Evin altını üstüne getirip, iki kitaplığın ve çalışma masasının, yine başka ufak tefek şeylerle giyim kuşamların bulunduğu odayı kapatıp kapısını kilit ile kilitlediler.
“Bizim iznimiz olmadan açmayacaksınız!” diye emrettiler.
“Haydi, çabuk hazırlan!” diyerek ne giyeceğini ne yapacağını bilemeyip şaşkına dönen Mukan’ı iyice telaşlandırdılar.
“Şimdi ben ne diyeyim? Dilerim Tanrı tekrar görüşmeyi nasip etsin! Çocuklara iyi bak!” diyerek kolları arkasında bağlanıp asker görünümlülerin önüne düşen kocası gecenin karanlığında kaybolup gitti. “Halk düşmanı”, “Halk düşmanı” diyerek radyodan gece gündüz çığırtkanlık yaptıkları düşmanı Marguva kendi gözleriyle hiç görmemişti. İşittiğinde tüylerini diken diken eden, korku uyandıran bu düşmanın, Tanrı’nın sopasını yediğinde, kendi örtündüğü yorganının altından çıktığını gören hayretler içindeki Marguva birdenbire yere yığılıverdi. Eli ayağı buz kesti, vücudu kasılıp kaldı. Üç çocuk üçü birden feryat figan ediyordu. Evin içi ağıt yas… Marguva bunu duymuyordu.
Baygın olarak ne kadar yattığını bilmiyordu. Bir süre sonra ayıldığında ağlamaktan yorgun düşen küçük çocuklarının her birinin bir tarafa uyuyup kaldıklarını gördü. “Allahım, yavrularım benim!” diyerek Marguva güçlükle yerinden kalkmaya çalıştı. Birazcık kendine gelip onlara baktı ve bir süre olduğu yerde sessizce kaldı. “Bu talihsiz yavruların hâli şimdi ne olacak? Bundan sonra onlara hiçbir zaman kurtulamayacakları ‘halk düşmanının çocukları’ damgası vurulacak. Kime gidip derdimi anlatacağım, kimden merhamet dileyeceğim?” Çocuklarının ahvalini düşünmek çok can acıtıcıydı. İçini büyük bir üzüntü kapladı, sanki bu acı içini alev alev yakıyordu. Nereden geldiğini anlamadığı bir ürperti bütün vücudunu sardı, sanki etrafında soğuk bir rüzgâr esiyormuş gibi titremeye başladı.
Yerinden kalktı, üzüntü içini alev alev kavuruyordu, ağlıyordu. Çocuklarını sırayla yerden kaldırıp yataklarına yatırdı, hıçkıra hıçkıra ağladı. Eli ayağı hiç tutmaz olmuştu. Bütün gücü kuvveti de sanki kocasıyla birlikte gitmişti. Çocuklarına bakıyor ağlıyor da ağlıyordu. O sıradaki ağlayıp feryat figan edişi, eğer Tanrı var ise kesinlikle Tanrı’ya ulaşmıştır diye düşündü. “Babalı yetim olmaları için bu çocukların ne günahı vardı? Mukan’ın suçu neydi?” diye ağlıyordu. Ama ağlamaya da takati kalmamıştı.
O dönemde Kaysar beş, Jiger üç yaşındaydı, Medet ise altı aylıktı henüz annesini emiyordu. Ağlayıp ağlayıp ne yapacağını bilemeyen Marguva’nın zihninin derinliğinde bunların artık yeryüzündeki anaları da, sığınacakları da kendisi olduğunu, kendisinden başka güveneceği hiç kimsenin kalmadığını anlatırcasına garip bir düşünce belirdi. Bu düşünce yavaş yavaş onu kendine getirdi, deminki çaresiz ruh halinden silkindi, ağlamayı bir kenara bıraktı. Ne yapmak gerektiğini, kimlerle haberleşip kimlere akıl danışacağını düşünmeye başladı. Marguva bu güne kadar ev işlerinin dışında başka hiçbir işe kafa yormamıştı. Dışarı işleri erkeğin sorumluluğundadır diye düşünmüştü daima. Bu sebeple o hayatta tamamen kocasına sırtını dayamış olarak yaşıyordu. Şimdi ne yapmalıydı? Kocası döner mi dönmez mi? Ölü mü, diri mi? Kocası aklına geldiğinde az önceki güçlü ruh hâli birden bozuluverdi, yine içini teessür kapladı, morali bozuldu.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Marhuma, akademisyen âlim, tenkitçi Muhamedcan Karatayev’in yetmiş yaşına kadar evlilik sürdürdüğü sevgili eşidir. Kovuşturma ve sürgünlerin yaşandığı en çetin dönemde Sibirya’nın uzak köşelerine sürgüne gönderilen kocasının ardından giden, onun çilesine ortak olarak kader yoldaşlığı yapan sadık yâridir. Bu eserde kahramanların adları edebî esere uygun olması açısından Marguva ve Mukan olarak değiştirilmiştir (yazarın notu).
2
Müşel: On iki hayvanlı Türk takvimine göre her on iki yıllık devre bir müşel olarak adlandırılmaktadır.
3
Tündik: Keçe çadırın tepesinden güneşin girmesine ya da dumanın çıkmasına yarayan açık kısım.
4
Kerege: Keçe çadırın ahşaptan portatif iskeleti.
5
Ala ipten atlamak tabiri Kazaklarda birinin hakkı olana el uzatmak, birine saygısızlık yapmak gibi anlamlarda kullanılır.
6
Kazak yazar Beyimbet Maylin’in kaleme aldığı bir hikâyedir.
7
Kazak Türkçesinde Kün Kösem “Güneş Lider” demektir ve Lenin’i ifade eder. Bahsedilen şehir eski Leningrad, şimdiki St. Petersburg şehridir.
8
Kazaklarda bebek doğduğunda yapılan geleneksel tören, doğum toyu.