Çağdaş Hakas Edebiyatı. Ekrem Barak Arıkoğlu
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Çağdaş Hakas Edebiyatı - Ekrem Barak Arıkoğlu страница 5

Название: Çağdaş Hakas Edebiyatı

Автор: Ekrem Barak Arıkoğlu

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-31-7

isbn:

СКАЧАТЬ target="_blank" rel="nofollow" href="#b00000195.jpg"/>

      (1919-1979)

      İ. Kotyuşev, 1919 yılında Şira bölgesinin Nımırhalar köyünde doğdu. Genç yaşta öksüz kaldı. Halk türkülerine olan sevgisi, küçük yaşta şiire ilgisinin artmasını sağladı. 1938 yılında başlayan şiir yazma hayatı ölümüne kadar sürdü. “Hızıl Aal” gazetesinin muhabiri olarak çalıştı.

      Kotyuşev, lirik Hakas şiirinin üstadı sayılabilir. Şiirinde insanlarda meydana gelen düşünce değişikliği, hayata giren yeni şeyler, teknik gelişmeler, şehir hayatını ilginç yönleri, köy hayatındaki değişiklikler başlıca konular olmuştur. “Kök Porçolığ Çazı” adlı romanı almanakta tefrika edilmiştir. Kotyuşev kısa hikâyeler de yazmıştır. Fakat o, halk arasında şair olarak ünlenmiştir.

      Eserleri: Ah Üüs (Şiirler), Abakan, 1948. Purgınnığ Ağın (Şiirler) Abakan, 1953. Suğ Hazında (Şiirler), Abakan, 1956. Kayaktın Tülgüzi (Çocuk Şiirleri), Abakan, 1959. Tastağı İster (Şiirler), Abakan, 1963. Stihtar (Şiirler), Abakan, 1970.

      Kaynakça: Pisateli i Hudojniki Hakasii, Abakan, 1997. s. 18-19. Hakasskie Pisateli, Abakan, 1999, s. 35-47. Topanov, G, İ. Kotyuşevtin “Purgunnığ Ağın” Çıındızına Retsenziya, Hızıl Aaal, 1955, 16 Yanvar. Karamaşev, V, İ. Kotyuşevtin Poeziyazı Paza Folklor, Hakasiya Ottarı, 1957, No: 7, s. 98. Çebodayev M. Ah Üüs Kögçizi (50 Çazında), Ah Tashıl, 1969, No: 17. Kirbijekov U. Ah Üüs Kögçizi (60 Çazında), Ah Tashıl, 1979, No: 27, s. 85. Hakas Literaturazı 8 (Hazırlayanlar: Kirbijekova, U. N., Borgoyakova, M. P.), Ağban, 1998, s. 96-105.

SAĞANAK YAĞMURDA

      Yaz akşamı olduğu zaman, yüksek yar üstündeki obada gök gürültüsüyle yağmur yağmış, şimşek çakıp durmuştu. İki katlı taş ve bir katlı ağaç evlerin üzerlerine dik dik yağmur suyu düştüğü yerde dağılıp yayılıyordu. Gök gürültüsü işitiliyor, ardından yıldırım şiddetle düşüyor, şimşek sert çakıyordu.

      Şimşek çaktığında oba yanındaki tepede iki kişi göründü. Sarp yardan inen patika yoldan çıkıp gelmişlerdi. İki kişi, birbirine bağlanmış gibi birlikte yürüyorlardı. Önce onların erkek mi kadın mı oldukları anlaşılmadı. İkisi de börklü, su geçirmeyen pelerin giymişler, başlarını aşağı indirmişlerdi.

      Sonra birinin erkek diğerinin kadın olduğu çizmeleri görününce anlaşıldı. Birinin deri çizmesi uzun konçlu idi, diğerinin konçu daha kısa olan bir kadın çizmesiydi. Onların ikisinin de yanda boş kalan ellerinde el çantaları vardı.

      Erkek Karamaşev Ağbay’ın oğlu Çornap adında iri yarı biriydi. Onun kırışmış yağız yüzünde traşlanmış top sakalı bir uçtan diğerine ulaşıyordu. Kadın ise Tokmaşov Miro’nun kızı İliskecek idi. O, Ruslarınki gibi sarı saçlı, güzel yuvarlak yüzlü ve parlak kahverengi gözleriyle Hakas olduğu şüpheye düşülmeyecek şekildeydi. Çornap karşıda koyun duran yerde yaşamış, kolhozun koyununu otlatmıştı. İliskecek ise rayon merkezinde doktor olarak çalışıyordu. O, bu sene öğrenimini bitirip gelmişti. Henüz kocaya da varmamıştı.

      Çornap’ın on yaşındaki oğlu aniden bilinmeyen bir hastalığa yakalanmış, koyun çobanı yağmur yağmadan az önce doktoru evine getirmek üzere çağırmıştı. Oğlan daha önce de böyle hastalanıp iyileşmişti. Şimdi hastalığı yeniden nüksetmişti. Öncekinden daha kötü olmuş, karnı sertleşmişti. Annesiyle babası çocuklarının doktora götürülmesi gerektiğini anlamışlar fakat bu havada hastaneye nasıl götüreceklerini bilememişlerdi. Atı arabaya koşarlardı ama yakında geçit de yoktu feribot da. Çevreyi dolanıp gitmek ise uzun zaman alacaktı. Çocuk dayanamayabilirdi. Çornap çocuğu kucağına alıp götürecek olsa, göz gözü görmeyen karanlıkta, sarp yardaki patika yolda yürümesi çok zor olacaktı.

      Çornap, İliskecek’i tanıyordu. Onun anne babası Karamaşevlerle aynı köyde idiler. Çornap onun çocukluğunu bilirdi. Küçük belikli, onların ucuna bağlanan ak ipek kurdeleli bir kızdı İliskecek. İliskecek ortaokulu bitirdiği sırada, kardeşini taş kömürü madenine çalışmaya göndermişlerdi. Ailesi de oraya göçmüştü. Kız uzun boylu hafif kiloluydu. Yakın zamanda bölge hastanesine bir iş için gittiğinde, Çornap köyündeki bu kızla karşılaşmış, selamlaşmışlardı. Beraber öğle vakti yemek yemişlerdi. Birisi hastalanırsa, İliskecek onların hastaneye gelmesini, yardımcı olacağını söylemişti.

      Oğlu hastalanınca da Çornap, doğruca onun yanına gitmiş, işte şimdi İliskecek’i almış geliyordu. Doktor, koyun çobanının oğlunun nasıl hastalandığını, daha önce aynı hastalığa yakalanıp yakalanmadığını sorup öğrenmiş. Onun söylediklerini dinledikten sonra, acele etmiş. İliskecek’in güzel yüzü sert çizgilerle kaplanmıştı. Başka bir şeye bakmadan, gerekli malzemeleri hazırlayıp yola düşmüşlerdi. Böylece ciddi şekilde endişelendiği anlaşılmıştı. Çornap’la İliskecek yardan aşağı inen patika yola ancak ulaşabilmişlerdi. Ayakları altında su şarıldıyor, çamur cıvıklaşıyor, bu yüzden ayakları kayarak birbirlerine tutunarak zorlukla gidiyorlardı. Ayaklarının altında yer eriyor gibiydi. Yardan aşağıya kayıp düşecek gibi olsalar da güçlükle kendilerini toparlamışlardı. Patika yoldan çıkmamak için, yanlardaki taşlardan tutunuyorlardı. Yağmurdan ıslanan ellerine taşlardan sızan sular dökülüyor, tutundukları yerleri kayganlaştırıyordu.

      “Köyü böyle bir yar üstüne niçin kurarlar ki?” diye kendi kendine söylendi Çornap.

      “Oğlum, pek de güzel yetişti. Her şeyi, büyük insan gibi anlar. O, mutlaka büyümeli.” diye yüksek sesle konuştu.

      Bir şeyler söyleyen İliskecek’in sözü şimşek çakmasıyla kesildi. O sırada su kıyısındaki ağaçlar, onların arasındaki açık alan görünmüştü. O açık yerde, patika yolda bir şeyin başı göğe doğru uçar gibi yukarı dikilmişti. Şimşek çakması geçince kayığı suya doğru ittiler. Kayığın iki ucuna birbirlerine yüzlerini dönerek oturdular. Çornap kürekleri çekmeye başladı. Kürekler kayığın bir o yanından bir diğer yanından batıp çıkıyordu. Suyun şarıltısı, yaralı kuşun kanatlarını çırpıp gelmesi gibi, devamlı ve hızlıca uğuldayıp duruyordu. Suyu geçmek çok uzun sürmüş gibi geldi ikisine de. Suyun üzerine yıldırım düştü. Şimşek üzerlerinde parıldadı. Nihayet kayıkla kıyıya yanaşabildiler. Kayıktan inip, onu güçlükle yarın üstüne çıkarıp bırakarak patika yola çıktılar.

      Çornap’la İliskecek ilerde sönmek üzere olan ateşin pırıltısını görüp ıslak tezek kokusunu aldılar. Daha sonra aniden köpekler ürüşüp koşarak geldiler. Sahiplerini tanıyınca kuyruklarını salladılar. Küçük evin kapısını çaldıklarında ikisi de sırılsıklamdı. Kapıyı Çornap’ın karısı Marga açtı.

      Masa üstünde bir gaz yağı lambası yanıyor, içeriyi çok az aydınlatıyordu. Kırlaşmış saçlı Marga onları görünce sevindi. Hemen çocuğun yattığı yere yöneldiler. Oğlan, solgun bir yüzle kendinden geçmiş bir hâlde yatıyordu.

      “Paskacahım! Oğlum!” diye Marga ağlamaya başladı.

      “İşte oğlum, baban geliverdi. Doktor ablanı da getirdi.” diye oğlunun saçlarını sıvazladı.

      Çantalar masanın önündeki peykeye bırakılınca, İliskecek su geçirmez yağmurluğunu çıkarmış СКАЧАТЬ