Название: Osmanoğulları
Автор: Ahmet Cevdet Paşa
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-99843-3-9
isbn:
Mudurnu, Göynük ve Tarakçı’nın Alınması
İzmit Valisi Şehzade Süleyman Paşa’nın adaleti her tarafa yayılmıştı. Rum beylerinin saldırılarından usanmış olan halk, Osmanlı idaresini istediği için, yedi yüz otuz iki yılında Süleyman Paşa, Tarakçı Yenicesi üzerine hareket edince oranın tekfuru, ahalinin düşüncelerini anlayıp hemen Süleyman Paşa’yı karşıladı. İtaat ettiğini belirtti. Ahali de onun yönetimini kabul etti. Sonra Göynük ve Mudurnu da böyle aman verilerek alındı, Osmanlı ülkesine katıldı.
Bu memleketler öyle aman verilerek fethedilince, İslam askerleri başka yerlerde olduğu gibi ganimet elde edemediklerinden, Süleyman Paşa ganimete karşılık onlara araziler verdi. Bu, babası tarafından da uygun görüldü.
Şehzade Süleyman Paşa’nın Başkomutanlığı
Sultan Osman Gazi, askeri kendisi komuta ederdi. Sonra küçük oğlu Orhan Bey’i komutan yaptı. Ordu ile gönderdi. Büyük oğlu Alâaddin Paşa da yanında veziri konumundaydı. Orhan Bey tahta çıkınca babasının yolunda gitti. Sonra Alâaddin Paşa’yı vezir edindi. Memleketin işlerini ona bıraktı. Kendisi askerî işlerle uğraştı. Çandarlı Kara Halil’i başşehir olan İznik’e kadı yaptı. O zaman Osmanlı Devleti’nde kadıasker yoktu. Başşehir kadısı, başkadı demekti. Ordu ile beraber giden kadı, askerlik görevini görürdü. Alâaddin Paşa her hususta padişahın vekili, divanın başı idi. Yürütme kuvveti onun elindeydi. Başkadı konumunda bulunan Kara Halil de şehir ve kasabalara gönderilen hatip ve kadıların başvurduğu kimse idi. Alâaddin Paşa ise temel kanunların düzenlenmesinden sonra yine yalnızlık köşesine çekilmiştir.
Yedi yüz otuz üç yılında Şehzade Süleyman Paşa’ya komutanlık verildi. O zamana kadar komutanlar, kendi görev yerlerinde, fakat Sultan Orhan’ın emri altında vazife yaparlardı.
Oysa memleket genişleyip asker sayısı artınca bütün komutanlara baş olacak bir beylerbeyine ihtiyaç duyulmuştu. Bütün komutanların başı olarak askerî kuvvet onun elinde olacaktı. Bu bakımdan görevi pek önemli ve nazikti.
Nitekim Abbasi Devleti’nde emirü’l-ümera (beylerbeyi) olanlar, devleti baskı altına alıp sonra sultanlık etmişlerdi. Zamanla kelimelerin anlamı değiştiğinden, sonraları mir-i miranlık ve beylerbeyilik birer itibari rütbe olmuştur. Önceleri mir-i miran denilenlere sipahsalâr ve serasker denilmiştir.
Bu defa Şehzade Süleyman Paşa’ya İznik Eyaleti verildi. Ona ek olarak divanda müşir, yani rey ve tedbir sahibi olmak üzere sipahsalâr-ı asakir-i mansure (Allah’ın yardımına koştuğu ordunun başkomutanı) unvanı ile eski manasıyla mir-i miranlık (seraskerlik-başkomutanlık) makamı da birlikte verilmiştir. Buna ilişkin olarak kendisine babası tarafından bir ferman takdim edilmiştir.
Şehzade Süleyman Paşa’ya Verilen Fermanın Anlamı
“Benzeri bulunmayan hükümdarın Allah kudretini sürdürsün.” sözünün anlamı şudur ki İslam sınırlarının korunması, gözetilmesi, halkın işlerinin görülmesi ve haklarının yerini bulması mülkün temelidir. Devleti ayakta tutan ve adaletin yerleşmesini sağlayan, milletin dualarıdır. Devlet adamlarının himmet ayakları, saadet üzengisine onların işi için konulmuş olmalıdır.
İnsanların rahat ve huzurunu düşünenler için Allah, “İ’dilû hüve akrabu li’t-takvâ.” 2 diye buyurmuştur.
Halifelik makamında oturan büyük sultanların yapageldikleri üzere din ve devletin canlandırılması üzerimize borçtur. Her zaman tek emel ve isteğimiz budur.
Bütün ahali, durumlarına göre devletten yararlandıkları için sınırların korunması ve ülkenin bayındır olmasına çalışırlar. Düşmanları vurup kırarak onları umutsuz bir duruma sokarlar. Her an bir yeni fetih ve taze zaferle bizi sevindirirler. Allah’ın, “Allah’ın lütuf ve inayetinden kendilerine verdiği ile memnundurlar.” müjdesiyle cihanı ve halkı sevindirip onlara ganimet edindirirler.
İhsan edilmeyi hak edenler kerem ummanımızdan nasiplerini almalıdırlar.
Osmanlı ülkelerindeki makamlara tayin olunan komutanlar ve valiler üzerine iş bilir, şanı yüce bir başkomutan seçilmesi çok önemli bir meseledir. Dünyaya düzen verecek fikirlerimiz ve ülkeler açacak hatırımız Allah tarafından da doğrulanmıştır.
Durum bunu gerektirdi ki ezici kuvvetimizle aldığımız İznik şehrini Allah her türlü yıkım ve yangından korusun. Eyaletin cesuru, devletin dostu, kudretli komutan, saltanat bağının meyvesi, hilafet nehrinin fidanı, adaletin gül ağacı, saltanat ağacının meyvesi, Allah tarafından doğrulanan oğlum Süleyman Şah’ın, Allah ömrünü uzun etsin ve seni emellerine kavuştursun ki alnında devlet yıldızı ve başında saadet damgası parlıyor, verdim ve buyurdum ki şerefle ve kuvvetle adı geçen şehir eyaletiyle divan-ı hümayunumda müşir ve askere komutan olup, vezirlikle beylerbeyilik makamını bir yere toplayıp, gece gündüz, temiz yaradılışında mevcut olan büyük gayretlerle gereken işleri yapacağın bilinen bir gerçektir. “Kim Allah’ın sınırlarını aşarsa…” hükmünce her kim Allah’ın yolundan saparsa hakkından gelip, “Allah’tan korkun ve bilin ki muhakkak (hepiniz) ancak ona (varıp) toplanacaksınız.” ayetini göz önünde tutarak avam aydın, küçük büyük ayırmadan halka güzel davranacağın açıktır. Düşmanları ise parlak kılıcınla kahredip, din ve devlet, memleket ve millet işlerinin görülmesi için zaman kaybetmezsin. Devletimizin dostlarının gönüllerini hoş ve rahatlarını temin edersin. “Hatırlayın o günü ki herkes (dünyada) ne hayır işlediyse karşısında (onu) hazırlanmış bulacak, ne kötülük yaptıysa onunla kendi arasında uzak bir mesafe olmasını arzu edecek.” anlamındaki ayeti unutmayacak şekilde davranmalısın. Allah’ın hukukunu ve ihsanlarını unutmamalısın. Allah’ın vermiş olduğu sonsuz nimetlere çokça şükretmelisin. “Şükreden, (nimetlerin) artmasına hak kazanır, layık olur.” Bütün halkın işlerini görüp halletmekte, kesin kararlılıkla tam bir özen göstermeli, merhamet kapısını da açık tutmalıdır. Herkesin işinde aşırılıktan kaçınmalıdır. Yabancı, tanıdık, zengin, fakir, küçük, büyük ve hangi milletten olursa olsun yaşlı ve genç arasında ayrıcalık güdülmeden adaleti yerine getirmede eşit davranıp, aralarında çıkan anlaşmazlıklarda yan tutmayıp, “Bir saat Allah’ın ahkâmıyla adalet etmek, yetmiş sene (nafile) ibadetten hayırlıdır, üstündür.” ölçüsünü elden bırakmayıp, “İşte kim zerre ağırlığınca bir hayır yapıyor (idi) ise onu(n sevabını) görecek.” ölçüsünü ahiret azığı edine ve zalimin, mazlum üstündeki haksızlığını ve zulmünü gidermede gecikmeyip, “Kim (Allah’a) bir iyilikle, güzellikle gelirse, işte kendisine onun on katı var. Kim bir kötülükle gelirse bu, o miktardan fazlasıyla cezalanmaz. Onlar (yani iyilik edenler de fenalık yapanlar da) haksızlığa uğratılmazlar.” anlamındaki ayet hükmünce СКАЧАТЬ
2
“Adaletle muamele ediniz! Adalet takvaya daha yakındır.”