“Kış için seviniyorsunuz. Fakat elbisesi, kundurası, ateşi olmayan çocuklar da var. Soğuktan berelenmiş elleriyle mekteplerini ısıtacak odunları taşıyarak9 uzun bir yoldan köylere inen binlerce çocuklar da var. İçinde çocukların dumandan nefes alamadıkları, soğuktan titreştikleri mağaralar gibi çıplak ve karanlık yüzlerce mektepler var ki karın içinde gömülmüşlerdir. Oradaki çocuklar uzaktaki kulübelerinin üzerine nihayetsiz yağan ve aralıksız şekilde yığılan bu beyaz kuşbaşı karlara çığlardan korkarak dehşetle bakarlar. Kışı bayram yapınız. Çocuklarım pekâlâ! Fakat kendilerine kışın ızdıraplar getirdiği binlerce çocuğu da düşününüz!
KÜÇÜK DUVARCI
Bugün küçük duvarcı babasının elbisesinden yapılan, üzerinde henüz kireç ve alçı izleri bulunan bir ceket giymiş olduğu hâlde geldi.
Pederim onun gelmesini benden fazla istiyordu ve bu ziyareti bizi memnun etti. Girer girmez karla tümüyle ıslanmış olan kasketini çıkararak cebine koydu, sonra yorgun amelelerin ağır tavrıyla basık burunlu, elma gibi yuvarlak çehresini öteye beriye çevirerek ilerledi. Yemek salonunda etrafına bir göz attı ve Rigoletto’yu10, bu kambur soytarıyı tasvir eden levhaya gözlerini dikerek ona tavşan gibi burnunu oynattı. Onu tavşan gibi burnunu oynatırken görüp de gülmemek kabil değildir.
Yapıcılık oyunu oynamağa başladık. Bu aziz küçük duvarcı engellerler durdurulmak lazım gelen kuleleri, köprüleri yapmak için fevkalade bir yeteneğe maliktir. O bunları bir küçük adam ciddiyeti ve sabrıyla yapar. Bir kuleyi yapıp ötekine başlarken bana ailesinden bahsetti. Ebeveyni ve kendisi, bir tavan arasında oturuyorlarmış. Babası okumak, öğrenmek için akşam derslerine gidermiş. Ebeveyni onu seviyormuş galiba. Çünkü fakirce elbisesi onu soğuktan muhafaza etmek üzere kalınlaştırıldığı ve boyun bağın mutlaka annesinin eliyle bağlanmış olduğu görülüyor.
Babasının hemen hemen bir dev kadar kocaman olduğunu bana söyledi. Kapıların altından zorla geçebilirmiş. Fakat iyi bir adammış ve oğlunu “tavşan burunlu” diye çağırırmış. Kendisi babasının tamamen aksi olup boyu küçüktür.
Saat dörtte bize kahvaltı verdiler. Minderde oturuyorduk. Kalktığımız zaman bilmem ki niçin küçük duvarcının ceketinden beyaz döşemede kalan izi silmemi pederim istemedi. Beni elimden çekerek sonradan gizlice kendisi sildi. Oynarken duvarcı ceketinin bir düğmesini kaybetmişti. Annemin onu diktiğini gördüğü zaman kıpkırmızı olmuş, şaşırmış kalmıştı ve kendisi için zahmet çektiğini görmekten o kadar mahcup olmuştu ki nefes almağa bile cesaret edemiyordu. Ona, bakması için karikatür albümü vermiştim. O hissetmeksizin resimlerdeki tuhaf suratları o kadar mükemmeliyetle taklit ediyodu ki babam bile gülmeğe başladı.
Küçük Duvarcı bugününden o kadar memnundu ki giderken şapkasını başına koymayı bile unuttu. Şüphesiz bana şükranını göstermek için olacak ki merdivenin sahanlığında bana bir defa daha tavşan gibi burnunu oynattı. İsmi Antuvan Rabükko, sekiz yaşında ve sekiz aylık.
Babam diyordu ki: “Arkadaşın orada bulunduğu zaman minderi silmeni niçin istemedim, biliyor musun oğlum? çünkü bu, onu kirlettiğinden dolayı darılmak gibi olacaktı ve elbette iyi değildi. Hem zaten o mahsustan yapmış değildi. Babasının çalışarak beyazlattığı elbise ile kirletti. Çalışmanın işaretleri daima hürmete değer. Bunlar toz, kireç, vernik ve daha başka şeyler olabilir. Fakat pislik olamaz. Çalışmak hiçbir zaman kirletmez. Çalışmaktan gelen bir ameleye hiçbir zaman (pis) deme. Elbisesinde gayretinin izleri var, demelisin. Bunu hatırla ve küçük duvarcıyı sev. Çünkü o senin arkadaşın ve ayrıca çalışkan bir adamın oğludur.”
BİR KARTOPU
Daima, daima kar yağıyor.
Bugün mektepten çıktığımız zaman bu kar yüzünden üzücü bir kaza oldu. Mektepten yeni boşanmış bir sürü çocuk erimiş kardan taş gibi sert ve ağır toplar yaparak birbirine atmağa başlamışlardı. Kaldırımın üzeri çok kalabalıktı. Bir mösyö “Artık bitiriniz kabadayılar!” diye bağırdı.
Tam bu esnada sokağın diğer tarafından keskin bir feryat işitildi. İhtiyar bir adam iki elini yüzüne kapamış sallanıyor ve yanında bir çocuk “İmdat! İmdat!” diye bağrıyordu.
Derhâl her taraftan koştular. Zavallı adamın gözünün üstüne bir kartopu gelmişti. Bütün mektepli sürüleri kaçışıyorlardı, ben babamın girdiği bir kitapçı dükkânının önünde idim ve arkadaşlarımdan birkaçının koşarak geldiğini ve durarak camekâna bakıyormuş gibi yaptıklarını gördüm. Cebinde bir parça ekmekle Garron, Koretti, küçük duvarcı ve adamı Garoffi vardı.
Halk ihtiyarın etrafına toplanmıştı. Bir polisle yolcular şuraya buraya koşuşarak soruyorlardı:
“Kimdir, bunu kim yaptı, söyleyiniz kim?”
Karla ıslanıp ıslanmamış olduğunu anlamak için çocukların ellerine bakıyorlardı. Garoffi benim yanımda idi. Onun titrediğini ve kar gibi bembeyaz kesildiğini gördüm.
“Kim yaptı, bu topu kim attı?” diye bağırmakta devam ediyorlardı.
Garron’un Garoffi’ye “Haydi git kendin olduğunu söyle; eğer başka birisini tutarlarsa bu bir alçaklık olur!” dediğini işittim.
Garoffi bir yaprak gibi titreyerek “Fakat ben mahsus yapmadım” diyordu.
“Nasıl olursa olsun. Sen vazifeni yap.”
“Cesaret edemiyorum ki.”
“Korkma! seninle beraber geleceğim.”
Polis ve diğer adamlar gittikçe daha fazla “Kim yaptı, kim yaptı?” diye bağırıyorlar ve “Gözlüğünün camını kartopu ile içeri sokarak haydutlar adamcağızın gözünü çıkardılar.” diyorlardı. Garoffi bu sözü işitince yere düşecek gibi oldu. Garron ona katiyetle:
“Gel!” dedi “Ben seni müdafaa edeceğim.” ve kolundan tutarak, bir hasta gibi yardım ederek ilerletti.
Garoffi görüldüğü zaman o olduğu anlaşılmıştı ve birkaç kişi yumruklarını kaldırmış yürüyorlardı. Fakat Garron arkadaşının önüne siper alarak “On kişi bir çocuğu dövmeye mi geliyorsunuz?” diye bağırdı. Yumruklar indi ve bir polis gelip Garoffi’yi aldı, kalabalığın arasından geçirerek yaralının bulunduğu dükkâna kadar götürdü. Yaralıyı gördüğüm zaman bizim apartımanın dördüncü katında oturan ihtiyar memur olduğunu derhâl tanıdım. Küçük yeğeni de yanında idi. Mendili gözlerinde, bir iskemlede dirseğine dayanmıştı.
Korkusundan yarı ölmüş bir hâlde Garoffi hıçkırarak: “Ben mahsus yapmadım, ben mahsus yapmadım ki!” diyordu. İki yahut üç kişi “Diz çök de af dile!..” diye bağırarak onu şiddetle dükkânın içine attılar.
Fakat СКАЧАТЬ
9
Eskiden bizde de olduğu gibi henüz bazı memleketlerde kışın mektebi ısıtmak için her çocuğun bir miktar odun getirmesi bir âdettir.
10
Rigoletto; Büyük İtalyan Bestekârı Verdi’nin meşhur operasındaki başlıca şahıstır. Bu tiyatronun mevzusu Viktor Hügo’nun bir dramından alınmıştır ki orada aynı şahıs Birinci Fransuva’nın dalkavuklarından biri olan “Tribule” ismiyle nitelendirilmiştir.