Название: Oliver Twist`in Maceraları
Автор: Чарльз Диккенс
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-605-121-913-4
isbn:
BÖLÜM 11
SULH MAHKEMESİ HÂKİMİ Mr. FANG’IN MUAMELESİ ADALETİ YERİNE GETİRME USULÜNÜN KÜÇÜK BİR NUMUNESİNİ GÖSTERİYOR
Suç, adı çıkmış bir şehir karakolunun bölgesinde, hem de burnunun dibinde işlenmişti. Kalabalık sadece iki üç sokak giderek Oliver’a refakat etmek zevkini tatmin etmiş, Mutton Hill dedikleri yere doğru inmişlerdi; derken Oliver, alçak bir kemerli yoldan ve pis bir avludan geçirilerek arka kapıdan bu adalet müsveddesi dispansere götürüldü. Kaldırım taşlı, küçük bir avluydu bu. Yüzünde bir tutam favori sakal, elinde bir tutam anahtar, enine boyuna bir adamla karşılaştılar.
“Yine ne oldu?” dedi adam kaygısızca.
“Küçük bir yankesici.” dedi, Oliver’ı tutmakta olan adam. “Soyulan taraf siz misiniz beyefendi?” diye sordu anahtarlı adam.
“Evet benim.” dedi ihtiyar bey. “Ama mendili alanın bu çocuk olduğunu pek sanmıyorum. Davacı olmak niyetinde değilim.”
“Hâkim Bey’in huzuruna çıkması gerek şimdi beyin.” diye cevap verdi adam. “Hâkim Bey hazretlerinin bir dakikaya kadar işi bitiyor. Hadi bakalım, boynu kopasıca!”
Bu, Oliver’a adamın konuşurken açtığı, kapıdan girmesi için bir davetti, taş bir odaya giriliyordu. Burada üstü başı arandı. Üstünde bir şey bulamadılar, kapıyı kilitleyip gittiler.
Bu oda bir hücre biçiminde ve büyüklüğünde bir yerdi, oldukça karanlıktı. Dayanılmayacak derecede pisti; çünkü pazartesi sabahıydı. Başka yerde hapis olan altı sarhoş, cumartesi gecesinden beri burada kalmıştı. Bu haydi neyse. Şu bizim polis merkezlerinde, erkek ve kadınlar, incir çekirdeğini doldurmayacak bir sebep yüzünden -bu ifade dikkate değer- zindanlara tıkılır, öyle ki, ölüm hükmü giymiş olan, en korkunç mücrimlerin kapatıldığı, New Gate’tekiler bu zindanların yanında saray gibidir, karşılaştıracak olursanız. Bundan şüphesi olan varsa bir karşılaştırsın ikisini.
Anahtar kilidin içinde tıkırdayınca ihtiyar bey, Oliver kadar korktu. İhtiyar bey, içini çekerek bütün bu gürültünün sebebi olan kitaba baktı.
Düşünceli düşünceli, kitabın kabıyla çenesine vurarak yavaş yavaş uzaklaşırken, “Şu çocuğun yüzünde bir şey var.” diyordu. “Dokunuyor bana, ilgimi çeken bir yanı var. Masum mu acaba? Öyle görünüyordu. Neyse, anlarız!” diye bağırdı bey aniden durup göğe bakarak.
“Hey ya Rabb’im! Bu bakışı nerede görmüştüm yahu?”
İhtiyar bey, birkaç dakika düşündükten sonra, aynı düşünceli yüzle, avluya açılan, arkadaki bir odaya doğru yürüdü. Orada bir köşeye çekilerek zihninin gözü önüne yıllardır, önüne perde gerilmiş olan, sıra sıra, bir sürü yüz getirdi. “Hayır.” dedi ihtiyar bey başını sallayarak. “Hayal oyunu herhâlde.”
Bir bir yeniden geçirdi o yüzleri. Gözünün önüne getirmişti bir kere. Nicedir onları örtmekte olan kefeni kaldırıp da yenisini koymak kolay değildi. Dost yüzleri vardı arasında, düşman yüzleri ve kalabalıktan bakan yabancı sayılacak yüzler; şimdi kocamış, bir zamanki çiçek gibi genç kızların yüzleri. Gözlerin ferini, parlak gülümsemeyi geri getiren, ruhu kil maskesi ardında ışıtan, mezar ötesinde güzellik fısıldatan, mezardan daha üstün gücü olan zihnin, eski tazeliği ve güzelliğine bürüdüğü, mezarın örttüğü, değiştirdiği yüzler; cennet yoluna yumuşak ve nazik bir parlaklık veren bir aşk yaratmak için, ululanmak üzere yeryüzünden alınan, değişmiş yüzler.
Hâlâ ihtiyar bey, Oliver’ın çizgilerine benzeyen hiçbir yüzü canlandıramadı. Uyandırmış olduğu hatıraların üzerine içini çekti ve dalgın yaşlı bir bey olduğundan o hatıraları küflü kitabın içine yeniden gömebildi.
Biri omzuna dokundu, anahtarlı adam kendisiyle birlikte büroya gelmesi için ricada bulunuyordu. Kitabını acele kapattı ve meşhur Mr. Fang’ın haşmetli huzuruna çıkarıldı.
Büro, ön taraftaki bir salondu, duvarlar tahta kaplıydı. Mr. Fang, ta uçta, bir kürsünün ardında duruyordu. Kapının bir yanında zavallı Oliver’cığın içine emanet edilmiş olduğu tahta bir kafes vardı.
Mr. Fang, zayıf, uzun sırtlı, dik boyunlu, orta boyda bir adamdı, olan biten saçı, başının kenarlarında ve ensesindeydi. Yüzü ciddi olup kıpkırmızıydı. Kendine gerekli olduğundan daha fazla içmemiş olsaydı yüzüne iftira davası açar ve epey bir zarar ziyan alabilirdi.
İhtiyar bey, eğilerek hürmetle selam verdi, hâkimin kürsüsüne doğru giderek, “Adım ve adresim.” deyip bir iki adım geri çekildi; hürmetle başıyla bir iki kere daha selam verip soru sorulması için beklemeye başladı.
Mr. Fang ise o sırada sabah gazetelerinin birinde, kendisinin vermiş olduğu bir karara ait olan makaleyi okumaktaydı. Makale, üç yüz on beşinci kere, kendini Dâhiliye Vekâletinin nazarıdikkatine havale ediyordu. Heyheyleri üstündeydi, kaşlarını çatarak öfke içinde baktı.
“Kimsin sen?” dedi Mr. Fang.
İhtiyar bey biraz şaşırarak kartını işaret etti.
“Polis.” dedi Mr. Fang, kartı gazeteyle birlikte, istihkarla bir kenara iterek. “Kim bu adam?”
İhtiyar bey, “Adım efendim…” diye başladı sözüne, nezaketini bozmayarak. “Adım efendim. Mr. Brownlow’dur. Mahkemenin himayesi altındaki muhterem bir beye, bedavadan, durup dururken hakaret bahşeden hâkimin, ism-i alisini sormama müsaade eder misiniz?” Bunu söyledikten sonra, Mr. Brownlow aradığı bilgiyi temin edebilecek birini bulurum belki diye çevresine baktı.
“Polis!” dedi Mr. Fang, gazeteyi bir yana fırlatıp atarak. “Bu adamın suçu ne?”
“Hiç suçu yok haşmetlim.” dedi polis. “Çocuğa karşı çıkıyorlar haşmetlim.”
Haşmetli bunu pekâlâ biliyordu, ama suya sabuna dokunmadan alay ediyordu.
“Demek çocuğa karşı çıkıyor ha?” dedi Mr. Fang, Mr. Brownlow’yu istihzayla baştan aşağı kadar süzerek.
“Yemin ettirin!” dedi.
“Yemin etmeden önce, bir söz söyleyebilmem için müsaade talep ediyorum.” dedi Mr. Brownlow. “Şunu demek istiyorum ki, doğrusu ömrümde görüp geçirmiş olduğum bunca tecrübeye dayanarak, bir türlü inana…”
“Dilinizi tutun lütfen!” dedi Mr. Fang sertçe.
“Tutmayacağım efendim!” dedi ihtiyar bey.
“Dilinizi tutun diyorum size, yoksa şimdi buradan kapı dışarı ederim sizi!” dedi Mr. Fang. “Terbiyesiz, edepsiz bir herifsiniz siz! Bir hâkim karşısında nasıl olur da böyle yüksek perdeden konuşursunuz!”
“Ne?” diye bağırdı ihtiyar bey kıpkırmızı kesilerek.
“Bu şahsa yemin ettirin!” dedi Mr. Fang kâtibe. “Bir kelime daha duymak istemiyorum, yemin ettirin!”
СКАЧАТЬ