Название: Köroğlu ile Kel Hamza
Автор: Samed Behrengi
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6862-50-0
isbn:
Hasan Paşa, Hodkâr’la yapılan toplantıdan ayrıldıktan sonra hiç vakit kaybetmeden işe koyuldu, Tokat’a giderek asker toplamaya başladı. Asker toplama işlerini yürütürken, bir yandan da elinin altındaki komutanlar ve önde gelen askerlerle savaş şurasını topladı ve Çenlibel’e yapılacak askerî harekâtın planlarını yapmaya koyuldular. Bu savaş şurası toplantılarının birinde, seyisliğinin yanında aynı zamanda büyük bir cengâver olarak bilinen Mortuz, Hasan Paşa’ya şunları söyledi:
“Allah, Paşa’ya selamet versin. Bizler, sizin ve Hodkâr’ın ayağınızın tozuyuz ve biliriz ki sizin fermanınız aynı Tanrı’nın buyruğu gibidir, kimsenin de o fermana itiraz etmeye hakkı yoktur. Lakin şöyle de bir şey var, Köroğlu o Kırat’ının üstünde oturdukça, bütün dünya bir araya da gelse yine de ona bir zarar eriştiremez. Eğer Köroğlu’nu ortadan kaldırmak istiyorsak, evvela altındaki atından onu ayırmalıyız; yoksa Köroğlu’yla başa çıkmamızın bir yolu yoktur.”
Seyis Mortuz’un sözleri Hasan Paşa’nın gözüne makul göründü:
“Mortuz, birisi derdi biliyorsa illaki dermanını da biliyordur. Şimdi söyle bakalım, Kırat’ı Köroğlu’nun elinden nasıl alacağız?”
Seyis Mortuz:
“Paşa’ya Allah selamet versin. Kırat dediğimiz öyle parayla pulla alınacak bir şey değil. Bize canından geçmiş bir fedai lazım, Çenlibel’e gidecek ve Kırat’ı çalıp buraya getirecek veya bu uğurda ölecek.”
Hasan Paşa toplantıda oturanların yüzlerine baktı. Hepsinin de başları önlerine eğilmişti. Kimseden en ufak bir ses çıkmıyordu. Derken kapının eşiğinde oturan kel bir oğlan ayağa kalktı, üstü başı pejmürde, ayağı çıplak bir neferdi. Mecliste oturanlar ona baktılar hep birden, Kel Hamza’ydı bu, hepsi tanıdı onu. Kel Hamza’nın ne anası vardı ne babası, ne başını sokacak bir evi vardı ne de belirgin bir hayatı. Nerede yer, nerede uyur, hiç bilen olmazdı. Milletin ayakkabılarını çalıyor diye, ne bir mescide ne bir meclise sokarlardı onu. Köpeğin bile yattığı kalktığı yer bellidir, onun değildi. Şimdi bu savaş şurasında ne işi vardı, bu meclise nasıl girebilmişti, bunun cevabını kendinden başka kimse bilmiyordu. Gerçi eskiler hep derler, “Kellerin bin tane hüneri vardır.” diye.
Velhasıl, Kel Hamza meclisin ortasına doğru yürüdü ve oradakilere seslendi:
“Paşa, bu iş benim işim. Bu meselede güç, kuvvet bir işe yaramaz. Hileyle yapılacak bu iş ve hile de atalarımdan bana mirastır. Eğer becerir de Kırat’ı buraya getirebilirsem ne âlâ! Yok getiremezsem ve Köroğlu bileğime yapışacak olursa da, bir şey olmaz. Memleketteki binlerce kelden bir tanesi eksilmiş olur sadece.”
Hasan Paşa:
“Hamza, eğer becerir de Kırat’ı buraya getirebilirsen, dile benden ne dilersen!”
Hamza:
“Paşa, dünya malı tek başına işime yaramaz.”
Paşa:
“Seni Hamza Bey yaparım, beylik veririm sana.”
Hamza:
“Olmaz Paşa, bu da tek başına yetmez bana.”
Paşa:
“Seni oğlum gibi sahiplenirim.”
Hamza:
“Hayır. Buradaki herkes sana kurban olsun. Bunların hiçbirini istemem tek başına. Hem sen bunların üçünü birden vermezsin bana. İzin ver de senden bir şey isteyeyim, bunların üçünden de daha kıymetli olsun, hem sana da daha kolay gelsin.”
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.