“A beyim! Kızım büyüdüğü zaman kendisiyle tercüman vasıtasıyla mı konuşacağım?” diye hücumlar ettikçe Daniş Bey zevcesini teskin ve rahatlatmak için:
“Canım merak etme. Ben de en evvel Rumca konuştum ama, sonra Türkçeyi de öğrendim, Arapçayı da…” diyor idiyse de kadıncağızı ikna mümkün mü? O da kendi lisanını öğretmek gayretine düştüğünden bir taraftan Seniha Hanım, bir taraftan Doktor Fratenberg çalışa çalışa iki buçuk yaşını bulan Saniha hem Türkçeyi, hem Fransızcayı ana lisanı olarak konuşmaya başladı. Üç buçuk dört yaşlarına doğru bu lisanların ikisini de öğrenmiştir.
Zannederiz ki Saniha için bu hâli garipseyecek okuyucumuz yoktur. Hele biz kendi evladımızın Türkçe ve Rumcayı ana lisanı olarak konuştuklarını görüyoruz. Beyoğlu’nda ikametimiz esnasında Ermeni çocuklarının Türkçe, Rumca ve Ermenice olan üç lisanı ana lisanı gibi konuştuklarını görmüşüzdür.
Çocukların analarına mı, yoksa babalarına mı benzemeleri lazım geldiğine ve benzediklerine dair antropoloji erbabı arasında uzun uzadıya bahisler cereyan etmiştir. Ekseriyetle müşahede olunduğuna göre ilk kuşaktaki kızlar, babalarına ve oğlanlar da analarına çekiyorlar. İkinci kuşakta dahi tam tersi bir durum görülüyor. Bizim Saniha bu hükmün en güzel misalidir. Zira cismen pederine benzediği gibi tabiatı dahi ona benziyordu. Yani boylu boslu, iri yarı, azaları gayet mütenasip, yüzü güzel olduğu gibi hafızası, zekâsı ve kavrayışı dahi babası gibidir.
Beşinci yaşında çocuğun talim ve tedrisine başlandı. Türkçe için bir hoca tayin edildi. Daniş Bey bizzat dahi tedriste bulunuyorsa da çocuğu Doktor Fratenberg’in elinden kurtarmak mümkün mü? Anasından, babasından ziyade çocuğu doktor seviyor. Sözün en doğrusunu isterseniz, çocuk dahi anasından babasından ziyade doktoru seviyor. Doktor Fratenberg dahi Fransızca bir ders başlattı. Gerçi Türkçe elifba risalesi kırmızılı, mavili, yaldızlı falanlı ise de Fransızca alfabe dahi resimli. Elifbanın yaldızlarından, çiçeklerinden bir şey anlamayan Saniha alfabenin resimlerini tümüyle anlıyor. Horoz gibi, köpek gibi, balık gibi zaten bildiğimiz hayvanların resimlerini kendi kendisine tanıyabildiği gibi, deve, fil, timsah gibi hayvanların resimlerini de doktorun tarifi üzerin anlayıp bellemekte asla zorluk çekmiyor.
Sözün kısası, sekizinci yaşından sonra Saniha Fransızcayı gereği gibi okuyup yazmaya başladığı hâlde, Türkçeyi henüz rahat okuyamıyor ki yazabilsin. O vakitler, şimdiki yeni usul eğitim öğretim de ortaya çıkmamış. Gerçi şimdilerde sekiz, dokuz yaşındaki çocukların pek serbest okuyup yazdıklarını hamdolsun görüyorsak da bu nimet asrımızın büyük nimetlerindendir. O zamanla alelade mektebe giden çocuklar Saniha derecesinde de olamazlardı. Saniha’nın epeyce okuyup biraz da yazabilmesi babasının Mısır’da gördüğü eğitim öğretim çalışmasının neticesidir.
Bir taraftan pederinin, diğer taraftan Fratenberg’in hem sert, hem yumuşak talim ve tedrisleri sayesinde Saniha on iki yaşına geldiği zaman, o yaştaki bir Fransız kızından dahi pek çok mükemmel olarak Fransız lisanını biliyor ve yazıyordu. Sonra biraz Arapça ve Farsça dahi öğretildi. O yaştayken Türkçeyi de gereği gibi öğrendiyse de Türkçesi Fransızcası derecesinde değildi. Diğer kız ve erkek çocuklarına nispet edildiğinde Türkçe iktidarı inanılmayacak kadar ziyade görülüyor idiyse de Türkçenin asıl istenen derecesine kıyasen, bu dereceye tam diyemeyiz. Ne yazık ki bu aralık Daniş Bey’in kötü bir sıtma hastalığından vefatı şu aileyi, velev ki muvakkaten olsun, perişan ettiğinden, Saniha’nın talim ve terbiyesi dahi bir müddet zarfında yavaşladı.
Evet, bu bela Daniş Bey ailesi için müthiş bir darbe olmuştu. Zira Daniş Bey merhum her işini bizzat kendisi gören bir adamdı. Birçok gelirlerini ve mal mülkünü kendisi bizzat idare ediyordu. Gerek Osmanlı ve gerek ecnebi gelir giderlerin güzel idaresi öyle olur olmaz çalışkan adamları bile yoracak meşguliyetlerdendir. Eğer işin içine memurlar dahi karışmış olsaydı, ihtimal ki o yüzden biraz yardım ve kolaylık görülmesi ümit olunabilirdi. Fakat bazı dostların nasihatiyle işi memurlara düşürmemek için henüz on iki yaşında bulunan ve fakat iri yarı ve kalıplı ve kıyafetli bulunmasından dolayı bazı on dört, on beş yaşındaki kızların ablası sayılan Saniha, artık gerekli yaşa erişmiş gösterilerek familyanın idaresi validesi Seniha Hanım’a intikal eyledi.
Daniş Bey’in vefatı, Doktor Fratenberg’in bu hanedeki ehemmiyetini düşürmek değil; bilakis arttırmıştı. O zamana kadar doktor, bu ailenin sağlık işleri ve Saniha’nın talim ve terbiyesiyle meşgul iken, bundan sonra diğer idari işlerle de yardım suretiyle dahi meşgul olmaya başladı. Zira Mısır’dan geleliden ve bilhassa Daniş Bey’in emekli olmasından beri, bu aile bizim İstanbullu ailelerle pek de olumsuz bir şey yaşamamıştı. Ancak kibardan birkaç aileden başka çoğunlukla yine Mısırlı ve hatta birkaç yabancı aileyle ihtilafa da düşmüştü. Dolayısıyla bu büyük servetin güzel idare edilmesi için her olur olmaz dostların yardımlarına hanımefendi artık emniyet edememekteydi. Doktor Fratenberg ise on, on iki seneden beri bu hanede artık ailenin bir ferdi gibi sayılmıştı. İlim irfan ve ahlak sahibi de olan bu yaşlı doktora, hanımefendinin ricası üzerine bu servet işleriyle uğraşmayı da kabul etmişti ki ne kadar olsa bu işlerde tecrübesiz bulunan Seniha Hanımefendi için şu müşavirlik güzel bir ders yerine geçiyor ve büyük servetinin idaresini o dahi öğreniyordu.
Bu telaşlar bir sene kadar devam etti. O müddet zarfında Saniha Hanım yalnız Türkçe, Arapça ve Farsça muallimlerinin elinde kalmıştı. Fransızca tedrise pek zaman bulamıyordu. Gerçi Türkçesini biraz daha ilerletmiş ise de Doktor Fratenberg talebesine biraz da matematik, tabii ilimler, tarih ve felsefe öğretmek arzusunda bulunduğu hâlde, şu arzunun ertelenmesinden dolayı üzülüyordu.
Faziletli doktorun bu konudaki ızdırabının hikmetinin anlaşılması için şu bahsi biraz açmalıyız. O zamanlar İstanbul’da talim ve terbiye görmüş yegâne kız, Saniha’dan da ibaret değildi. Osmanlı kibarı arasında kızları şairlik derecesinde tedris ve talim edenler epeyce vardı. Bu kızların terbiyesi, şimdiki seviyesine yükselmemiş idiyse de hususi surette talim edilmiş birçok kızlar bulunduğunu biz dahi o zaman yetişmiş olmamız hasebiyle bizzat şahit olup görüyorduk. Ama böyle Osmanlılık dairesi dâhilinde terbiye edilen kızlar Fransızcadan mahrum idiler. Evet, en çoğu Mısırlılardan olmak üzere bir hayli aileler dahi kızlarına Fransızca talim ediyorlardı. Fransız bakıcılarının ellerinde büyütüp Fransız muallimlerinin ellerinde terbiye ettiriyorlardı. Bunların bazılarıyla tanışıp konuşmuştuk. Bunların bir Fransız kızından hemen hiç farkları yoktu. Lakin bunlar dahi Türkçe bilmiyorlardı.
Hem Türkçe, hem Fransızca talim edilmiş kızlar hakikaten nadirdi. İşte o nadirlerden birisi de şu hikâyemizin kahramanı olmak ehemmiyetini alan Saniha Hanım’dı.
Lakin Saniha Hanım’ın dahi iki başlı büyük bir noksanı vardı. Hem Türkçe, hem Fransızca bilmesi nasıl iki başlı bir meziyet ise, noksanı da böyle iki başlıydı. Zira şairlik derecesinde kudret kazandığını haber verdiğimiz kızların hüneri yalnız lisan malumatlarından ibaretti. Bunlar güzelce okudukları, güzelce yazdıkları hâlde malumat cihetinden pek fakir kaldıkları gibi, bir Frenk kızından fark olunmayacak derecelerde Fransız lisanını talim etmiş olanların hünerleri dahi yalnız lisan bilmekten ibaret kalıyordu. Bunlarda dahi malumat fakrı mevcuttu. Hâla dahi iş bir dereceye kadar böyle değil midir? Bizim Saniha, birisi Osmanlı, diğeri Fransız olarak iki kız hükmünde olduğu hâlde diğer bazı malumatlarda eksikleri СКАЧАТЬ