Название: Aşağılananlar
Автор: Zeyneb Biişeva
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6981-65-2
isbn:
“– Hatırlıyor musun bu anlattığımı gelin?”
Seğüre yenge dalgın gözlerini uzak geçmişine dikip hâlsizce gülümsedi. “– Evet öyle. Öyle demiştin yenge. Çok tombul, çok güzel doğdu kızcağızım. Hatta ben sonra ikiz olur diye korkmuştum ama böyle güzel bir kız doğunca çok sevinmiştim. Babası da sevinmişti.”
Onun bu sözünden sonra Sıvakay nine daha da coşup geçmişini hatırlatmaya çalıştı.
“– Sonra nasıl çabuk büyüdüğüne bakın. Üç ay sonra ablası elinden tutup oynatmaya başladı. Dört ay sonra oturdu. Seğüre gelin onu eskilerin dediği gibi altı ay sonra kucağından bıraktı, yedi ay sonra elinden tuttu. Yaşı dolduğunda kızcağızı konuşmaya başladı. Böyle oldu değil mi gelin?”
Seğüre yenge derin bir of çekerek:
“– Evet, yenge öyle, öyle olmuştu…”
Uzun koyu kirpiklerinin arasından cıva gibi yuvarlak, parlak yaş damlaları çıktı, bir deri bir kemik çenesinin kenarından mindere doğru düştü.
“– Evet, böyleyken ona nasıl nazar değmesin?” deyip sözüne devam etti Sıvakay nine.
“– İşte, şimdi dört çocuk. Ama boy da akıl da yedi yaşındaki Yeneş’te daha yerinde!”
“– Öyle. Doğru. Nazar değdirirler” dedi nineler.
Böylece nazar değmesinin doğruluğu şüphesiz ispat edilince söz kimin gözü değdiği konusuna geçti. Sıvakay nine bunda da başkalarından akıllılığını gösterdi.
“– Herkesin değil ihtiyar Şehit’in gözü değmiştir” dedi sözü kesip. Sonra kendine de ninelere de bir kez daha sıcak çay yapıp ispatlarıyla onun gözünün değdiğini doğrulatmaya çalıştı.
Bibekey ile Gölkey’in büyükbabası olan ufak tefek, zayıf, çelimsiz, çevik, ustalık yapan ve nükteli konuşan ihtiyar Şehit’e “Serçe Şehit” diyorlardı. Hatta bu lakap onun bütün soyuna yayılmıştı. Şehit soyundan olan bütün kişilere “Serçeler” derlerdi. Bu lakap Şehit dede neslinin ufak tefek, çelimsiz, ama becerikli oluşlarından ve ellerinden her iş gelişinden sevgi belirterek eklenmişti, bu yüzden kimse sinirlenmezdi. İşte bu Serçe Şehit dede şimdi seksen altı yaşında olduğuna bakmaksızın sabah şafaktan gecenin karanlığına kadar hiç durmazdı. Balta ustasıydı. Kapının önünde, bir köşede duran tezgâhında gün boyunca kesip biçerek bir şeyler yapardı. Yanında her zaman yeni yapılmış bir elek, kap, kürek, ağaç, fıçı dururdu. İhtiyar Şehit’in oğlu ve Gölkeylerin babası olan Şahimurat ağabey de ona ormandan ihtiyacı olan ağaçları getiriyordu. Pazar gelince de hafta boyu yaptığı bu kürekleri, hamutları dar, uzun göğüslü orman arabasına yükleyip, pazarda satarak her hafta un, çay, şeker ve diğer levazımları alıp gelirdi. İhtiyar Şehit pazara gitmezdi. Hatta oğluna:
“– Çok mu sattın, neler aldın?” diye de sormazdı. Onun ilgisini işin kendisi, budayıp keserek ihtiyaç gereçleri yapmak çekiyordu. Ama küçük Yemeş her zaman gidip, ihtiyar Şehit’in usul usul türkü söyleyerek iş yapışını ilgiyle izlerdi. Şehit dede de Yemeş’i yaşından büyük davrandığı ve çok bilgili olduğu için seviyordu. Anneleri hasta, hayatları zor olduğu için ona acıyordu. Her geldiğinde fıkra anlatıp, oyun oynayarak onu avutmaya çalışıyordu.
“– Hey, kızım, senin bu elbisen dokuma. Zengin Kormoş’un çirkin kızı Ğilmekey hep satenden, ipekten giyiniyor. Niye öyle? Sana da lazım o güzel elbiselerden kızım” dedi.
Yemeş belli etmek istemeden:
“– Benim elbisem dokuma değil, ipek” diye ısrar etti.
Annesinin bekârken çeşitli iplerden işleyip nakışlayarak Baygilde ağabeye hediye ettiği, bugün bile sandığın dibinde duran ipek keseyi gördüğünden beri gönlünde en güzel şeyin o ipek olduğu kalmıştı. Bu onun dilinde en büyük övgü sözcüğüydü.
“– Dokuma işte, bıraksana kızım” diye ısrar etti Şehit dede.
“– Değil. İpek ipek! Benim elbisem, eşarbım, kazağım, annemin diktiği gacır gucur eden çizmem bile ipek!” dedi Yemeş. Daha da cesurca ihtiyar Şehit’in cübbesinin kollarından ve kara bağcığından tutup çekti:
“– Dede senin cübben kendir dokumadan. Kendir dokuma cübbene bıçkı küçüğü iliştirerek kirletiyorsun. Hanımınla kavga edersiniz” dedi.
İhtiyar Şehit Yemeş’in cevaba şaşırmamasına sevinip kıs kıs diye güldü.
Bazen işten yorulup mola verdiği zaman Yemeş’e hikâyeler anlatıyordu. Yemeş daha çok “Keçi ile Kurt”
hikâyesini dinlemeyi seviyordu. O hikâyenin melodiyle söylenen kısmı daha bir güzel geliyordu.
“Nine ile dede,
Horul horul uyuyor,
Yanlarında bir çocuk.
Ahırdaki beş keçi,
Hırt hırt çiğniyor,
Saraydaki alacalı tay,
Bağıra bağıra kişniyor.
Girişteki kudurmuş enik,
Ilgıt ılgıt uluyor,
Beş keçinin beşini de,
Yemeye çalıştı beni de!
deyip ahenkli ahenkli, aç kurt diye uzatarak koşma söylüyordu Şehit dede. Yemeş de ses çıkarmadan dinleyerek onun yanında oturuyordu…
Sıvakay nine onları bu hâlde pek çok kez görmüştü. İhtiyarın hayranlıkla:
“– Vah vah, kurnaz bir çocuk olacak bu Yemeş. Erkek olsaydın bir yiğit çıkardı senden. Kız olarak ziyan olmuşsun” diye söylediğini de duymuşluğu vardı. Şimdi bunları hatırlayıp korkarak:
“– Onun gözü değmiştir” diye tekrarladı.
“– Öyledir, öyledir. Onun gözü çok keskin. İnsanı geçerken görür, dümdüz deler gibi bakar o” dedi diğer nineler de. Sonra hiç vakit kaybetmeden ihtiyardan bir yama alıp yakarak Yemeş’e koklatmaya karar verdiler. Ertesi gün sabah erkenden Sıvakay nine Şehit dedelere geldi. İhtiyar bu sırada her zamanki gibi gamsız gamsız terennüm ederek, sıcaktan kuruyup çatlamış fıçısına yeniden СКАЧАТЬ