İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği. Celal Nuri İleri
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği - Celal Nuri İleri страница 14

Название: İttihad-ı İslam / İslam’ın Geçmişi, Bugünü ve Geleceği

Автор: Celal Nuri İleri

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6862-48-7

isbn:

СКАЧАТЬ karşı, konunun bu yönlerinin açıklanması ve İslamiyet’in savunulması için yazılan ve yukarıda adı geçen Hukuk-ı Amme ve İslam’da bu konular açıklanmıştır.

      Bu ifadelerden sonra İslam hükûmetlerinin biçim olmak üzere neden sona erdiğini biraz inceleyelim.

      Eğer İslam hükûmeti siyasetin bu temellerine tabi olsaydı, hiç şüphesiz, bütün halk, İslam hükûmetine katılacaktı ve sonuçlanan seçim itibarıyla da İslam dünyasını idare edecek ve koruyacak kimseler de yetişecekti. İslam, halkın hükûmetin ortağı olmasını gerektiriyordu. Zalimler ve despot ileri gelenler ise hükmün uygulanması için bütün Müslümanların, barış yanlısı hükûmete katılımını tasvip edemezlerdi; onun için onların kurduğu hükûmetler, kendi şahsiyetlerine ya da hanedanlarına ait gibi bir şeydi. Bundan dolayı onların sona ermesiyle hükûmetlerin de ömrü bitti.

      İslam hükûmeti kısım kısım ayrımları kabul etmez. Birden çok İslam hükûmeti olamaz. Kişisel ihtirasların araya girmesi, bölünmeyi gerektirir. Bölünmeler, her yerde olduğu gibi parçalanmayı gerektirir. Despotluk, İslamiyet’teki kardeşliğe imkân veremedi. Askerlerin artması grupların çoğalmasına, bunların serbestçe yeniden ortaya çıkıp hayat bularak düzensizliklere neden olmasına, çeşitli mezheplerin hataya düşmesine sebep oldu. Sonuç olarak Müslümanlar arasında muhabbet kalmadı. Bu muhabbet eksikliği, her cemiyeti, her hükûmeti mahvettiği gibi İslam hükûmetinin de sona erme çağına ulaşmasında gecikmedi. Örnekli açıklamalara girmeyelim. Büyük bölünmeden başlayarak İslamiyet tarihi incelenecek olursa üzülmemize neden olan hep bu açıkladığımız kuralların uygulanmasıyla karşılaşılacaktır.

      Muaviye zamanından Abdülhamit’in saltanatı almasına kadar yeni işler ve olaylar eleştiri süzgecinden geçirilecek olursa hep aynı aykırılıkları karşımızda buluruz. Aynı aykırılık ise her yerde aynı felaketlerin gerçekleşmesine neden olmuştur.

      Bölünme, ayrılma, kuvvetin ölçülmesi, asker ve devlet ileri gelenlerinin ihtirasları, hükümdarların birbirleriyle kavgaları, ortaya çıkarak baş göstermiş olan çeşitli mezhepler Endülüs’te bu derece ileriye giden “teknoloji”yi yani endüstri medeniyetini ve maddeselliği de mahvetmiştir. Bu kavgalar, düşmanların ekmeğine yağ sürmüş, İslam daimî surette kendini koruma ve karşılık verme mecburiyeti ve vazifesinde bulunmuştur. Büyük bir anarşiye mahkûm kalan Müslümanlar her yerden kovulmuş, her yerde hakaretlere maruz kalmış, kuvvetsiz, dermansız kalmış ve zorunlu olarak geride kalma, cehalet, yobazlık olanca kuvvetiyle yıkıcılığına devam etmiştir.

      Bu maddi perişanlık, İslam’da maneviyatı da ruhaniliği de berbat etmiştir. âdeta İslam’ın iradesini sarsacak etkide bulunmuştur. Kendisine tabiiyeti olanların kin ve nefreti, kabul ettikleri siyasal idari yöntemler ise İslam ahalisinin umudunu kaybetmesine, eksilmeye, kabiliyetsiz bir hâlde yaşamasına neden oluyor. Fakat bu musibetlerin dışında teşekkürü hak eden bir yönü varsa o da İslam din kurallarına olan bağlılıklarını kaybetmemiş, başka bir özü kabul ederek dinden yüz çevirmemeleridir. Onun için böyle muazzam unsurların uyarısı zannedildiği kadar zorlayıcı bir iş değildir; hele asla yeri değildir. Bir elektrik akımı, İslamiyet’in temellerini tekrar Müslüman’ın hayat cevherine üfleyerek öyle büyük bir kuvveti meydana getirir ki bunun karşısında durmak mümkün olamaz.

      Sonuç olarak sanayi ve hakiki medeniyetin birbirinden ayrılması, içtihat kapısının kapatılması, İslam hükûmet esaslarının unutulması gerilemeyi doğuran sebeplerdendir. Gerilemeyi durdurmanın yolu ise endüstri ve hakiki medeniyetlerin birbirinden ayrılması, içtihat kapısının yeniden açılması ve siyasal İslam hükûmet temellerine dönmektir.

      MÜSLÜMANLARIN ŞİMDİKİ DURUMU

      ARAPLAR

      Arap hükûmetinin fiilen bitiminden sonra Araplar, her tabiiyete dâhil olmuşlardır. Bunlardan hiçbiri de Arap milletini yetiştirmeye yönelik hareketlerde bulunmamıştır. Araplar arasında da yakın zamana kadar bir uyanış ortaya çıkmamıştır. Zavallı Arap evlatları çeşitli tabiiyetler, hükûmetler altında karakterini bir miktar bozmuş, medeniyetini, geçmişteki güç ve azametini unutmuş, olduğu gibi kalmıştır. Hükûmetlerin İslami esasların yolundan ayrılmaları, Arapları despotluklara boyun eğmeye alıştırmıştı. Zorba bir hükûmetin tabiiyetinde olmalarından dolayı huy ve karakter itibarıyla mertliklerini muhafaza edememeleri doğal olduğundan, Araplar da yozlaşmaya yüz tutmuş, bozulmuşlar ve biraz da kötü huylar ortaya çıkarmışlardır.

      Bu durumlarda dahi Araplar hiçbir zaman milliyetlerini terk edecek bir vaziyette bulunmamışlardır. Araplıktan bugün çıkmış bir fert yoktur. Aksine Araplar hükûmet meydana getirmedikleri hâlde, çevresindeki kavimleri Araplaştırmak gibi bir benzeşim örneği gösteriyorlar. Arap memleketlerine giden, lisanı ne olursa olsun, Arapça öğreniyor. Hâlbuki Türk memleketlerine gelenler aramızda yirmi otuz sene kaldıkları hâlde yirmi otuz Türkçe kelime öğrenemiyorlar.

      Arap milletinin geçmişteki görkemi hâlâ psikolojik etkisini gösteriyor. Araplık, Müslümanlık gibi silinmez bir renktir. Arapların faziletli üstünlükleri henüz mevcuttur. Dünyanın her yerinde Araplar, şimdi de nüfuzlarını icra ediyorlar. İslamiyet’in Araplara oldukça büyük faydası dokunmuştur.. Bir Arap, İslam dünyasının her neresinde olursa olsun Şerif ve Seyyid farz olunur. Arap lisanının İslamiyet’in bir bakıma resmî lisanı gibi bulunması Arap milletinin de yararına olmuştur. Bu suretle Araplık, Türklüğe de, Acemliğe de Hindliliğe ve benzerlerine etki etmiştir. Her Müslüman biraz da Araptır. Fransızca ve Fransızlık, İtalyanca ve İtalyanlık ve geri kalanları da ona kıyas et, Latince ve Romalılık içinde boğulduğu gibi birbirinden farklı İslam toplulukları Arapça ve Araplık içine dalmışlardır.

      Çeşitli İslam topluluklarının öğretim dilinin temeli Arapça’dır. Her çeşit öğretimde de temel Kur’an’dır. Bundan başka Arapça’nın gayet tatlılıkla, fevkalade ahenk barındıran, âdeta matematiksel bir lisan olması, edebiyat tarihinin önemi onun kudretini pek büyütmüştür.

      Üzülerek belirtmek gerekir ki bugün, Arapçaya yeteri kadar önem verilmemektedir. Özellikle Osmanlı hükûmetinin ihmali hiçbir surette affolunamaz. Türkçe İslam dünyasının siyasal lisanı ise Arapça da dinî lisanıdır. Ve bu değeri nedeniyle bu lisanların durumu hilafet makamı ve saltanatın himayesinde özellikle korumalıdır.

      Gerek Türkçe, gerek Arapça resmî bir biçimde korunmaya muhtaçtır. Şimdi okullarımızdaki duruma göre Arapçanın öğrenimi zorunlu olsa da yöntemlerin fenalığı, öğretmenlerin yetersizliği sonucu bu derslerden hiçbir sonuç elde edilemiyor. Kezalik medreselerde yirmi sene diz çökmüş, dirsek çürüterek eğitim gören bilim öğrencileri dört satır Arapça yazamıyor. İslamiyet rengimizin korunması için zaman kaybetmeden Arapçayı bilimsel bir şekilde öğrenmeliyiz. Arapça her Müslüman’ın hayatının genelinde kullandığı dili olduğundan onun öğrenimine gerektiği kadar önem vermeye de sorumludur. Kendimizi Arapça’dan, Arap dünyasından soyutlanmış olduğumuzu kabullenmek hatasına düşmemeliyiz. Ancak Arapçanın genelleştirilmiş bir hâle getirilmesiyle Müslümanlar birbirine daha çok yaklaşacaklardır. İslam kardeşliği, ancak bir lisanın kardeşler arasında konuşulması ile ortaya çıkacaktır.

      Kezalik hükûmet, Arap edebiyat ve yayımcılığını korumasına alarak sahip çıkmalıdır. Bunlar kendisi için oldukça önemli bir enstrüman özelliğindedir.

      Yahudi СКАЧАТЬ