Savaş ve Barış II. Cilt. Лев Толстой
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Savaş ve Barış II. Cilt - Лев Толстой страница 38

Название: Savaş ve Barış II. Cilt

Автор: Лев Толстой

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6862-38-8

isbn:

СКАЧАТЬ yurtseverlik gösterisinin, sözlerinde niçin ve nasıl dile geldiğini kendisi de bilmiyordu. Tercüman, bu sözleri, son bölümünü çıkararak çevirdi Napolyon’a. Bonapart gülümsedi. Thiers, “Le jeune cosaque fit sourire son puissant interlocuteur.”81 diyor bu konuda. Napolyon hiçbir şey söylemeden birkaç adım attı, Berthier’ya döndü ve karşısındaki adamın, İmparator’un ta kendisi, ölümsüz ve yüce adını ehramların üzerine yazdırmış İmparator olduğunu açıklamanın sur cet enfant du Don82 üzerinde yaratacağı etkiyi görmek istediğini bildirdi.

      Açıklama yapıldı.

      Lavruşka -bunun kendisini sınamak için yapıldığını ve Napolyon’un kendisini afallamış bir durumda görmek istediğini sezinlemişti- yeni efendilerine yaranmak için şaşırmış, küçük dilini yutmuş gibi yaptı; gözlerini fal taşı gibi açtı, kırbaçlanmaya götürüldüğü zamanki ifadesine büründü. Thiers şöyle yazıyor: A peine l’interprète de Napoléon avaitil parlé quele cosaque, saisi d’une sorte d’ébahissement, ne proféra plus une parole et marcha les yeux constamment attachés sur ce conquérant dont le nom avait pénétré jusqu’à lui, à travers les steppes de l’Orient. Toute sa loquacité s’était subitement arrêtée, pour l’aire place à un sentiment d’admiration naïve et silencieuse. Napoléon, après l’avoir récompensé, lui fit donner la liberté, comme à un l’oiseau qu’on rendt aux champs qui l’ont vu naître.83

      Napolyon, hayal gücünü büyülemiş olan Moskova üzerine düşler kurarak yoluna devam etti: l’oiseau qu’on rendit aux champs qui l’ont vu naître84 ise arkadaşlarına anlatacağı hikâyeleri uydurarak atını dörtnala sürüp ileri karakollara geri döndü. Anlatılmaya değer bulmadığı için başından gerçekten geçmiş olaylar üzerinde durmuyordu. Kazaklara yetişip Platof kolordusuna bağlı alayın yerini öğrendi, akşama doğru da Yankof’ta bulunan ve İlyin’le birlikte yakın köyleri gezmeye gitmek için atına henüz binen efendisi Nikolay Rostof’u buldu. Rostof, Lavruşka’ya başka bir at verdi ve onu da yanına aldı.

      VIII

      Prenses Mariya, Prens Andrey’in sandığı gibi Moskova’da ve tehlikeden uzakta değildi. Alpatiç, Smolensk’ten döndükten sonra İhtiyar Prens, sanki ansızın uykudan uyanmıştı. Köylerden milis toplanıp silahlandırılmaları konusunda emir verdi. Rusya’nın en eski generallerinden birinin esir edileceği ya da öleceği Lisi Gori’yi savunmak konusunda önlem alıp almamayı kendisine bıraktığını ama şahsen orada kalıp kendisini savunacağını bildiren bir mektubu Başkomutan’a gönderdi. Ve ev halkına da Lisi Gori’de kalacağını bildirdi.

      Kendisi kalmakla birlikte Prenses’in, Desalles’le Küçük Prens’in Boguçorovo’ya ve oradan Moskova’ya gönderilmelerini emretti. Babasının, eski vurdumduymazlığının yerini geceli gündüzlü bir çalışmanın aldığını görerek tedirgin olan Prenses Mariya; onu yalnız bırakmadı ve ilk defa emrini dinlemeyerek reddetti gitmeyi. İhtiyar yeniden korkunç derecede öfkelendi ve kızını her zamanki gibi suçladı. Kendisini üzdüğünü, oğluyla arasını bozduğunu, hayatını zehir etmek istediğini söyledi; gidip gitmemesinin umurunda olmadığını da ekledi ve çalışma odasından kovdu. Orada olup olmadığını da bilmek istemediğini ama gözüne görünmezse daha iyi olacağını da eklemeyi unutmadı. Babasının kendisini zorla göndereceğinden korkan Prenses Mariya, sadece gözüne görünmemesini istediği için sevinmişti. Çünkü bu, evde kalmasına babasının için için memnun olduğunu kanıtlıyordu.

      Nikoluşka’nın gittiği günün ertesi sabahı İhtiyar Prens, resmî üniformasını giyip Başkomutan’a gitmeye hazırlandı. Arabası da hazırlanmıştı. Prenses Mariya, üniformasıyla ve bütün nişanlarını takınmış olarak evden çıktığını; silahlı köylüleri ve hizmetkârları teftiş için bahçeye ilerlediğini gördü. Pencerenin önünde oturdu ve konuşmalarını dinlemeye başladı. Ağaçlı yoldan, korku dolu yüzlerle birkaç kişi ansızın fırlamıştı.

      Prenses Mariya da perona, çiçek bahçesine ve ağaçlı yola koştu. Karşıdan bir milis ve hizmetçi kalabalığı geliyordu; kalabalığın ortasındaki birkaç kişi, üniformalı ve göğsü nişanlarla dolu ihtiyarı kollarının altından destekleyerek sürüklüyordu. Prenses Mariya, onlara doğru koştu. Ihlamur ağaçlarının gölgeleri arasından süzülen ışık daireciklerinin titreyişleri içinde İhtiyar Prens’in yüzünde herhangi bir kesin değişim göremedi. Yalnızca, sert ve kendinden emin yüz ifadesinin yerini bir ürkeklik ve teslimiyet almıştı.

      Kızını görünce güçsüz dudaklarını kıpırdatıp bir şeyler söylemek istedi ama sadece bir hırıltı çıktı ağzından. Ne demek istediğini anlamak imkânsızdı. Kaldırıp çalışma odasına götürdüler onu ve son zamanlarda içine korkular salan divanın üzerine yatırdılar.

      O gece getirilen doktor, Prens’ten kan aldı ve sağ tarafına inme indiğini söyledi.

      Lisi Gori’de kalmak gittikçe tehlikeli hâle geliyordu, ertesi gün Boguçorovo’ya gittiler ve doktor da onlarla birlikte geldi.

      Oraya geldikleri zaman Desalles, Küçük Prens’le Moskova’ya hareket etmişti.

      İhtiyar Prens; iyileşme ya da kötüleşme belirtileri göstermeden Boguçorovo’da, Prens Andrey’in yaptırdığı yeni evde üç hafta yattı. Kendinden geçmişti ve büzülmüş bir ceset gibiydi. Kaşlarını, dudaklarını kıpırdatarak bir şeyler söylemek istiyordu. Çevresinde olup bitenleri anlayıp anlamadığını söylemek imkânsızdı. Yalnızca bir şey kesindi: Acı çekiyordu ve bir şey anlatmak istiyordu. Ama bunun ne olduğunu hiç kimse söyleyemezdi. Neredeyse delice ve hastaca huysuzluk mu söz konusuydu, olup bitenlere ya da aileye ilişkin bir şey mi söylemek istiyordu, kimse bilemezdi bunu.

      Doktor, bu hareketlerin hiçbir anlam taşımadığını ve yalnızca fizik nedenleri olduğunu söylüyordu. Ama Prenses Mariya, kendisi bulunduğu zaman babasının bu hareketleri daha fazla yaptığını göz önünde bulundurarak kendisine bir şeyler söylemek istediğini sanıyordu.

      Bedenen de ruhen de acı çektiği belliydi. İyileşme umudu yoktu. Bir başka yere götürülemezdi. Yolda ölürse ne yaparlardı? Son, büsbütün son daha iyi olmaz mı? diye düşünüyordu Prenses Mariya kimi zaman. Gece gündüz, hemen hiç uyumadan gözlüyordu onu ama işin korkunç yanı, iyileşme belirtileri değil; sonun geldiğini gösteren belirtiler görmek içindi bu.

      Böyle bir duyguya kapıldığını kabul etmek Prenses için çok garipti ama yine de bu duygu vardı içinde.

      Prenses Mariya’yı daha da dehşete düşüren gerçek ise babasının hastalığından beri (hatta belki daha da önce, bir şey bekleyerek onunla birlikte kaldığı zamandan beri) içinde uyuyan bütün unutulmuş umut ve isteklerin uyanmış olmasıydı. Yıllardır zihninde yer almamış düşünceler; babasının zorbalığından uzak, özgür bir hayat; hatta aşk ve mutlu bir evlilik rüyası, şeytanın aldatmaları gibi hayal gücünü büyülüyordu. Bu düşünceyi kovmak istiyordu ama bundan sonra hayatını nasıl düzenleyeceğini düşünmekten bir an kurtulamıyordu. Bu, şeytanın bir aldatmasıydı ve Prenses Mariya biliyordu böyle olduğunu. Tek kurtuluşun ibadette olduğunu da biliyordu ve ibadet etmeye çalıştı. Duaya yöneldi, kutsal tasvire baktı, dua okumak istedi ama beceremedi. Şimdi, içinde bir tutsak gibi yaşadığı ve tek СКАЧАТЬ



<p>81</p>

“Genç kazak, güçlü muhatabını güldürdü.”

<p>82</p>

“Bu Don çocuğu üzerinde.”

<p>83</p>

Napolyon’un tercümanı ağzını henüz açmıştı ki şaşkınlığa uğrayan kazak, tek kelime söylemeden adı doğu steplerinden kendisine kadar ulaşmış bu fatihten gözlerini ayıramadan ilerledi. Bütün konuşkanlığı, yerini çocuksu ve eşsiz bir hayranlığa bırakmak üzere birden kesilmişti. Napolyon, ona bir armağan verdi ve doğduğu kırlara salıverilen bir kuş gibi ona özgürlüğünü bağışladı.

<p>84</p>

Doğduğu kırlara salıverilen kuş.