Bir Hilal Uğruna. Ertuğrul Karakuş
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Bir Hilal Uğruna - Ertuğrul Karakuş страница 3

Название: Bir Hilal Uğruna

Автор: Ertuğrul Karakuş

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-76-8

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      İşte o yiğitlerden bir yiğit de kendisi oldu…

      Göz bu ya!… İyiyi de görür kötüyü de… İnsan bu ya! İyisi de var kötüsü de… Hayat bu ya! Dostu da var düşmanı da… Âmennâ! Hepsi olacak hayatta…

      Amma en kötüsü “dost postunda düşman!” Değil mi?

      Her kahramanlığı hesap gününe sakladı Gazi İslâm… Çok şey anlatmadı Çanakkale’den… Amma, yiğidin harman olduğu Çanakkale’den bir sahneyi hiç unutmadı… Hep anlattı…

      Belki de yedi nesil torunları dostu düşmanı bilsin diye…

      “Satık komutan! vardı evlatlar!” derdi. “Satık komutan!

      “Sûreti müttefik, sîreti satık komutan…” Yüze gülen, sırttan vuran…

      “Düşman denizden karaya çıkmadan siperden çıkma emri verdi. Birçok vatan evladı bu emre uydu. Siperden vaktinden önce çıkarak şehadet şerbetini içti…”

      Yunus’un tabiriyle;

      “Bu dünyada bir nesneye yanar içim, göynür özüm, Yiğit iken ölenlere, gök ekini biçmiş gibi…”

      “Hakk’ın vadettiği günler” geldi…

      Hak geldi batıl zâil oldu… Zafer Mehmetçik’in oldu…

      “Gök ekini biçmiş gibi…” şehadete koşanlar, geride kalan kahraman kardeşlerine alnından öpülesi bir zafer hediye ettiler…

      Üsküp’lü İslâm, göğsünde mübarek bir zaferle, “Azîz İstanbul”da kaldı bir müddet. Geçimini sağlamak için Aziz Mahmud Hüdaî’nin Üsküdar’ında bir muhallebici dükkânı açtı…

      Ama şartlar değişmişti… Biraz Üsküp ve aile hasreti biraz da yeni şartlara uyum sağlayamamak… Döndü Üsküp’e…

      Heyhât!

      İstanbul değişir de, dünya değişir de, Üsküp durur mu?

      Osmanlı’nın bu nazlı çiçeği, savaş makinalarının dişlileri arasında ezilmekte. El’den el’e geçmekte…

      Her el’de ayrı bir zulüm görmekte…

      Yıllar hep bir öncekini aratarak geçmekte…

      Üsküp’lü Gazi İslâm, “asıl Çanakkale”den sonra da “küçük Çanakkale’ler” yaşar âhir ömründe…

      Bir gün Üsküp’ün gazi camilerinden olan Tükancık camisinden çıkışta, dayanamayacağı bir hadiseye şahit olur. İşgalci asker kıyafeti giyen 7 gayrimüslim sivilin, cami imamını dövmeye başladığını görür.

      Bakmaz yaşlı hâline… Kahramanlık sadece harpte olacak değil ya!

      Alır eline sopayı, kurtarıverir imamı…

      İlerleyen yaşına bakmadan, tek başına yedi saldırgana galip gelmesi, herkesi şaşırtmıştır aslında! Ama o, “İman gücü” denen mefhuma Çanakkale’de yakînen şahit olanlardandır…

      Halk takdir etse de, sistem hapishaneye koyar Gazi’yi… Asmaktır niyeti yönetimin… Olayı gören bir berber şahit olur. Türk elçiliği müdahale eder ve kurtulur Gazi İslâm.

      Sonsuz bir cesarete, zaptedilmez bir yüreğe sahip olan Üsküp’lü Gazi İslâm, 1958’de vefat eder.

      Osmanlı’nın Üsküp’teki son büyük mezarlığı olan Gazi Baba da bozulduğu için, Butel mezarlığına defnedilir Gazi…

      Şimdi “taşsız” mezarında, Rabb’inin huzuruna göğsünü gererek çıkacağı günü beklemekte Gazi İslâm…

      Allah Üsküp’lü Gazi İslâm’a gani gani rahmet etsin;

      Bizlere de onların ruhunu anlayacak iz’an versin…

      4. BALKAN’DAN ANADOLU’YA ŞEHİTLİK VE GAZİLİK KÖPRÜSÜ

GAZİ HACI YUSUF

      Kim bilir yakınları nerede duydu cihad çağrısını…

      Dinî hassasiyetiyle maruf, Üsküp’e çok yakın olması ve konumu sebebiyle bu şehrin kolu kanadı sayılabilecek Karşı Yaka bölgesindeki Batinca köyünün eski camisinde mi, 1911 yılında Sultan Reşad’ın Üsküp ziyareti sırasında Batincalı Yusuf’un onu karışık duygularla dinlediği “Bursa’nın Şar Dağı’nda devamı” olan bilge şehir Üsküp’ün yüzden fazla güzîde camisinin herhangi birisinde mi?

      Kim bilir yakınları nerede duydu cihad çağrısını…

      Batincalı Yusuf ise askerdi zaten… Kapılarını İstanbul’dan önce İslâm iklimine açma şerefini kıyamete kadar göğsünde taşıyacak olan Üsküp’ten, Üsküp gibi yüzlerce şehre her alanda misal teşkil eden ilmî ve mimarî muhteviyâta sahip olan İstanbul şehrinde, Selimiye Kışlası’nda askerdir o “hayasızca akın” başladığında…

      Kim bilir ağzı dualı yüzü nurlu anası, nerede duydu payitahttaki Halife’nin cihad çağrısını… Kutlu fakat buruk bir Cuma namazı çıkışında getirdi kocası harp ve cihat daveti haberini belki de!… “Çanakkale’ye yedi düvel saldırmış. Halifemiz efendimiz, âlem-i İslâm’ı, hilâfet makamı İstanbul’un yardımına cihada çağırdı! Hoca hutbede duyurdu… Bizim Yusuf İstanbul’dan Çanakkale’ye geçer. Allah hepsinin yardımcısı olsun!” dedi belki de okunmuş beyaz sakalından gözyaşları süzülürken… Bu gözyaşlarının her birinde ayrı bir felaketin, Doksan Üç Harbi’nin, sonu gelmez muhaceret ve isyan hatıralarının, mel’un Balkan muharebelerinin ve arkasından gelen büyük yıkımların izi vardı belki de…

      Ve daha geride kalan kardeşinden komşusuna, dostundan yavuklusuna kim bilir kimlerin Batincalı Yusuf için ne özlemleri ne hatıraları kaldı…

      Batincalı Yusuf, anadan babadan, eşten dosttan habersiz, Çanakkale mahşerinden Yemen çölüne kadar nice şanlı gazâdan yıllar sonra Karşıyaka, Batinca köyüne döndü. “Batincalı Yusuf” olarak gittiği savaştan “Gazi Yusuf” pâyesiyle dönmüştü. Geçen günlerin, yaşanan acıların, verilen şanlı mücadelenin ötesinde mutlu günler yaşanmalıydı artık.

      Ama öyle mi oldu?

      Bırakıp gidilen vatan eski vatan mıydı?

      Osmanlı şemsiyesi parçalanmış, güneş yakıcı ışıklarını acımasızca vurmaktaydı Balkanların her bir yerine…

      Yıllar sonra, her taşına gençliğinin kokusunun sindiği Selîmiye Kışlası’na gitti.

      Genç askerleri kucakladı kendi gençliğini kucaklar gibi…

      Genç komutanlar ona hürmetle gezdirdiler Kışla’yı. Kim bilir, belki de o gezdirdi anılarıyla komutanları…

      “Türkiye’de СКАЧАТЬ