Kod Adı Türkistan: Mustafa Çokay. Darhan Kıdırali
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kod Adı Türkistan: Mustafa Çokay - Darhan Kıdırali страница 7

Название: Kod Adı Türkistan: Mustafa Çokay

Автор: Darhan Kıdırali

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-99795-3-3

isbn:

СКАЧАТЬ tahttan indirip Geçici Hükûmet’in başına geçen Aleksandr Kerenski’in öz babasıydı. 1887 yılında ağabeyi Aleksandr, çara isyan ettiği için ölüm cezasına çarptırılan ve bu yüzden altın madalyadan mahrum bırakılan Vladimir İliç Ulyanov’a da (Lenin) yardım etmişti. Güzel bir referans mektubu yazarak onun Kazan Üniversitesine geçmesini sağlamıştı. Şimdi yanı kişi Mustafa’nın da önünü açmış, ayrıca vazife yaptığı Taşkent’teki imzaladığı son resmî emri de bu olmuştu. Yaşı geldiği için emekliye ayrılan Fyodor Mihayloviç, çok geçmeden Petersburg’daki avukat oğlunun yanına taşındı. O zamanlar gurur duyduğu bu iki öğrencisinden biri Rusya’daki devrimin önderi, ikincisi ise Türkistan’ın siyasî lideri olmuştu. İmparatorluk yönetimini elinde tutan oğluna muhalif olacağından tabii ki habersizdi.

      Gaipten haber alarak geleceğe şekil vermek mümkün olsaydı, Lenin ve Çokay adlı şahısların tarih sahnesinde hiç çıkmamaları da mümkün olabilirdi. Tabii bu Allah’ın yazgısıydı. Bildiğimiz şu ki sonradan Lenin diye meşhur olan Ulyanov, Fyodor Mihayloviç’in sevgili oğlunu sadece iktidardan değil, anavatanına da bir daha geri dönemeyecek şekilde uzaklaştırdı. Öğretmeninin oğlunu Geçici Hükûmet döneminde destekleyen Çokay, Avrupa’da göçmen olduğu yıllarda ise onun tam anlamıyla rakibi hâline dönüşmüştü.

      PETERSBURG’DA

      Liseyi altın madalya ile tamamlayıp, hukuk fakültesine başvuru yapmak için Türkistan Vilayeti Eğitim Müfettişliği onayını alan Mustafa, 21 Haziran 1910 yılında İmparatorluk Petersburg Üniversitesi Rektörlüğü’ne dilekçe yazdı. Dilekçesi eğitim kurumunca 30 Haziran’da incelendi ve 6 Temmuz’da üniversiteye kabulü hakkında karar çıktı. Petersburg’dan bu güzel haberi içeren mektubu aldığı günkü mutluluğu sınırsızdı.

      Bozkır Kazakları için hayal olan büyük çarın oturduğu imparatorluk başkentine Mustafa’yı bütün köy uğurladı. Konuğu hiç eksik olmayan evinde ziyafetler verildi. Dört bucaktan gelen kıymetli konuklar ona başarılar diliyorlar, dualar ediyorlardı. Ayrılık günü geldiğinde kalbi güm güm memleket topraklarından çarparak imparatorluk başkentine doğru yola çıktı.

      Vaktiyle Şokan Valihanov’un çalıştığı o büyük şehirde yirminci asır başlarında Alihan Bökeyhanov, Bakıtcan Karatayev, Muhamedcan Tınışbayev, Cakıp Akpayev, Bakıtkerey Kulmanov, Sancar Asfendiyarov, Cahanşa Dosmuhambetov, Halil Dosmuhambetov, Rayımcan Marsekov gibi öncü Kazak aydınları, çeşitli alanlarda eğitim almış, siyaset sahnesindeki tecrübelerini geliştiriyorlardı. Ağabeylerinin izinden rüzgâr gibi koşan Mustafa, kısa zamanda uyum sağlayarak onların yanlarında yerini aldı.

      Petersburg’daki siyasî, kültürel ve etnik çeşitlilik genç Mustafa’nın çok yönlü olarak gelişip yetişmesine yardımcı oldu. İmparatorluk başkentinde eğitiminin yanı sıra bilim ve siyasetle de ciddi anlamda ilgilendi. Lisede okuduğu yıllarda Türkiyat ve tarihe aşırı ilgi duymuştu; Petersburg’da bu alanların uzmanlarıyla tanışma imkânı buldu. Bunların ilk tanıştığı bilim adamı Profesör Samoyloviç oldu. Divayev’in yönlendirmesiyle gidip profesörle tanışan yağız Kazak delikanlısı, Türkistan’ın büyük bilgesini kıvrak zekâsıyla hemen kendine bağladı. İlerleyen günlerde Samoyloviç’in halk kültürü kaynaklarını toplamasına da yardım etmişti. Bir keresinde Mustafa’dan “Çarşıdan aldım bir bohça, ben bohça almasam kim bohça alır?” tekerlemesini duyup not alan Samoyloviç, bunu birden anlamamış, daha sonra ise katıla katıla gülmüştü. Aralarındaki dostluk gün geçtikçe güçlenmeye başladı. Türkistan halkının sözlü edebiyat ürünleri de derleyen bu bilim adamı, bir seferinde Mustafa’dan boş laflar ile ilgili bir örnek bulmasını istedi. Mustafa düşünmeden memleketinde Nafile Biy diye adlandırılan Dürimbet Kazıbekuloğlu’nun bir evi pireden arındırmak için doğaçlama söylediği şu mısraları okudu:

      “Pire pireden cesur,

      Pire yorganda olur.

      Yorganı suya batır,

      Öylece çaresiz kalır.

      Üff çık!”

      Bu dörtlüğü kaydeden ve Jivaya Starina adlı derleme kitabında yayımlayan Smayloviç, çok geçmeden Mustafa’yı ünlü şarkiyatçı ve Türkiyatçı Wilhelm Radloff’la tanıştırdı. Genç adamın doğuştan gelen kabiliyetini fark eden Radloff, Mustafa’ya birkaç kez Hukuk Fakültesini bırakıp Petersburg’daki Doğu Dilleri Fakültesine geçmesi teklifinde bulundu. İknaya yardımcı olur düşüncesiyle genç dostuna meşhur sözlüğünü bile hediye etti fakat Radloff’un dileği gerçekleşmedi. Mustafa, şarkiyatçılığı küçüklüğünden beri ülküsü olan hukuka tercih etmedi. Ünlü bilgininin etkisi altında kalmamak için bir zaman sonra kendini ondan uzak tutmaya çalıştı.

      Mustafa, gerçekte Almanlardan başka hiçbir millete merhamet duymayan, güçlünün zayıfı yönetmesini bir kural olarak benimseyen Radloff’un kişiliğinde şarkiyatçı bilginlerin gerçek yüzünü görmüştü. Daha sonra yazdığı bir makalede bu şarkiyatçı bilim adamı hakkında şu çarpıcı tespitte bulunmuştu: “… Biyoloji uzmanı nasıl kelebekleri büyük bir çabayla toplayıp, koleksiyon yapıyorsa Radloff da bizi böyle bir araştırma nesnesi olarak görüyordu. Onun Türk halklarına olan sevdası ancak bu kadardı…” Gerçekten de Doğu’yu egzotik bir sergi, halk bilimi ve etnolojisi müzesi olarak gören isteyen şarkiyatçılar, bundan daha güzel bir şekilde tasvir edilemezdi. Bir yazısında“Bana bütün Kazak bozkırı sanki şarkı söylüyormuş gibi geliyor…” diyerek hayranlığını ifade eden bu bilim adamı aslında Doğu’nun diri ve iri olmasını, kendi kültür ve medeniyetini kendi yolunca geliştirip sürdürmesini hiç arzu etmiyordu. İmparatorluğun sömürgeci siyasetine hizmet eden bu şarkiyartçı “Zamanın akışına ayak uyduramamış, Doğu’nun cahil insanı kendi yolunu, gelişme yönünü tayin etmekten âcizdir. Bu yüzden onlar yalnızca Batı değerlerini eksiksiz kabul ettiklerinde gelişeceklerdir.” düşüncesindeydi.

      Şarkiyatçı uzmanlarla mesafeli ve seviyeli ilişkiler kuran Mustafa, bütün mesaisini hukuk bilimine adadı. Bu sayede çok geçmeden fakültenin önde gelen, başarılı öğrencileri arasında yer aldı. Hukuk fakültesinde, imparatorluğun en iyi profesörleri ders veriyordu. Mustafa bu hocalardan Roma Hukuku Tarihi, Rus Hukuku Tarihi, Uluslararası Hukuk, Medeni Hukuk, Ticaret Hukuku, Siyasî İktisat, İstatistik, Felsefe Tarihi gibi dersler okudu. Bunlara daha sonra Uluslararası Hukuk profesörü F. F. Martens, Medenî Hukuk profesörü A. H. Gall yine Medeni Hukuk profesörü ve eski rektör V. İ. Sergeyeviç de katılmıştı. Vaktini boş eğlencelerle geçirmekten kaçınan Mustafa, dersleri pür dikkat dinliyordu; bu bozkır çocuğunun zekâsı ve öğrenme hevesi, fakülte profesörleri ile öğrencilerini hayran bırakıyordu.

      Bilgisinden faydalanmak isteyen kötü niyetli bazı arkadaşları, imtihanda yardım etmesini hatta kendi yerlerine imtihana girmesi için Mustafa’ya yalvarıyorlardı. Samimi ve temiz yürekli biri olduğundan onların ricalarını reddedemiyordu. Bilgisi ve dürüstlüğüne güvenen profesörler ise onun yalan söylemeyeceğine inanmışlardı. Bir sınavda Profesör Petrojitski bunu fark edip;

      – Siz sınavı vermemiş miydiniz? diye sordu.

      Ne cevap vereceğini bilemeyen Mustafa, neden sonra kendisini toparlayıp sınavı yeniden vermek için istediğini söyledi. Yalan konuşmasına sebep olan bu olayın ardından bir daha böyle durumlara düşmemeye karar verdi.

      Mustafa’nın adı çok geçmeden bütün Kazaklar arasında duyulmaya ve СКАЧАТЬ