Vadideki Zambak. Оноре де Бальзак
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Vadideki Zambak - Оноре де Бальзак страница 14

Название: Vadideki Zambak

Автор: Оноре де Бальзак

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-945-5

isbn:

СКАЧАТЬ bağışlatma arzusunu belli ederek.

      “Hiç merak etmeyin, Jacques dün gece hiç uyumadı. Hepsi bu. Sinirleri çok hassas, kötü bir rüya görmüş. Onu uyutabilmek için sabaha kadar masal anlatıp durdum. Öksürüğü tamamen sinirsel, bir pastille yatıştırdım onu ve ardından uykuya daldı.”

      “Zavallı kadın!” dedi Kont, karısının ellerini ellerinin arasına alıp ona buğulu gözlerle bakarak. “Hiçbirini bilmiyordum.”

      “Ceviz kabuğunu doldurmayacak şeyler için neden endişeleniyorsunuz? Gidip çavdarlarınızla ilgilenin. Biliyorsunuz, siz orada olmadığınızda ortakçılar ekin demetleri kaldırılmadan başka kadın, başak toplayıcıların tarlaya girmesine müsaade ediyor.”

      “İlk tarım dersimi alacağım Madam!” dedim.

      “Güvenilir ellerdesiniz.” dedi, ağzı kulaklarına varan Kont’u göstererek.

      O geceyi, büyük sıkıntılar içinde geçirdiğini ve oğlunun kuşpalazına yakalanmasından korktuğunu ancak iki ay sonra öğrendim. Bense aynı gece o kayığın içinde aşk düşüncelerine dalmış hafifçe sallanırken mum ışığının aydınlattığı o ölümcül belirtilerle kırışmış olan alnını penceresinden izlediğimi fark edeceğini düşünüyordum. Hakikaten de o zamanlar Tours’da kuşpalazı salgını korkunç bir hâl almıştı. Kapıya geldiğimizde Kont bana dokunaklı bir şekilde “Madam de Mortsauf bir melektir!” dedi. Bu sözler iyice sarsmıştı beni. Henüz çok derinlemesine tanımıyordum bu aileyi ve böyle bir durumda genç bir ruhun kapılacağı son derece doğal olan vicdanım bana “Bu derin huzuru hangi hakla bozacaksın?” diye bağırdı.

      Kolayca ikna edebileceği genç bir dinleyiciye rastlamaktan son derece mutlu olan Kont, bana Bourbonların dönüşünün Fransa’yı hazırladığı gelecekten bahsetti.

      Dallanıp budaklanan sohbetimiz esnasında beni tuhaf bir şekilde şaşırtan çocukça fikirler ileri sürdü. Bilimsel kesinliğe ulaşmış olgulardan habersizdi; bilgili kişilerden korkuyordu; üstünlüklerini inkâr ediyor; belki de haklı olarak gelişmelerle alay ediyordu. Sonunda, içinde onu incitmemek için pek çok önlem almayı gerektiren çok sayıda sıkıntısı olduğunu fark ettim, durmaksızın süren bu sohbet, zihinsel bir uğraş hâline geliyordu benim için. Tabiri caizse ondaki eksiklikleri hissettiğimde, Kontes’in onları okşarkenki uysallığıyla karşılıyordum. Hayatımın başka bir dönemi olsa muhakkak kırardım onu lakin hiçbir şey bilmediğine inanan ürkek bir çocuk olduğumdan ve yetişkinlerin her şeyi bildiğini sandığımdan, bu hastalıklı çiftinin Clochegourde’da yarattığı harikalar karşısında ağzım açık kalıyordu. Planlarını hayranlıkla dinliyordum. Nihayet, gayriihtiyari dalkavukluklarım bu ihtiyar beyefendinin sevgisini kazanmamı sağlamıştı, bu harika araziye, onun konumuna, Frapesle’den daha üstün bulduğum bu yeryüzü cennetine imreniyordum.

      “Frapesle hantal bir gümüş takımıysa Clochegourde içinde kıymetli taşlar bulunan bir mücevher kutusudur!”

      Bu cümleyi daha sonraları benim adımı da anarak sık sık tekrarladı.

      “Pekâlâ öyledir! Lakin biz gelmeden önce acınası bir hâldeydi.” diye karşılık verdi.

      Bana ekin tarlalarından, fundalıklarından bahsettiğinde iyice kulak kesiliyordum. Kır hayatında nelerin yapıldığı konusunda acemi olduğumdan onu ürünlerin fiyatıyla, toprağı işleme yöntemleriyle ilgili sorularıma boğuyordum, o ise bildiği tüm ayrıntıları bana öğretmekten mutlu görünüyordu.

      “Okulda ne öğretiyorlar size?” diye soruyordu bana şaşkınlıkla.

      Daha o ilk gün, Kont şatoya geri döndüğümüzde karısına “Mösyö Félix çok sevimli bir delikanlı!” dedi. Akşam, anneme Frapesle’de kalacağımı yazıp bu nedenle bana giysi ve çamaşır göndermesini istedim. O dönemde olup biten büyük toplumsal değişimden habersiz olduğum ve sonraları bunun, yazgımı nasıl etkileyeceğini fark edemediğim için Paris’e dönüp hukuk eğitimimi tamamlayacağımı umut ediyordum; dersler kasımın ilk haftasında başladığı için daha önümde iki buçuk ay vardı.

      Frapesle’deki ilk günlerimde Kont’la içten bir ilişki kurmayı denedim ve bu, üzerimde acımasız izler bıraktı. Sebepsiz fevriliği, ümitsiz bir durum karşısındaki aceleciliği beni dehşete düşürdü. Zor şartlar altında politikanın ortasına güneş gibi doğan Condé ordusunun çok değerli bir beyefendisi oluyor, dürüstlüğün ve cesaretin yarattığı tesadüfler sayesinde soylu bir beyefendi gibi yaşamaya, bir d’Elbée, bir Bonchamp, bir Charette9 olmaya mahkûm ettiği o iradelerin ışığını saçıyordu. Bazı varsayımlar karşısında burnu büzüşüyor, alnı parlıyor ve gözlerinde yıldırım beliriyordu bir anlığına. Bazen Mösyö de Mortsauf aklımdan geçenleri anlayıp hiç düşünmeden beni öldüreceğinden korkuyordum. O zamanlarda oldukça yumuşak başlıydım. İnsanları tuhaf bir şekilde değiştiren irade, içimde yeni yeni baş göstermeye başlamıştı. Aşırıya kaçan arzularım, korkunun yarattığı titremelere benzer o hızlı sarsılmalara neden oluyordu. Mücadele değildi beni dehşete düşüren; karşılıklı aşkın mutluluğunu tatmadan ölmek istemiyordum yalnızca. Karşılaştığım zorluklar ve içimdeki arzular iki paralel çizgi hâlinde ilerliyordu. Duygularımdan nasıl bahsetmeli?.. Yürek burkan tereddütlerle boğuşuyordum. Bir tesadüf bekliyor, gözlemliyor, kendimi iyiden iyiye sevdirdiğim çocuklarla yakınlaşıyor, evdeki nesnelerle özdeşleşmeye çalışıyordum. Kont, zamanla yanımda daha rahat olmaya başladı. Bu nedenle onun ani mizaç değişikliklerine, sebepsiz derin kederlerine, acı ve yıkıcı yakınmalarına, kindar soğukluğuna, bastırdığı çılgınca hareketlerine, çocuksu inlemelerine, umutsuzluğa kapılmış bir insanın haykırışlarına, beklenmedik öfkelerine tanık oldum. Manevi evrende hiçbir şey mutlak değildir, bu özelliğiyle de maddi evrenden ayrılır. Etkilerin yoğunluğu, kişiliklerin ya da etrafında toplandığımız bir olguyla ilgili düşüncelerin gücüyle ilintilidir. Hayatımın geleceği, Clochegourde’daki tutumum bu tuhaf iradeye bağlıydı. Şatoya her girdiğimde kendi kendime “Acaba beni nasıl karşılayacak?” diye sorduğumda, o sıralarda ferahlaması kadar kararması da kolay olan ruhumu hangi kaygıların sıkıştırdığını size anlatamam. Kar beyazı alnında birden toplanan fırtına bulutlarını gördüğümde yüreğim nasıl bir endişe deryasında boğulurdu! Sürekli tetikteydim. Böylece bu adamın hâkimiyeti altına girmiştim. Izdıraplarım, Madam de Mortsauf’un neler çektiğini anlamamı sağlıyordu. Birbirimize anlam dolu bakışlar atmaya başlamıştık, bazen benim gözlerimden yaşlar akarken o kendilerinkini tutuyordu. Kontes ve ben, acı ile sınadık birbirimizi. Gerçek acılar, sessiz sevinçler, kâh suya düşen kâh yüzeye çıkan umutlarla dolu o ilk kırk günlük süre zarfında ne çok şey keşfettim! Güneşin tepelerini şehvetle kızıllaştırdığı vadiyi bir yatak gibi gözler önüne sererek battığı, doğanın bütün canlılarını aşka davet eden o sonsuz ilahiler ilahisinin duyulmamasını imkânsız kıldığı bir akşam, onu huşu içinde düşüncelere dalmışken buldum. Genç kız, uçup giden hülyalara mı kaptırıyordu kendisini yeniden? Kadın gizli bir mukayesenin acısını mı çekiyordu? Hâlinde, ilk itiraflara elverişli bir kendini bırakmışlığı sezer gibi oldum: “Zor geçiyor bu günler!” dedim ona.

      “Ruhumu okudunuz.” dedi bana. “Ama nasıl?”

      “Birçok açıdan birbirimize benziyoruz.” diye yanıtladım. “Keder ve tutku konusunda ayrıcalıkları СКАЧАТЬ



<p>9</p>

Dönemin kraliyetçi askerî liderleridir. (ç.n.)