Название: Gün Biterken
Автор: Oğuz Atahan Başaran
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6981-88-1
isbn:
Birden bana döndü. Gözlerinden yaşlar geliyordu. Yanına gittim ve onun gibi çömeldim. Neden ağladığını anlayamıyordum ama duygularım altüst olmuştu. Ne yaptığımı bilmeden elini tuttum. “Alt tarafı bir fidan… Yenisini dikmeniz için size yardım edebilirim,” dedim. O an elini elimden hemen çekti.
“Gerçekten mi!” dedi alaycı bir ifadeyle. “Neden peki?”
“Çünkü sizi seviyorum!” diye ağzımdan kaçırıverdim. Dediklerime kendim de inanamadım. Bu sözü gerçekten söylemiş miydim? Ne kadar beceriksizdim. Pat diye söylenir miydi böyle! Genç kız ayağa kalktı ve ben utançtan kızarırken çok ilginç şeyler anlattı.
“Epeydir dolaşıyorum. Şehirleri, kasabaları hatta köyleri… Sanırım hiçbir yer beni kabul etmiyor. Henüz böyle düşünmemin sebebini size açıklayamam. Zaten söylesem de anlamazsınız. Fakat toprağına diktiğim bir fidan hayat bulana dek o yerin beni istemeyeceğini, orda mutlu olamayacağımı biliyorum. Bir çeşit lanet gibi ama belki de benim için hayırlı olan evi bulmamı sağlayacak. Yani ancak bu ağaç yaşarsa ben de burada kalabilir ve size olumlu bir cevap verip vermemeyi düşünebilirim.”
Kız aramızdaki ilişkinin geleceğini bir anda yeşerip yeşermeyeceği belirsiz bir fidana bağlayarak apartmana dönmüştü. Giderken gözlerinden yaşlar akmaya devam ediyordu. Peki, ben şimdi ne yapacaktım? Eğer ağaç bir canlılık belirtisi gösterirse kız burada kalacaktı. Bunu çok istiyordum. Öte yandan, bu kızın aklı yerinde değil gibiydi. Eğer kalmak isterse kalırdı. Eğer bana yâr olmak isterse olurdu. Bir fidanın verimsiz bir toprakta yetişmiyor oluşu onun suçu değildi ki! Sebebi ne olursa olsun yine de kararımı vermiştim.
Kızın ilk zamanlar yaptığı gibi ilgilenmeye başladım fidanla. Bilenlere danıştım. Kitaplardan yardım aldım. Kız her şeyi gerektiği gibi yapmıştı. Yeterli genişlikte bir çukur açmış, doğru mevsimde dikmişti fidanı. Etrafında küçük bir sulama çukuru, rüzgârda eğilmemesi için ona destek olan iki hereği vardı. Araştırdıkça kızın bu işi iyi bildiğini anladım. Bu fidan muntazam dikilmişti. Belki fidanın kendisinde sorun vardı. Bir süre bekledim. Sonra her şeyi göze alarak, aklımdan geçeni yaptım ve ağacı başka bir fidanla değiştirdim. Bunu bir gece vakti yapmıştım. Kızın fark etmesi mümkün değildi. Boyu ve çıkıntıları neredeyse birbiriyle aynıydı ve ne zamandır onunla ben ilgilendiğim için diğer değişiklikleri de umursamayacaktı. Yalnız bu kez tavsiye üzerine çabuk büyümesi için toprağını biraz gübreyle karıştırmış, sulama çukurunu geniş yapmış ve eskilerini sökerek yeni herekler bağlamıştım. Birkaç haftaya fidan tomurcuklanınca, kız nasıl yaptığımı soracaktı muhakkak. O zaman da bu değişikliklerden bahsederek diktiği fidanın canlandığına inanmasını sağlayacaktım. Fakat beklediğim gibi olmadı. Fidan önceki gibi sadece bir odun olarak kalmaya devam etti.
Kız toparlanmaya başladığını söyledi bana. Yakında gidiyormuş. “Nereye?” diye sordum. “Diktiğim ağacın yeşereceği bir yere,” dedi. Sonra aklıma bir cin fikir daha geldi. O gün gidip yeni bir fidan aramaya koyuldum. Tomurcukları, minik yaprakları hatta birkaç çiçeği üzerinde olan bir tane bulduğumda dünyalar benim olmuştu. Gündüzleri bu fidanı eskisiyle değiştirmem mümkün değildi. İşin kötüsü kız eşyalarını bir an önce toplamak için geceleri de çalışıyor, ışığı sabaha kadar açık kalıyordu. Ağacı değiştirdiğimi görmesi hiç iyi olmazdı.
Birkaç gün böyle geçti. Evimin kapısı çaldı. O gelmiş… Yarın gideceğini, gelip eşyalarını kiraladığı kamyona yüklemesi için yardım edip edemeyeceğimi soruyordu bana. “Tabi!” dedim gönülsüzce “Ama acele etme, belki bir mucize olur.”
Alaycı bir şekilde gülümsedi. Oysa ben bir mucizenin gerçekleşeceğinden emindim. Çünkü o gece kızın evinin ışıkları hep sönük kaldı. Tam zamanıydı. Elimde fidanımla bahçeye çıktım. Eskisini söküp çiçekli olanı diktim yerine. Her şey mükemmel görünüyordu. Kız artık burada kalabilirdi. Bana olumlu bir cevap verebileceğini söylemişti. Demek beni az da olsa beğenmişti. Kim bilir belki evlenirdik; aynı evde yaşardık; çocuklarımız olurdu.
O gece heyecandan sabaha kadar uyuyamadım. Güneş doğarken uykuya dalabildim ve bu yüzden çok geç uyandım. Gözümü açtığımda vakit öğleye yaklaşıyordu. Birden yataktan fırladım. Taşınırken kıza yardım edecektim. Nasıl da unutmuştum! Fakat unuttuğum başka bir şey daha vardı. Kızın taşınmasına gerek yoktu ki artık. Fidanın çiçek açtığını görmüş, evinde sevinçle oturuyor olmalıydı. Belki de bahçede oturuyordur. Orada beni bekliyordur.
Hemen pencereye çıktım. Gördüğüm manzara inanılmazdı. Gerçek miydi, hayal miydi emin olamıyordum. Bahçeye koşarak gittim. Küçük fidanın çiçekleri bir gece de solmuş, minik yaprakları kurumuştu.
Kız eşyalarını yüklediği kamyonuyla çoktan apartmandan ayrılmıştı. Burada bir aydan biraz fazla kalabilmişti. Tuhaf ama adını bilmiyorum. Tuhaf ama hiçbir komşumuz onu tanımıyor, nereye gittiğini bilmiyor. Sanırım onu bir daha hiç göremeyeceğim.
(Avrasya Yazarlar Birliği Edebiyat Akademisi Hikâye Atölyesi, 18.03.2011)
İKİ GENÇ
Hasta adam aniden gözlerini açtı. Vücuduna bağlı sayısız kabloyla bir hastane odasında yatmakta olduğunu fark etti. Çok yorgun hissediyordu kendisini. Uyumak için yine kapattı gözlerini. Dört yıldır uyuduğunu bilmiyordu.
Yatağın hemen yanındaki bir sandalyede kollarını göğsünde kavuşturmuş, başı öne düşmüş, uyuklayan bir kız vardı. O da birden uyandı. Yatakta kıpırtısız yatmakta olan adama baktı. Az önce gördüğü, ona geçmişi hatırlatan rüyayı, sonra da geçmişi düşünmeye başladı.
Birbirlerini deli gibi seven iki genç beş yıl önce nişanlanmışlardı. Bundan bir sene sonra büyük bir kaza oldu. Birlikte, otomobilleriyle giderken karşıdan gelen başka bir arabayla çarpıştılar. Şimdi ikisi de buradaydı: Biri sandalyede oturuyor, diğeri dört yıldır bitkisel hayat yaşıyordu.
Kız, kazadan bir hafta sonra kendisine geldi. Nişanlısının da iyi olacağına olan inancını bir an bile kaybetmedi. Başında bekleyip durdu. Bir ay, iki ay, üç ay… Doktorlar artık adamın iyileşeceğine inanmıyorlardı. Hiç kimse inanmıyordu. Önce doktorlara karşı çıktı kız. Sonra ailesine, sonra herkese… Ne olursa olsun, onu bekleyeceğini söyledi.
Her gün gelip gitti hastaneye. Her gün onunla konuştu. İlgisine karşılık veremedi genç adam. Orada öylece yatıyor, makinelere bağlı sürdürüyordu yaşamını. Tabi buna yaşamak denirse! Sadece uyuyor, gülmüyor, kızmıyor, anlamıyordu. Kız yine de vazgeçmedi onunla konuşmaktan. Ona kitaplar okudu, şarkılar dinletti. Dünyada olup bitenleri anlattı. Dört yılda o kadar çok şey olmuştu ki; öyle ilginç, öyle güzel, öyle korkunç… Bir dolu iyi kötü şey yaşanmıştı. Bunların hepsini anlattı ona. Yorulmadan, bıkmadan her gün yaptı bunları.
Genç adam hiç bir tepki vermedi. Kız, yine de onun kendisini duyduğuna inanıyordu. Kazadan bir yıl sonra kıza yeni görücüler çıkmıştı. Herkes onun СКАЧАТЬ