Ah, neydim; bak ne oldum ben. Hiç aklıma gelir miydi o cennet yerlerden ayrılacağım, buralara, kendimi bir yalnızlıklar dünyasında bulacağım? Yeniden “bambaşka bir dünya, bambaşka mekânlar içinde, hiç de senin anlayışına uymayan anlayışlar-bazıları müstesna-tamamen zevksiz insanlar; harika bir tablonun önünden rastgele geçerken – kayıtsızca- ayol, bu da neymiş böyle, diyerek küçümseyen bakışlarla gelip geçen insanlar…
Ama şu “alışmak” var ya alışmak; kimi zaman hayatımızın önünü açan, çoğu zaman da bizi olduğumuz yerde bırakan, yozlaştıran, ilkelleştiren bir etken olup gidiyor. Canım, görmüyor muyuz bazı şeyleri; bir Güzel Helen’in o çukur bir ovada-ardında deniz, yelkenli savaş gemileri-savaşan askerlere hüzünlü bakışını, sevgili Paris’i Menelaos tarafından öldürülecek korkusuyla kalbinin duracağını hissetmesiyle oralara bıraktığı “güzelliklerin” hala yaşadığını, şimdiki insanların ise aynı topraklar üzerinde karaçalı ile örülmüş avlular içinde yaşadıklarını…
“Ben iyi miyim Allah aşkına?” Nedir iyi olmak; insan acılardan, çilelerden kaçabilir mi temelli? Mümkün değil. Biz zaten baştan acılarla, iyiliklerle, güzellik ve çirkinliklerle yoğrulmuşuz. Zaman zaman bunlardan biri nükseder, kimi sevinçten uçar, pespembe bulutlar içinde görürüz kendimizi, kimi “Makber”in içinde bir bakarız ki “Her Yer Karanlık…” Kim okur bu acıklı şarkıyı içimizde, bizi kimler üzer böyle; şaşar kalırız da elimizden oturup günlerce ağlamaktan başka bir şey gelmez.
Sonra o sevdiğin, yuva kurduğun adamla geçirdiğin tatlı günler, çay bahçelerinde karşılıklı çay içmeler, hemen yanınızda “geleceğinizin umudu” çocuklarınızın neşeli koşuşturmaları, salıncaklarda sallanmaları… Geride, doğup büyüdüğün, en güzel yıllarını geçirdiğin –şimdi yabancı olmuş- o ülkede bıraktığın öğrencilerin, onların sevinçleri, hayalleri; acaba ne oldular ne gittiler hüzünleri… Yoo, hayat “geçmişten” bir kopuş olamaz, iç içedir o bizimle, bazıları silinmiş gibi görünse de bir bakarız ki izleri kalmış… Düşlerimiz arasında bir komşu kadının kuzularını gütmesi bir bayırda ya da yüksek bir tepenin korkunç uçurumları arasında korkusuzca uçan bir kartal.
Abe siz beni sadece güzel, güneşli havalarda sırtında örme yün hırkası, balkonda tek başına çayını içen, sokaklardaki kalabalıkların içinde hayalen gezinen “ak saçlı yaşlı bir kadın” olarak mı görüyorsunuz? Ben, o gösteri solanları ya da alanlarında Bulgar Folklor Oyunlarının gözde dansçılarından biriydim bir zamanlar. Klasik bir dansçıydım ben… Bilmeseniz, bilip tanımasanız beni, “bu kadın hangi klasik dans grubunun bir elemanı acaba,” diye sorardınız kendinize… Balkan Müziğinin o çılgın, hareketli, coşkulu müziğini bilirsiniz. Bazen yine o parfüm kokan, her yanı pırıl pırıl, seçkin bay ve bayanların bulunduğu zengin görünümlü, içi hareketli müziklerle coşan salonlarda partnerimin kolları arasında adeta uçardım. O ritmin içinde coşan ölçülü ve kıvrak, biraz da seksi hareketlerim erkeklerin zevkli, kadınlarınsa kıskanç bakışları arasında daha da coşar, ardı arkası kesilmeyen alkışlar arasında mutluluktan uçardım. Ne sandınız siz beni? Cıvıl cıvıl çocuk seslerinin doldurduğu, bu sefer bahçelerinde Bulgar bayrağı değil de “Ay-yıldızlı” bayrağın dalgalandığı okullarda her sabah “Andımız” okunurken gözlerime dolan o hasret, gurbet yaşlarını siz nereden bileceksiniz? O minimini çocuklarımın ayakkabı iplerini bağlamalarım, bazılarının saçlarını yeniden taramam, korktukları zaman eteğimin altına saklanan çocuklarımdan haberiniz var mı?
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.