Название: Ulduz ile Kargalar
Автор: Samed Behrengi
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6862-65-4
isbn:
Bu örümcekler elbette, minik karga için yiyecek sayılmazdı. Bunlar bir nevi horoz şekeri, badem gibi atıştırmalık tatlı gıdalardı. Anne Karga demişti ki:
“Eğer canlılar yemek yemezlerse kesin olarak ölürler. Yiyecekten başka hiçbir şey canlıları hayatta tutamaz.”
Bir gün öğle yemeğinde sofranın başında, üvey anne, ayakları kırılmış birkaç örümceğin sofrada yürümeye çalıştığını gördü. Ulduz, bunların kendi cebinden kaçan örümcekler olduğunu anladı hemen. Yüreği hızla çarpmaya başladı. Önce hemen bunları toplayıp cebine atmak istedi ama sonra hiç üstüne alınmamanın daha doğru olacağını düşündü. Üvey anne, örümcekleri bacaklarından tutup dışarı attı. Bu bela da böylece savuşmuş oldu.
Yemekten sonra Ulduz, topladığı örümceklerden kalanları vermek için Karga Bey’in yanına gitti, cebinden kaçıp dışarı atılanların da birkaçını bahçenin kenarında bulmuştu. Bir tanesini bacaklarından tuttu, minik karganın ağzına koymaya davrandı. Yavru karganın ağzına nasıl yemek konulması gerektiğini, Anne Karga’dan öğrenmişti daha önceden.
Minik karga tam uzatılan örümceği yiyecekti ki birden kendini geri çekti:
“Yemeyeceğim, Ulduzcuğum.”
“Ama niye yemeyeceksin benim minik kargam?”
“Tırnaklarının hâline bir baksana!”
“Nesi var ki tırnaklarımın?”
“Uzun, kirli ve içi kararmış! Ulduzcuğum lütfen kusura bakma ve darılma dediklerimden ama ben bu şekilde yemek yiyemem… Beni anlıyorsun değil mi Ulduz Hanım?”
“Anladım. Hatamı ve yanlışımı yüzüme karşı söylediğin için çok teşekkür ederim sana. Ben de bundan böyle bu pis tırnaklarla yemek yiyemem. Emin ol.”
Havuzdaki suda birkaç tane küçük kırmızı balık vardı. Altıncı veya yedinci gündü, Ulduz bu balıklardan birini kâseye koydu ve götürüp minik kargaya verdi, o da hemen yuttu. Yediği ilk balıktı bu. Balık avlamanın ve yutmanın ne kadar lezzetli bir şey olduğunu annesinden duymuştu ama şimdiye kadar hiç denememişti bunu. Annesi, Ulduz’un üvey annesi gibi değildi, pek çok şey bilirdi. Eğer yavrusu ondan yararı olmayan bir şey istese hemen kızıp bağırıp çağırmazdı; güzel güzel anlatırdı her bir şeyi: “Yavrucuğum, bunu sana getirmem. Çünkü falanca şey zararlıdır sana, eğer falancayı yersen güzel gak gak edemezsin, sesin kısılır çünkü…”
Her şeyin nedenini ve nasıl olduğunu anlatırdı. Ama Ulduz’un üvey annesi böyle değildi. Her zaman kızarak ve bağırıp çağırarak söylerdi söyleyeceğini: Ulduz, şunu yapma, şunu yeme, şuraya gitme, böyle yapma, şöyle yapma, düzgün otur, yüksek sesle konuşma, niye fıs fıs konuşuyorsun… Böyle şeylerdi işte söyledikleri. Ama kadın hiçbir zaman, mesela neden yüksek sesle konuşmamak gerektiğini, öğleden sonraları uyumanın faydalarını v.s. anlatmazdı. Ulduz başlarda, bütün annelerin kendi üvey annesi gibi olduğunu düşünmeye başlamıştı. Ama Anne Karga ile görüşüp tanıştıktan sonra fikri değişmeye başladı.
Üvey anne, ertesi gün balıklardan bir tanesinin eksildiğini fark etti. Öyle bağırıp çağırdı ki feryadı göğe yükseldi. Öğle yemeğinde kocasına şikâyet etti:
“Bu iş, karganın işi… Hep aynı karga, havuzun başına gelip sabunları çalıyor. Çok da yüzsüz bir şey! Eğer bir elime geçirirsem darağacında sallandırıp idam edeceğim o kargayı!”
Daha fena küfürler de etti Anne Karga’ya. Ulduz bir şey demedi. Eğer sesini çıkaracak olsa, üvey anne işin kokusunu alabilir, onun da kargayla bir ilişkisi olduğunu düşünebilirdi. Hem zaten, bir önceki gün havuzun başında suçüstü yakalanmaktan zor kurtulmuştu.
Baba:
“Kargalar zaten hem pis hem de hırsız hayvanlardır. Şu yaşıma kadar şöyle dürüst bir karga hiç görmedim. Çok dikkatli ol o hayvana karşı. Aksi takdirde, havuzda bir tane bile balık bırakmaz.”
Üvey Anne:
“Evet, dikkat edeceğim tabii. Şimdi bir de dişine değdi tadı, gelip hepsini yemek isteyecektir.”
Ulduz, babasıyla üvey annesinin cahilliğine içinden güldü. Kargaların dişi olmazdı ki! Anne Karga kendisi demişti bunu.
Öğle vakti Anne Karga çıkageldi. Herkes uykudaydı. Dut ağacının gölgesinde ikisi yan yana oturdu. Ulduz olan biteni anlattı ona. Anne Karga:
“Hiç düşünüp kendini yorma. Eğer o kadın beni yakalamaya kalkarsa gözlerini oyarım onun!”
Sonra da minik kargayı yuvasından çıkardılar. Karga Bey’in dili çözülmüştü artık. Elbette Ulduz ve Anne Karga kadar değildi ama yine de kendine göre hiç de kötü değildi konuşması. Çiçeklerle çalıların arasında biraz oynayıp dolandı, o yana bu yana seğirtti, kanat çırptı ve sonra da gelip annesinin yanı başında oturdu. Anne Karga, gagasıyla bitlerini nasıl yakalayıp öldürebileceğini öğretti yavrusuna.
Anne Karga’nın sol kanadının altında bir yara vardı, Ulduz’a ve oğluna gösterdi yarasını:
“Bu yara elli-altmış yıl kadar önce olmuştu. Sabun çalmaya gitmiştim, sabuncu adam beni sopayla kovalayıp yaraladı. Tam beş yıl sürdü yaramın iyileşmesi. Kırlarda ovalardaki meyveleri bulup yedim, en sonunda tamamen iyileştim.”
Ulduz, Anne Karga’nın bilgi ve görgüsüne, bunca tecrübesine hayret ediyordu. Keşke benim annem de böyle olsaydı diye geçiriyordu içinden. Kendi öz annesini hatırlamıyordu. Sadece bir keresinde, üvey annesinden duymuştu öz annesinin sağ olduğunu. O gün, babasıyla üvey annesi tartışırlarken kadın şöyle demişti:
“Kızını da köye gönder, bırak anasının yanında kalsın, ben artık onun yükünü çekemiyorum. Hem zaten, bugün yarın kendi çocuğumu doğuracağım.”
Üvey annenin karnı ciddi ciddi şişmeye başlamıştı, doğum vakti yaklaşmaktaydı. Bir iki sefer de amcası bahsetmişti ona bir öz annesi olduğundan. Amcası, arada sırada köyden şehre geldiğinde onların evine de uğrardı. Ulduz’un tek bildiği, bir annesinin olduğu ve onun kendisini çok sevdiğiydi. Onunla ilgili başka hiçbir şey bilmiyordu.
O gün, Anne Karga Ulduz’u ve yavrusunu ayrı ayrı öptü ve gidip damın kenarında durdu. Kargalar Şehri’ne gidecekti. Ulduz:
“Diğer yavrularına ve Baba Karga’ya da selamımı söyle.” dedi Anne Karga’ya.
Sonra, diğer yavrulara da hediye gibi bir şeyler göndermek düşüncesi aklına düştü. Gömleğinin cebinde emzik vardı, üvey annesi ona vermişti. Basamakları tırmanıp dama çıktı, emziği Anne Karga’ya verdi ve yavrularına СКАЧАТЬ