sanki genişlik içinde dağılmak, uzaklara yayılmak için bağrılmış bir şey!.. Nasıl tabir edeyim? Bu izdihamda sesler, bir tuhaf şeydi…

      Bu pazar yerinde gidip gelen, söyleşen ve başka bir sesle âdeta bilmediğimiz bir sesle bağıran birkaç kişi gözüme ilişiyordu. “Bunlar kimdir?” diye sordum. “Simsarlardır, tüccara mal alıp satarlar!” dediler. Bunlardan birkaçı Ermeni idi, bir-iki tane de efelerden! Uzun püskül, sıkma lapçın,34 silahlık, yazma yemeniden bir dildâde fesi ve püskülü orta yerden boğma çevreli… Köylülerin ellerini sıkıyorlar ve koparacak gibi kollarını sallıyorlar, heriflerin kulaklarının dibinde bağırıyorlar. İçlerinden yalnız bir tanesi onlara benzemiyordu; kırklık bir adam, kırca sakallı, uzun çehreli, güler yüzlü, sivrice burunlu, geniş alınlı bir çehre ki daha ilk nazarda bir aşiret adamı olduğuna insanın şüphesi kalmıyor.

      Çehresine rağmen kendisinin şehirli olduğunu öğrendim. Yüzünde zekâ ve cebrü şiddet asarı pek ziyade nümayan idi. Şemsi-oğlu derlermiş! Başka iş görmez, yalnız pazarlarda ekin simsarlığı edermiş. Köylüleri iğfalde ondan mahir kimse yokmuş. O, âdeta namuskârâne ömür süren, çok yorulup ekmeğini kazandığına kail bir adam edasında idi ise de fevkalade bir şey yaptığı fikrinde olmadığı çehresinden okunuyordu. Birini aldattığı ve sersem edip elinden malını bir para ucuza aldığı vakit, diğerlerinin yüzünde uçan memnuniyet havası onda yoktu zira o kail olmuş idi ki onun zekâ ve dirayeti bu gibi işleri elbette her zaman yapabilirdi.

      Şemsioğlu, pazara gelen arabaları yarım saat uzaktan çevirmek fedakârlığını da ederdi. O kimlerin nereden geldiklerini bilirdi. Arabalar uzaktan görününce Şemsioğlu köyüne, adamına göre kâh derviş kâh sofu olur, hemen namaza dururdu. Kandıramadıklarının pazarlık için elini tutar, o kadar sallar o kadar bağırırdı ki nihayet herif sersem olur, şaşırır, istediğini verirdi. Bu pazar yerinde bu garip alışverişi görmek lazımdı.

      Şemsioğlu’nun cebinde beş-on numune, yanında mal sahibi olan köylü her tüccarın mağazasına uğruyor, köylü farkında olmadan Şemsioğlu istediği numuneyi gösteriyor, tüccar da tabii gördüğüne göre fiyat veriyor, nihayet Şemsioğlu haklı çıkıyor, ondalıkçı olduğuna kanıyorlar ve mal orada satılıyordu. Şemsioğlu, tüccara iyilik olsun diye kileciye de bir tembih geçerdi. “Sıcacık ölçüver!” Bu ora tabirince “şöyle usulü ile, güzelce, bihakkın gibi” bir manaya gelirdi.

      Bir gün, bir tesadüf, bir tüccarın mağazası önünde Şemsioğlu’nu pazarlık üstünde gördüm. Köylünün kırk beş yarım malı varmış, bunu alıverecek! Bir türlü herifi kandırmaya muvaffak olamıyordu. Haylice sersem olduğu hâlinden belli oluyor ise de yine kendini bırakmıyor, bir para aşağı indirmek mümkün olmuyordu. Şemsioğlu âciz kalınca daha şedit tedbirlere müracaat lüzumunu hissederek lakırdı arasında herifin kafasını sallamaya, yumruk indirmeye başladı.

      Acınacak bir hâl idi… Köylü sesini çıkarmıyor, yumrukları kabul ediyor ve metanetini damla damla ziyan eyliyordu. O zavallı, pazarlıkta bu hâlleri mübah görüyordu, zannederim. Çünkü kabul olunmuş, teessüs etmiş bir davranıştı. Çünkü zaten hesap kitap yoktu. Köylü ne getirdiğini, ne kadar getirdiğini, ne ölçü ile kaç paraya sattığını bilmezdi. Köyde gaz tenekesi ile ölçer, kasabadaki belediye kilesine uymaz, ayrıca hırsızlık edip çalarlar, tutamaz…

      Bir gün, yine bir tüccarın mağazasında oturuyordum. Altı-yedi tane Yabanovalı geldi. Bu tüccarın istasyondaki ambarına pirinç satmışlar, paralarını alacaklar. Ellerinde ambar memurunun pusulasını gösterip, para istediler. Kâtip soruyordu: “Kim kaç okka verdi? Hepsi kaç okka, kaç para eder?”

      Onlar cevap veremiyorlardı. Kimisi sokağa, duvarlara bakıyor, birisi de muttasıl, “Orada yazılı!” deyip duruyordu.

      Böyledir ya!.. Bir zaman belediye okka ile alışverişi usul koymuş ki kile hilekârlığının önüne geçilsin… O zaman bu mazlumlar, bu hesapsız insanlar, ekinle taş toprağı doldurup kantarı kendi taraflarına getirmek hususunda kusur etmemişler!..

1916

      BİR GENÇ EFENDİNİN DEFTERİNDEN

      Dört-beş evin erkeği bir ben kaldım. Kimi yaralandı geldi, tekrar gitti, kimi şehit oldu…

      Ben de gidecektim ya! Bizim valdenin ısrarı… Öteye beriye gitti, yalvardı, yakardı. Bir nezarette tercümanlıkla yakayı kurtardık.

      O zamana kadar hısım akrabaya pek uğramazdım. Hatta inanınız, birçoğunu da tanımazdım. Güzide bile, o kadar yakın akraba iken evlerine ya bir defa gittiğim olurdu ya iki…

      Ancak ortada erkek kalmayınca, bu dört-beş evin âdeta vekilharcı35 oldum. Bereket versin, semtler yakın. Ben zavallı ki, o güne kadar bir okka üzüm, bir arşın basma almamış idim. Bu evlere СКАЧАТЬ



<p>33</p>

Saltalı: Bir tür kısa ceket.

<p>34</p>

Lapçın: Tabanı meşinden olan mest.

<p>35</p>

Vekilharç: Kesedar.