– Kızım, parayla olur ha! Peşinci bak herkes.
Beşer onar paralar hepsi yaklaşıp deliğe,
Süzüldüler oradan bir kilitli çekmeceye.
Epeyce fâsıladan sonra geldi başka biri:
– Genişçe bir hasırın var mı? Neyse hem değeri.
Cenâze sarmak içindir, eziyyet etme sakın!
Mahallemizde beş aydır yatan o hasta kadın
Bugün, sabahleyin artık cihandan el çekmiş…
– Ne çâre! Kısmeti bir böyle günde ölmekmiş.
– Yanında kimse de yokmuş… Aman bırak neyse…
Ecel gelince ha olmuş, ha olmamış kimse!
– Dokuz kuruş bu hasır, siz, sekiz verin haydi…
Pazarlık etmeyelim bir kuruş için şimdi!
Hasır büküldü, omuzlandı, daldı bir sokağa;
Sokuldu kim bilir ordan da hangi bir bucağa.
Açıldı, bir ölü saklanmak üzre sînesine;
Kapandı ketm-i adem heybetiyle sonra yine!
Beş on fakîre olup bâr-ı dûş-i istiskâl,
Huzûr-ı lâlini bir nevha etmeden ihlâl,
Sükûn içinde uzaklaştı âşiyânından.
Geçince sûrunu şehrin, uzattı servistan
Garîb yolcuyu tevkîfe bin bükülmez kol!
Omuzdan indi hasır, yoktu çünkü artık yol.
Mezarcının o kürek yüzlü dest-i lâkaydı
İânesiyle nihâyet mezâra yaslandı.
Hücûm-ı mihnet-i peyderpeyiyle dünyânın,
Hayâtı bir yığın âlâm olan zavallı kadın,
Hasırdan örtüsü dûşunda hufreden indi…
Enîn-i rûhu da artık müebbeden dindi.
Bu hâtırât ile kalbimde başlayınca melâl,
Oturmak istemez oldum, kıyâm edip derhâl;
-Yüzümde âleme nefrin, içimde şevk-i memât;
Gözümde içyüzü dehrin: yığın yığın zulümât!-
Bulunduğum o mukassî mahalden ayrıldım.
Bu perde bitti mi ? Heyhât! Atmadım bir adım,
Ki rûhu eylemesin böyle bin fecîa harâb!
Hayât nâmına yâ Rab, nedir bu devr-i azâb?
Geçinme Belâsı
«Ömr-i giranmâye der in sarf şüd
Tâ çiherom sayf, çipûşem şitâ!» 130
Doksan senelik ömre, İlâhî, bu mu gâyet?
Bilmem ki ne âlem bu cedel-gâh-i maîşet!
Korkunç oluyor böyle hakîkatleri, gerçek,
Sa'dî gibi bir asr-ı fazîletten işitmek.
Sa'dî o kadar felsefesiyle, hüneriyle,
Fikrindeki hürriyet-i fevk-al-beşeriyle
Esbâb-ı maîşet denilen kayda girerse,
Yâd etmesin âzâdeliğin nâmını kimse.
İnsan ki çıkar perde-i mektûm-i ademden,
Tâ sahne-i hestîde zuhûr ettiği demden,
İkmâle kadar fâciâ-i devr-i hayâtı,
Atlatmaya mahkûm ne mühlik akabâtı!
Zannetme ölüm şahsına bir kerre muhâcim…
Bin kerre olur günde o düşmenle müzâhim.
Âvâre beşer sâha-i gabrâya düşünce
Etrafına binlerce devâhî üşüşünce
Meydan mı bulur râhâtı esbabını celbe?
Başlar o cılız kolları dünya ile harbe!
Kaynar güneşin âteşi mihrâk-ı serinde:
Karlar buz olur hep beden-i bî-siperinde.
Medhûş nigâhında köpürdükçe denizler;
Beyninde bütün dalgalar öttükçe mükerrer;
Sahilden uzansam der, eder tayy-i merâhil;
Lâkin onu bilmez ki uzaklar daha sâil:131
Dağlar o nihâyetsiz olan silsilesiyle,
Ormanlar o dünyâyı tutan velvelesiyle,
Emvâc-i serâbıyla, vuhûşuyle bevâdî.
Her hatve-i azminde olur ye'sine bâdî.
Fevkınde, semâvâtın o ecrâm-ı mehîbi;
Pîşinde, zemînin o temâsîl-i acîbi;
Bîçâreyi medhûş ederek her nefesinde,
Muztar bırakır mün'adim olmak hevesinde.
Lâkin bu heves bir heves-i dîğere mağlûb:
İnsan yaşamak hırs-ı cibillîsine meclûb.
Her devresi bir devr-i azâb olsa hayâtın,
Râzîsi değildir yine bir türlü memâtın!
Ömr olsa da binlerce tekâlîf ile meşhûn,
İnsan yaşamaktan yine memnun, yine memnun!
Artık neye mevkûf ise te'mîn-i bekâsı,
Yalnız ona masrûf olur âvâre kuvâsı.
Durmaz boğuşur bunca mühâcimlere rağmen,
Düşmez, o mesâî denilen seyfi elinden.
Çıplaktır o, ister ki soğuklarda ısınsın;
Bir dam çatarak her gece altında barınsın.
İster yiyecek şey, giyecek şey, yakacak şey…
Bin türlü havâic daha var bunlara der-pey.
Âvâre beşer işte bu bâzâr-ı cihanda,
Her gün yeni bir kâr peşinden cevelânda.
Maksad bu kadar dağdağadan bir yaşamaktır…
Lâkin bunun altında ne maksad olacaktır?
Heyhat, onu idrâk için i'mâl-i hayâle
Yok vakti: bütün demleri mevkûf cidâle!
İnsan ki, onun rûh ile insanlığı kaaim,
Dâim oluyor cisminin âmâline hâdim;
Gelseydi eğer rûhunu i'lâya da nevbet,
Anlardı nedir, belki, hayatındaki gâyet.
Bir anladığım varsa şudur: Hâlik-i âlem,
Hilkat kalıversin, diye, bir ukde-i mübhem,
Daldırmada insanları hâcât-i hayâta,
Döndürmede ezhânı bütün başka cihâta.
Ömrün öteden, berk-süvârâne şitâbı,
Iyşin beriden lâzım-ı СКАЧАТЬ
130
Ömür, yazda yiyim; kışta giyim derdine harcanıp son buldu.
131
Sâil: (Sad ile, savlet'ten) Saldırıcı, saldıran.