Название: Tanrı Dağından Sesler
Автор: Samet Azap
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6494-39-8
isbn:
Çizgileriyle çalışmama ruh veren
‘Sanatının 45. yılı’ hatırasına
Garip Kafkaslı’ya ithaf edilmiştir.
Önsöz
Edebiyatın hikâye, şiir ve roman gibi türleri, estetik bir doyum vermesi yanında; bireyin kendi olma serüvenine ivme kazandıran, varoluş meselesine çözüm önerileri sunan bir sağaltım sürecini kapsar. Yazarlar, içinde doğdukları toprakların sesi olurken, kendi büyümeleri ekseninde edebi metni toplumun aksayan veya çürüyen yönlerine çözüm bulmak için kullandıkları bir vasıta olarak da görürler. Çeşitli bilimlerle disiplinlerarası ortak bir paydada buluşan edebiyat, özellikle psikoloji, felsefe ve sosyoloji ile edebi malzemenin merkez noktası olan insan figürünün deneyimleri noktasında buluşarak toplumsal hafızanın deposu gibi işlev görür. Bu çerçevede Türk dünyası yazarlarının yaşadığı zamanlar göz önünde bulundurulduğunda, acının, sansürün, sürgünlerin ve ötekileştirme süreçlerinin yazarların belleğinde derin tahribatlar bıraktığı gözlemlenir. Bu belleksel tahribat, yazarların algı dünyasını şekillendirirken eserleri vasıtasıyla geleceğe bir seslenişe yol açar.
Çarlık Rusyası zamanında yürütülen işgal ve iskân politikası sonucu topraklarını ve yakınlarını kaybeden, varlık alanları tahrip edilen Türk dünyası halkları, Sovyetler Birliğinin kurulması sonucunda, Cengiz Aytmatov’un deyişiyle “başlarına ideolojik şire geçirilerek mankurtlaştırılmaya” çalışılırlar. İlminsky önderliğinde yürütülen Ruslaştırma politikası sonrasında köklerinden koparılmak istenen halklar, Rusça’yı resmi dil, Rus kültürünü üst kültür, Hristiyanlığı ise dinsel dönüştürme projesi olarak deneyimlerler. Türk dünyası halkarının kendi dilinden ve kültüründen uzaklaştırılmak istenmelerine karşı ayakta kalan bir kısım aydın kesim, kendi halkının acılarını ve yaşanan bölünme sürecinin sıkıntılarını kısmen Stalin’in ölümü, kısmen 1985 açıklık ve yeniden yapılanma sonrası ve nihayet bağımsızlık sonrası dönemlerde geleceğe taşıyabilmişlerdir. Türkistan coğrafyasında yazılan eserler bu anlamda “öznenin yaşadığı yıkımı” aktarmada önemli bir göreve sahiptir.
Sadece Türk dünyasının değil dünyanın çeşitli milletlerinin yakından tanıdığı Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un eserleri, yaşanan ötekileştirme sürecini simgelerle anlatmada öncüdür. Söz konusu Elveda Gülsarı romanında atın ayağına vurulan pranga, Türk halklarına vurulan esaret prangasıyla aynı düzlemde değerlendirilir. Yine aynı coğrafyada mekânın darlaştığı anlara şahitlik eden Aşım Cakıpbekov’un bir atın hayatını anlattığı hikâyesinde de Aygaşka’nın ayağına vurulan zincir, aynı anlayışın tezahürüdür.
Kazak coğrafyasına gidildiğinde, Kazak yazar Muhtar Avezov’un “Kökserek” hikâyesinde kurdun köpekleştirilmek istenmesi ile Türk halklarının “mankurtlaştırılmak” istenmesi arasında benzerlik vardır. Kazak yazar Sabit Dosanov’un “Beyaz deve” hikâyesi dikkatlice incelendiğinde yavrusundan uzaklaştırılan dişi devenin çığlığı ile oğlunu Rus-Almanya savaşında kurban eden Kazak bir annenin sessiz çığlığı arasında bir fark olmadığı görülür. Azeri coğrafyasının gelecek algısını şekillendirmede meşale görevi gören Elçin’in eserlerinde simgenin arkasına gizlenme değil, açık açık Stalin’e eleştiri yapıldığı gözlemlenir. Örneğin “Stalin’in ölümü” hikâyesinde Stalin’in ölümü karşısında gözyaşı döken Fatma Kadın’ın iki oğlunu ve kocasını Stalin’e kurban etmesine rağmen bu kanlı diktatör için neden gözyaşı döktüğü sorgulandığında edebî metnin ve yazarın niyetinin yerine ulaştığı anlaşılır.
Bunun gibi örnekler çoğaltıldığı zaman, Türk dünyası yazarlarının eserlerinin dikkatle incelendiğinde geçmişte yaşanan katliamların, yönetim boşluğunun yarattığı infialın ve Rusların oynadıkları oyunların daha iyi anlaşılacağı aşikârdır. Geçmişini bilmeyen bir neslin geleceğini sağlam temeller üzerine kuramayacağı ne kadar açıksa, Türk dünyasında yıllardır sağlanmak istenen birliğin, birbirinden uzaklaşan Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Azeri, Tatar, Uygur vs. Türk halklarının dilini ve kültürünü bilmekten geçtiği de o kadar açıktır. İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçuralı ve Ayaz İshaki gibi aydınların sağlamaya çalıştığı dil ve kültür birliğinin hâlâ Türk dünyası halklarının farklı alfabelerler kullanmaları nedeniyle kısa vadede gerçekleşmeyeceği aşikârdır. Bu bakımdan öncelik çeviri eserlere verilmeli, söz konusu Kazak, Kırgız, Özbek, Tatar, Azeri, Uygur vs. edebiyatlarına yön veren yazarların eserleri Türkiye Türkçesine; Türk edebiyatına yön veren yazarların eserleri de diğer lehçelere aktarılmak suretiyle ortak bir algı oluşturulmaya çalışılmalıdır. Bu bakımdan Türkiye’de sayısı hızla artan (toplamda yirmi bir üniversitenin on yedisinde öğrenci kabul eden) Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları bölümünün varlığı böyle bir çalışma içine girmeyi önceler niteliktedir.
Bu konuda son yıllarda sayıları artsa da yapılan çevirilerin yeterli düzeyde olmadığı açıktır. Bu kitabın oluşması da böyle bir eksikliğin hiç olmazsa Kırgız edebiyatı sahasındaki yönüne dikkati çekmek içindir. Kırgız edebiyatı denilince akla gelen ilk yazarın Cengiz Aytmatov olması doğaldır. Kırgız yazarları da bunu kabul etmektedir. Birçok Kırgız yazarın eserinin ön sözünü Cengiz Aytmatov’a yazdırması onun diğer yazarlarca öncü kabul edildiğini kesinler. Ancak Türkiye’de neredeyse adları bile duyulmayan diğer yazarların da Tanrı Dağlarının büyülü atmosferinden etkilendikleri, yazarları ve eserlerini tanıdıkça yakından anlaşılır. Aytmatov kadar olmasa da Kırgız edebiyatına yön veren hikâyeleri, romanları ve şiirleri ile bir nesle öncülük eden yazarlar dikkat çekici eserlere imza atmışlardır.
Erasmus değişim programına arternatif olarak kurulan Mevlana Değişim programının ilk doktora öğrencisi olarak 2012-2013 eğitim-öğretim döneminde 6 ay süreyle bulunduğum Kırgızistan-Türkiye Manas Üniversitesi’nde Çağdaş Kırgız edebiyatına yön veren yazarlarla yapmış olduğum röportajların bir araya getirilmesinden oluşan bu kitap, yazarların kendi ağzından hayat hikâyelerine eserlerine ve öne çıkan özelliklerine dikkati çeker.
Röportajlarda öncelikle yazarlar hakkında ayrıntılı bir araştırma yapılmakla birlikte Türkiye’de bu konuda neredeyse hiç çalışma yapılmadığı gözlemlenmiştir. Söz konusu yazarlardan Cengiz Aytmatov dışında yazarların eserlerinin de çoğunlukla Türkiye Türkçesine aktarılmadığı anlaşılmıştır.
Röportajların içeriği hakkında bilgi vermek gerekirse, Kazat Akmatov’un Cengiz Aytmatov’un kırk yıllık dostu olduğu ve Aytmatov’un, eserlerini yazdığı ilk andan itibaren Kazat Akmatov’a düzelttirdiği bilgisi benim için yeni ve ilginçti. Öskön Danıkeyev’in ilk yazdığı öyküsü “Kızın sırrı”nın, devrin sosyal ve siyasi yapısını açıkça tenkit etmesi dikkat çekiciydi. Keneş Cusupov’un Kırgız tarihini anlattığı 6 ciltlik eseri neredeyse kimse tarafından bilinmiyordu. Beksultan Cakiyev’in “Dünya halklarının destanları topluluğu”nun temsilcisi olduğunu, Manas destanının felsefi ve sosyal çıkarımlarının Kırgız halkı tarafından bile yeterince anlaşılmadığı bilgisi önemliydi. Roza Aytmatova’nın Cengiz Aytmatov üzerine yaptığı samimi açıklamalarda, Aytmatov’un yazdığı hikâyelerinden en çok beğendiği “Deniz kıyısında koşan ala köpek” hikâyesi olduğunu öğrenmek bir kez daha okumamız gerektiğini gösterdi. Raykan Tölögönov’un babası Tölögön Kasımbekov’un gençlik anılarını Kırgızların Beyaz Sarayında dinlemek ayrı bir tecrübeydi. Daha da çoğaltarak kitabın içeriği hakkında merak duygusunu azaltmak istemediğim için gerisini sizin okuma serüveninize bırakıyorum.
Röportajlar yapıldığı zaman hayatta olan ve okurların diğer yazarlar gibi sıcakkanlılıkla bizi evlerinde kabul eden Kazak Akmatov ile Öskön Danıkeyev’in sonradan hayatlarını kaybettiklerini üzüntüyle öğrendim. Onları rahmetle anıyorum. Bu yazarların birer birer aramızdan ani ayrılması СКАЧАТЬ