Название: Çuvaş Kızı Salambi
Автор: Aleksandır Artemyev
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6853-28-7
isbn:
“İlçe gazetesi de iftira atmış sana. İnan bakalım, aptal. Turikaslıların mısırını ben kendi gözümle gördüm. İşte keten gibi kısa ve seyrek filizlenmiş. Böyle olduğu gibi bir de yabani ot basmış. Bu güneydeki tahıl bizim taraflarda nasıl büyür? İşte ‘Hirli surum’ kolhoz yöneticisi meşhur olmak isteyince her yere mısır ekmiş ve tamamen batmış. İşte bu yüzden yönetici bu ayıba dayanamayıp kendisini asmış.”
“Amcanın iskemlesi kısa derler. İlçe planı fazla ekilmesini emretmiş. Şimdi büroda iskemlelerinde kaynatıp oturanlar ömür boyunca tahıl ekerek yaşayan köylüye nerede ne ekilmesi gerektiğini öğretiyorlar. Ne zaman ekmeli ne zaman biçmeli ne zaman devlete vermeli hemen ilçeden telefonla bildiriyorlar. İlçe planı sana yeryüzünde cennet yapmayı da emreder. Cenneti ise tamamen başka, rüyada da göremezsin.”
Kim için cennet; kim için cehennem…
“Şak şak! Fille nereye gidiyorsun, Vihtır dur, doğru değil! Dur… Ey ey! Piyadeyi nereye götürüyorsun?”
“Şemen’i ben de bir kez panayırda görseydim. Çok güzel bir yiğitmiş… O yapabilirse yapar.”
“Stop! Şimdi senin subaya çarpacağım. Biirr!… Tank bölüğü düzeni!”
“…Boris ile konuşuyordu ve bir kız vardı onlarla.”
“Salanov’un sevdiği o, Lidia Filipovna, Turikas Okulu’nun öğretmeni. Onların aşkı hakkında konuşulanları dinlesen gerçek bir masal dersin.”
“Dur dur kaynana! Şimdi sana çarpacağım!… Birr! Şah!.. Tekrar mümkün olmamış… Olamadı…”
“Ne var şimdi bu kız yanında ben de bir kez ilçede görmüştüm. Çok da güzel değil ki bu kadar dertlenerek sevmenin anlamı ne?”
“Sadece senin için mi dertlenip yaşamak gerekir… Eee! Hey dur orada! Nereye daldın? Şimdi şahını çarpacağım… Çarp!.. Birr! Hah şimdi yansaydı! Tekrar mümkün olmadı işte… Bu kızları dinleyerek…”
“Sen dinleme Pavıl düzgün oyna… Salanov’a şimdi evleniyor demiyor mu kızlar? Bu öğretmeni alacak demiyorlar mı?”
“Bu evlenme başladığından beri artık diğerleri üç defa evlenip boşanmışlardır da.” dedi. Hepsiyle aynı anda konuşmayı başarabilen Pavıl kendisi o arada yanında oturan kıza doğru yaslandı.
“Hey Pavıl çimdikleme!… Bu da ne, sen bende Taruş’u mu gördün?”
“Kim çimdikliyor seni? Doğru konuş!”
“Şşşt!”
“Evlenecek diyorlar, bu kızı alacak diyorlar…”
“Dur dur kaynana…”
“Mat!”
“Yanıyor! Kızları dinleyerek oynayıverdim… Hadi diğeri…”
Kolya gençlerin konuşmasına katılmaz, o kendisinin sevdiği “Mançurya’daki Tepe Üstünde” melodisini yavaşça çalar. Bu arada ona “Salambi” “Salanov” denildiği duyulur.
“Salambi… Salambi… O iyi kız… Çevrede onun gibisi azdır… Ama bu Salanov kim? Ben bu adı nerede duymuştum? Heyyy, Turikas delikanlısıydı o, meşhur bahçıvan Miçurinci.”
Kolya’nın düşünceleri fırtına bulutları gibi karışıyor. Onun önüne tekrar Almazov çıkıyor. Tekrar uzak Mançurya’daki… Salambi… Valeriy… Mançurya’daki savaşlar… Kahramanca öldü Valeriy… Uzunca süzüldü eskimek bilmeyen melodi. Uzun uzun süzülüyor akordeon sona eriyor ağlıyor, hışşş! Diye soluklanıyor bas. Akordeon değil Kolya’nın ruhu ağlıyor. Ne kadar kötü fırtına, Mançurya’daki uçurumlarda oynaşan tayfun gibi fırtına onun yüreğini kapladı. Ne kadar sessiz dinleyebilirdi ki insanlar bu melodiyi. Bu efkârlı melodiyle nasıl gülüp oynayıp dans edebilirlerdi? Neden onlara bu eski şarkıda asker annesinin kaygılı sesi onun kesilip ağlaması işitilmez?
Kolya’yı bu melodi Çuvaş köyündeki bir eğlencede değil uzakta, ta uzakta sarı deniz kenarındaki dağlar arasında yankılandığı hissini verir. Kolya’nın kendisi de düşüncesi de burada değil ta orada korkunç savaşın gürleyerek geçtiği yerde…
Evin kapısının şak diye kapanması Kolya’ya nerede olduğunu hatırlattı. Dergiye bakan kızları hop diye zıplattı. Satranç oynayanları durdurdu.
Maruş ile Taruş bir şeylerden kaçıyormuş gibi gelip girdiler.
Serpilerek kapıdan giren Maruş “Ah, çocuklar!” diye bağırdı.
Taruş sözünü keserek “Ah, kızlar!” dedi.
“Ah!”
Şambulkin dayanamadı.
“Ne diye ahlıyorsunuz siz? Bir yerinize çocuk vurmadı ya?” dedi.
“Siz gülün… Korkup ölünecek haber!” Taruş, birden iki kalçasına şap şap vurdu.
Maruş zar zor nefes alarak “Salambi çocuk doğurmuş!” dedi.
Dergi okuyan Lena zıplayıverdi. Pavıl söylemek istediği komik sözleri unuttu. Kolya kendi işittiğine inanmadı. Vihtır dayanamadı, Maruş’u azarladı.
“Sen orada bir şey yapma sakın ola! Senin dilinin kemiği yok, boş değirmen gibi öğütmeyi seversin.”
“Nereden biliyorsun?”
“Kim dedi?”
“Maşa, dur! Ne o yumurtlayacak tavuk gibi gıdaklıyorsun?” diye dürttü Şambulkin.
“Daşa söylüyordun söyle Daşa.”
“İşte, Maruşların yengesi Salambi’yi şehirden getirdi…”
“Sonra bizim yenge Çeboksarı’ya gitmişti de…”
Vihtır öfkeyle “Maşa! Sana söylemedim mi?” dedi. Maruş kalın dudağını yazmayla kapattı. “Söyle Daşa.”
Taruş kesik kesik söylemeye başladı.
“İşte Maruş’un yengesi Çeboksarı’ya pazara gitmiş ve Salambi’nin evine girmiş… Ona yiyecek bırakayım demiş. Salambi o zaman eve dönmek için hazırlanıyormuş…”
Maruş “Onu enstitüden kovmuşlar.” diye ekledi. “Yenge böyle söyledi… İşte kızken çocuk doğurduğu içinmiş.”
Pavıl, Maruş’un sözünü keserek “ ‘mış’ diyorsun kısrak alaymış. Sizin yengenizin ne söylediğine inanacak olsak güneş ta ne zaman diğer taraftan doğardı.” dedi. “Sürünüp gezer işte pazarın, oranın buranın dedikodusunu toplayarak yetmiyormuş gibi bir de yaygara dili kertenkele kuyruğu gibi ağzı СКАЧАТЬ